Tom Mary'nin aşkını ve sevgisini nasıl kabul edeceğini bilmiyordu.
- Tom didn't know how to accept Mary's love and affection.
Bana sevgi dolu bir mektup gönderdi.
- He sent me an affectionate letter.
O, çocukları için sıcak duygusal yakınlık gösteriyor.
- He shows warm affection for his children.
Beni sevdiğini biliyorum, ama senin için bütün hissettiğim sadece yakınlıktır.
- I know you love me, but all I feel for you is just affection.
Ona karşı derin bir şefkate sahibim.
- I have a deep affection for her.
O çok şefkatli bir baba.
- He's a very affectionate father.
Kim sevgi ve şefkat istemez?
- Who doesn't want love and affection?
O çok şefkatli bir baba.
- He's a very affectionate father.
Senin kedin çok sevecen değil, değil mi?
- Your cat isn't very affectionate, isn't he?
O her zaman akrabalarına karşı çok sevecendir.
- He is always very affectionate with his relatives.
Olay onun geleceğini etkiledi.
- The event affected his future.
Endişe onun sağlığını etkiledi.
- Worry affected his health.
Sorun bizim okulun prestiji etkiler.
- The problem affects the prestige of our school.
Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir.
- Most living creatures in the sea are affected by pollution.
O, çocukları için sıcak duygusal yakınlık gösteriyor.
- He shows warm affection for his children.
Onun duyguları ile oyun oynama.
- Don't toy with her affections.
Bana sevgi dolu bir mektup gönderdi.
- He sent me an affectionate letter.
O her zaman akrabalarına karşı çok sevgi doludur.
- She is always very affectionate with her relatives.
O çok şefkatli bir baba.
- He's a very affectionate father.
Ailesine karşı çok şefkatliydi.
- He was very affectionate with his parents.
Tom sevgiyle Mary'ye gülümsedi.
- Tom smiled at Mary affectionately.
Alzheimer hastalığı tüm dünyada yaklaşık 50 milyon insanı etkilemektedir.
- Alzheimer's disease affects nearly 50 million people around the world.
Suriye'deki istikrarsız güvenlik durumu Türkiye'yi de etkilemektedir.
- The unstable security situation in Syria also affects Turkey.
Öpücükler, sarılmalar, sevgiler ... hepsi sahteydi.
- Kisses, hugs, affections... it was all fake.
Dünyanın daha fazla sevgiye ihtiyacı var.
- The world needs more affections.
You're really good at giving affection.
O çok şefkatli bir baba.
- He's a very affectionate father.
Ailesine karşı çok şefkatliydi.
- He was very affectionate with his parents.
Usage note: often in the plural; formerly followed by to, but now more generally by for or toward(s); as, filial, social, or conjugal affections; to have an affection for or towards children.
He was deeply affected by the themes in the play.
A young gentlewoman in Basil was married to an ancient man against her will, whom she could not affect; she was continually melancholy, and pined away for grief .
Plutarch saith fitly of those who affectionate themselves to Monkies and little Dogges, that.
I try not to let my emotions influence my decisions.
- I try not to let my emotions affect my decisions.