acımayan

listen to the pronunciation of acımayan
Turkish - English
unmoved
{a} not moved, unaffected, firm
not affected emotionally, or not showing emotion
Not moved; fixed; firm; unshaken; calm; apathetic
being in the original position; not having been moved; "the archeologists could date the vase because it was in situ"; "an in-situ investigator"
not sympathetic; uncaring
not physically moved
If you are unmoved by something, you are not emotionally affected by it. Mr Bird remained unmoved by the corruption allegations His face was unmoved, but on his lips there was a trace of displeasure. feeling no pity, sympathy, or sadness unmoved by
{s} impassive, unaffected, untouched, unfeeling
emotionally unmoved; "always appeared completely unmoved and imperturbable"
acı
{s} bitter

This seasoning has a bitter taste. - Bu baharatın acı bir tadı var.

The discussions were long and sometimes bitter. - Tartışmalar uzun ve bazen acıydı.

acı
{s} hot

I want to eat some Korean food that isn't hot and spicy. - Biraz baharatsız ve acısız Kore yemeği yemek istiyorum.

Never rub your eyes after cutting a hot pepper. - Bir acı biber kestikten sonra asla gözlerini ovma.

acı
{i} pain

His face is distorted by pain. - Onun yüzü acıdan şekil değiştirmişti.

I cannot bear this pain. - Bu acıya dayanamıyorum.

acı
{i} ache

He used to suffer from stomach aches. - O, mide ağrılarından dolayı acı çekerdi.

acı
{i} hurt

My legs hurt because I walked a lot today. - Bacaklarım acıyor çünkü bugün çok yürüdüm.

Ow! Yukiko! That hurts! Quit hitting me with your fists! - Ooo! Yukiko! O acıtıyor! Bana yumruklarınla vurmaktan vazgeç!

acı
sting

A bee sting is a painful thing. - Arı sokması, acı bir şeydir.

Whose sting is more painful: a bee's or a wasp's? - Hangisinin sokması daha acılıdır: Bir arının mı yoksa bir yaban arısının mı?

acı
distress

That is a distressing story. - Bu acıklı bir hikaye.

acı
{s} sad

The old man started to laugh sadly. - Yaşlı adam acı bir şekilde gülmeye başladı.

We are faced with a very sad situation. - Çok acıklı bir durumla karşı karşıyayız.

acı
sorrow

The happiness and sorrow of others is happiness and sorrow of our own. - Başkalarının acı ve mutluluğu, bizim kendi acı ve mutluluğumuzdur.

We all felt great sorrow for him. - Onun için hepimiz büyük acı duyduk.

acı
incisive
acı
acrimonious
acı
peppery
acı
severe

He used to suffer from severe nasal congestion. - O şiddetli burun tıkanıklığından dolayı acı çekti.

Tom was in severe pain. - Tom şiddetli acı içindeydi.

acı
harsh

Fadil wanted to save the delicate Layla from a harsh world. - Fadıl, zarif Leyla'yı acımasız bir dünyadan kurtarmak istedi.

I think Tom is harsh. - Tom'un acımasız olduğunu düşünüyorum.

acı
grief

Grief is one of the worst sufferings. - Keder en kötü acılardan biridir.

You cannot put time limits on grief. - Acılar ha demeyle dinmez.

acı
suffering

To some life is pleasure, to others suffering. - Bazılarına göre hayat zevktir, diğerlerine göre acı çekmektir.

My wife is suffering from pneumonia. - Eşim zatürreden dolayı acı çekiyor.

acı
sardonic
acı
{i} worry

Don't worry, cutting your hair doesn't hurt. - Merak etmeyin, saçınızı kesmek acı vermez.

acı
{s} acrid
acı
sorry

Tom said he felt sorry for Mary. - Tom Mary'ye acıdığını söyledi.

I'm sorry for all the pain I caused you. - Sana verdiğim tüm acı için üzgünüm.

acı
{s} lamentable
acı
sorrowful
acı
severest
acı
sharp

He felt a sharp pain. - O, keskin bir acı hissetti.

She felt a sharp pain in the chest. - Göğsünde keskin bir acı hissetti.

acı
bite

Tom had to bite the bullet. - Tom acıya göğüs germek zorunda kaldı.

The tetanus shot hurt more than the dog bite. - Tetanoz aşısı köpek ısırmasından daha çok acıttı.

acı
gripes
acı
mercy

You just have to have mercy on my poor wife. - Sadece zavallı karıma acımalısın.

There is no mercy here, Pinocchio. I have spared you. Harlequin must burn in your place. I am hungry and my dinner must be cooked. - Burada merhamet yok, Pinokyo. Senin canını bağışlıyorum. Harlequin senin yerine yanmalı. Ben acıktım ve akşam yemeğim pişirilmeli.

acı
inflict

A sadist likes inflicting pain; a masochist, receiving it. - Bir sadist acı vermekten; bir mazoşist onu almaktan hoşlanır.

acı
cruel

He was very hurt by her cruel words. - Onun acımasız sözleriyle çok yaralandı.

It was an extremely cruel war. - Bu son derece acımasız bir savaştı.

acı
agony

He lay in agony until the doctor arrived. - Doktor gelinceye kadar acı içinde yattı.

My shoes hurt. I'm in agony. - Ayakkabım zarar gördü. Acı içindeyim.

acı
severly
acı
tart
acı
rank
acı
bitting
acı
brackish
acı
trenchant
acı
poignancy
acı
heartbreak
acı
cutting

Never rub your eyes after cutting a hot pepper. - Bir acı biber kestikten sonra asla gözlerini ovma.

Don't worry, cutting your hair doesn't hurt. - Merak etmeyin, saçınızı kesmek acı vermez.

acı
nippy
acı
acid
acı
gnawing
acı
agitation
acı
heartache
acı
anguish

Sami's family waited in anguish. - Sami'nin ailesi acı içinde bekliyordu.

He hid his anguish with a smile. - O bir tebessümle acısını sakladı.

acı
piercing
acı
feel for

I really feel for you. - Gerçekten sana acıyorum.

acı
poignant
acı
commiserate with
acı
astringent
acı
deplore
Acı
bittering
acı
grievous
acı
very warm; bitter
acı
a pain
acı
suffer of
acı
the sting
acı
splitting
acı
bitterness, sharpness
acı
grief, sorrow (at someone's death): Allah bu acıyı unutturmasın! May God spare you more grief!
acı
scathing

The army were scathingly beaten. - Ordu acımasızca yenildi.

acı
pang

Tom felt the pangs of hunger. - Tom açlığın acısını hissetti.

acı
misery

Her misery was only for show. - Onun acısı yalnızca gösteriş içindi.

Misery and sorrow accompany war. - Acı ve üzüntü savaşa eşlik eder.

acı
pain; ache
acı
pain, ache
acı
mental pain, anguish, suffering, sorrow
acı
affliction
acı
shrill
acı
biting; painful
acı
tragic

It was a tragic accident. - Bu acıklı bir kazaydı.

acı
(biber) hot; (kahve, bira vb.) bitter; (yağ) rancid; (koku/tat) acrid, sharp, biting, pungent; (söz) hurtful, cutting, tart, harsh, caustic, pungent, biting; (bağırış) sharp, shrill, piercing;(üzücü) grievous, poignant, tragic, pitiful; pain, ache, pang
acı
acerb
acı
{s} vitriolic
acı
twinge
acı
{s} pungent
acı
vitriol
acı
{s} keen
acı
nipping
acı
{s} biting
acı
wry
acı
{s} painful

He was painfully skinny. - O, acı verecek şekilde zayıftı.

She was painfully skinny. - O, acı verecek şekilde zayıftı.

acı
smart
English - English

Definition of acımayan in English English dictionary

ACI
adjacent channel interference
Turkish - Turkish

Definition of acımayan in Turkish Turkish dictionary

acı
Bazı maddelerin dilde bıraktığı yakıcı duyu, tatlı karşıtı
Acı
BiBERLi
Acı
çorak
Acı
(Osmanlı Dönemi) MÜRR
Acı
ıstırap
acı
Tadı bu nitelikte olan
acı
Tat alma organında bazı maddelerin bıraktığı yakıcı duyu, tatlı karşıtı
acı
Bir etki sonucu vücutta duyulan ağrı, sancı: "Belli bir yerinde kırık çıkık acısı yoktu."- M. Yesarî
acı
Koyu (renk): "Sıcak iklimlerde bu mevsim, tek renktedir, sadece acı yeşildir."- R. H. Karay
acı
Ölüm, yangın, deprem gibi olayların yarattığı üzüntü, keder, elem
acı
Kırıcı, üzücü, incitici, dokunaklı, korkunç: "Acı söz insanı dininden çıkarır."- Atasözü. Ölüm, yangın, deprem gibi olayların yarattığı üzüntü, keder, elem: "İnsan, ölümün acısını en çok günün iki uzak saatinde hissetmektedir."- Y. Z. Ortaç
acı
Tadı bu nitelikte olan: "Acı kahvesini yudumluyordu."- T. Buğra
acı
Keskin, hoşa gitmeyen, şiddetli: "Acı poyraz kuvvetle esiyordu."- O. Kemal
acı
Dışarıdan gelen bir etki ile dış organlarda birdenbire oluşan ve o etkilerin kalkması ile duyulan rahatsızlık, ıstırap: "Omuzlarına kadar vücudun derisini haşlayan bayıltıcı yanma acısı ve dehşeti çok sürmedi."- P. Safa
acı
Koyu (renk)
acı
Dışarıdan gelen bir etki ile dış organlarda birdenbire oluşan ve o etkilerin kalkması ile duyulan rahatsızlık, ıstırap
acı
Ağrı, sancı
acı
Kırıcı, üzücü, incitici, dokunaklı, korkunç
acı
Keskin, hoşa gitmeyen, şiddetli
English - Turkish

Definition of acımayan in English Turkish dictionary

ACI
(Askeri) çağrı engeli tahsisi (assign call inhibit)
acımayan
Favorites