O suda küçük bir bot ile denize açılıyor.
- He is sailing a little boat on the water.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I've brought you a little something.
Ben biraz Japonca konuşuyorum.
- I speak a little Japanese.
Ben biraz İngilizce öğreniyorum.
- I am learning a little English.
Sana ufak bir hediyem var.
- I have a little present for you.
Onun başarılı olacağına dair ufak bir umut var.
- There is little hope that he will succeed.
Kuralları azıcık ihlal etmekten korkma.
- Don't be afraid to break the rules a little.
Tom azıcık erken geldi.
- Tom was a little early.
Lütfen AC'yi bir parça aç.
- Please turn up the AC a little bit.
Tom pastanın bir parçasını aldı.
- Tom got a little pie.
Sahip olduğum az miktarda parayı ona ödünç verdim.
- I lent him what little money I had.
Onun az miktarda kazanma şansı vardır.
- There is little chance of his winning.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the couch.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the sofa.
Şişe içinde kalan sadece bir miktar süt vardı.
- There was only a little milk left in the bottle.
Tom birazcık hız limitinin üzerinde sürerse vaktinde havaalanına yetişebileceğini düşündü.
- Tom thought he could reach the airport on time if he drove a little over the speed limit.
Birazcık heyecan istemez misin?
- Don't you want a little excitement?
Tom senin kızından biraz daha genç.
- Tom is a little younger than your daughter.
Tom benden biraz daha genç.
- Tom is just a little younger than I am.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
- Don't think little of the ants' lives.
Lütfen TV'yi biraz kısar mısın?
- Would you please turn down the TV a little?
Kısa bir süre için burada kalıyorum.
- I'm staying here for a little while.
Ne yazık ki o bu değişiklikleri kabul etmek için biraz fazla dar görüşlüdür.
- Unfortunately he's a little too narrow-minded to accept these changes.
Anne oğullarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the sons.
Anne kızlarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the daughters.
O kadar az zamanım vardı ki öğle yemeğini aceleyle yemek zorunda kaldım.
- I had so little time that I had to eat lunch in a hurry.
Boşa geçirecek çok az zamanımız var.
- We have little time to waste.
Sahip olduğum az miktarda parayı ona verdim.
- I gave him what little money I had.
Onun az miktarda kazanma şansı vardır.
- There is little chance of his winning.
The door was opened a little.
A little water has spilled.
We had very little to do.
She spoke little and listened less.
It's of little importance.
This is a little table.
In the forties, hurdy-gurdy men could still be heard in all those East Coast cities with strong Italian neighbourhoods: New York, Baltimore, Philadelphia and Boston. A visit to Baltimore's Little Italy at that time was like a trip to Italy itself.
That's the biggest little kid I've ever seen.
He's just a small-time thug, but if he had just a little more moxie, he could be a big-time boss.
- He's just a petty hooligan, but if he had just a little more initiative, he could be a major criminal leader.
I have small change with me.
- I have a little money with me.
... shaves a little bit of time off what it takes to answer ...
... Strubydoo, your little monster. ...