Wish those nights not spent, / Long, unhappy nights, / Which in sighings went / Over lost delights? / Wish those tears unwept, / When you seemed unkind?.
Let fall thy tears! Let rise thy strain! / So canst thou never be among / Those heritors of man's disdain, / Th' unwept, unhonored, and unsung.
She began to grumble and then to weep.
- Söylenmeye ve ardından ağlamaya başladı.
My mother did nothing but weep.
- Annem, ağlamaktan başka hiçbir şey yapmadı.
The baby ceased crying.
- Bebek ağlamayı kesti.
She began to cry in a loud voice.
- O, yüksek bir sesle ağlamaya başladı.
He tried to comfort her, but she kept crying.
- O, onu teselli etmeye çalıştı, ama o ağlamaya devam etti.
She asked him why he was crying.
- Ona niçin ağladığını sordu.
We were eating while weeping.
- Ağlarken yemek yiyorduk.
I was sad when she was weeping.
- O ağlarken ben üzgündüm.
She wept over her son's death.
- Oğlunun ölümü üzerine ağladı.
She simply wept a river of tears before her father's grave.
- O sadece babasının mezarından önce sürekli ağladı.
John says when he dies he doesn't want anyone to cry for him.
- John öldüğü zaman hiç kimsenin onun için ağlamasını istemediğini söylüyor.
Nobody will cry for him.
- Kimse onun için ağlamaz.