You'll have to wait not less than an hour to get a ticket.
- Bir bilet almak için en az bir saat beklemek zorunda kalırsın.
There was nothing for it but to wait.
- Onun için beklemekten başka yapacak bir şey yoktu.
I had to wait a lot longer than I expected I'd have to.
- Umduğumdan daha uzun beklemek zorunda kaldım.
You have to expect that once in a while.
- Ara sıra beklemek zorundasın.
All Sadako could do now was to make paper cranes and hope for a miracle.
- Sadako'nun şimdi yapabileceği bütün şey kağıttan vinçler yapmak ve bir mücize beklemekti.
I hope we don't have to wait too long.
- Umarım çok uzun süre beklemek zorunda değiliz.
We had no choice but to wait for a while until the store opened.
- Mağaza açılıncaya kadar bir süre beklemekten başka seçeneğimiz yoktu.
All that you have to do is to wait for his reply.
- Tüm yapmanız gereken, onun cevabını beklemek.
Everyone has to stay.
- Herkes beklemek zorunda.
We have to stay alert.
- Tetikte beklemek zorundayız.
Tom looks like he's tired of waiting.
- Tom beklemekten bıkmış gibi görünüyor.
Instead of waiting for Tom, let's eat now before the food gets cold.
- Tom'u beklemek yerine, yemek soğumadan önce şimdi yiyelim.
How much longer do you think we'll have to wait?
- Daha ne kadar beklemek zorunda olacağımızı düşünüyorsun?
I think Tom hates waiting for me.
- Sanırım Tom beni beklemekten nefret ediyor.