şey

listen to the pronunciation of şey
Turkish - English
stuff

Tom knows a lot of stuff about Mary. - Tom Mary hakkında çok şey biliyor.

Tom can't afford all the stuff Mary wants him to buy on his salary. - Tom'un, Mary'nin ondan satın almasını istediği her şeyi maaşıyla almaya gücü yetmez.

thing

Don't say bad things about others. - Diğerleri hakkında kötü şeyler söyleme.

The thing you have to know about Batman is, he's a superhero. - Batman hakkında bilmeniz gereken şey, onun süper kahraman olmasıdır.

article

Please place all articles not related to the lesson inside your bag. - Lütfen dersle ilgisi olmayan her şeyi çantana koy.

This article reminds me of something I saw on TV. - Bu makale bana TV'de gördüğüm bir şeyi hatırlatıyor.

chose

I realized that what I had chosen didn't really interest me. - Seçtiğim şeyin beni ilgilendirmediğini anladım.

There are some things we could've change, but we chose not to. - Değiştirebileceğimiz bazı şeyler vardır fakat seçeceğimiz değil.

well

He intimated that all is not well in his marriage. - O, evliliğinde her şeyin iyi olmadığını ima etti.

Everything is well with us. - Bizimle her şey iyidir.

doohickey
thing, stuff, object; what-d'you-call-him/-her/-it; what's-his/-her/-its-name; thingummy, thingumabob, thingumajig; well
object

You don't really love me at all. You only care about your math stuff! Not at all, I do love you! Prove it! Okay. Let A be the set of the objects I love... - Aslında beni hiç sevmiyorsun. Tek önem verdiğin şey matematik! Ne münasebet, seni seviyorum! Kanıtla! Peki. Sevdiğim şeyler A kümesi olsun...

It was an object of terror. - Dehşet veren bir şeydi.

concern

That's nothing you need to concern yourself with. - Bu kendinizi endişelendirmenizi gereken bir şey değil.

What I have to say concerns everyone here. - Söylemek zorunda olduğum şey, buradaki herkesi ilgilendirir.

matter

It is no laughing matter that he couldn't graduate from university this year. - Onun bu yıl üniversiteden mezun olamaması gülünecek bir şey değil.

Do you have anything to say with regard to this matter? - Bu konu ile ilgili olarak söyleyeceğin bir şey var mı?

affair

He knows a lot about foreign affairs. - Dış ilişkiler hakkında çok şey bilir.

thingummy
doings
what-do-you-call-it; what-do-you-call-him; whatyoumayjigger, thingumbob, thingamabob, thingumajig, thingummy (used to designate something or someone whose name one has either forgotten or doesn't know)
lark
thingumabob
doodad
thingumajig
doing

You need to stop doing things that bother Tom. - Tom'u rahatsız eden şeyleri yapmayı durdurmalısın.

I asked Tom to do the same thing that Mary was doing. - Tom'un Mary'nin yaptığı aynı şeyi yapmasını rica ettim.

whosit
entity
gizmo
aggregate
gimmick
hickey
business

Perpetual devotion to what a man calls his business, is only to be sustained by perpetual neglect of many other things. - kendi işini sürekli fedakarlık olarak tanımlayan biri, sadece diğer bir çok şeyi ihmal ederek sürdürülebilir.

Spies make it their business to know things that you don't want them to know. - Casuslar senin onların bilmesini istemediğin şeyleri bilmek için işlerini yaparlar.

dingus
the thing is
in thing
picayune
backbone
{i} res
contraption
aught
plummet
thingamajig
hiçbir şey
nothing

She knows nothing about your family. - Ailen hakkında hiçbir şey bilmiyor.

That'll change nothing. - O hiçbir şeyi değiştirmeyecek.

her şey
everything

Don't worry, everything will be OK. - Üzülmeyin, her şey düzelecek.

Put everything in my basket. - Her şeyi sepetime koy.

şey (soyut)
thing
bir şey
anything

Let me know if you are in need of anything. - Eğer bir şeye ihtiyacın olursa haberim olsun.

Can you see anything in there? - Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?

değersiz şey
junk

Have you ever considered getting rid of some of this junk? - Sen hiç bu değersiz şeyin bazılarından kurtulmayı düşündün mü?

göz zevkini bozan şey
eyesore
şaşılacak şey
wonder

It's a wonder they're still awake. - Onların hâlâ uyanık olması şaşılacak şey.

sarınacak şey
muffle
dinlendirici şey
escape
hizmet karşılığı kazanılan şey
reward
orta dereceli şey
intermediate
sudan ucuz şey
bargain
çok istenen şey
prize
ilginç şey
curiosity
nefis şey
dream
asıl gerekli şey
essential
esas olan şey
essential
oval şey
ovoid
ekmeğe sürülen şey
spread
artakalan şey
(Hukuk) legacy
bir şey değil
not at all

This is not at all what Tom expected. - Bu hiç de Tom'un beklediği bir şey değil.

gelecekte olacak şey
future
gereken şey
necessary
gitgide büyüyen şey
snowball
hak edilen şey
deserts
heyecan verici şey
sensation
iddia konusu şey
submission
insan eliyle yapılmış şey
artifact
kendini bir şey sanan
self righteous
kendini bir şey sanan önemsiz tip
pipsqueak
konu olan şey
subject
lazım olan şey
necessary
mükemmel şey
prime
ok başına benzeyen şey
arrowhead
olağanüstü şey
prodigy
rüya gibi şey
dream
sevimsiz şey
bitch
sıkıcı şey
bore
ufacık şey
mite
vazgeçiren şey
deterrent
yeni çıkmış şey
novelty
zevk veren şey
treat
çok etkili şey
blockbuster
önemsiz şey
straw
birinci gelen şey
first
gizli şey
secret
herhangi bir şey
anything

Can you see anything in there? - Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?

I am not frightened of anything. - Herhangi bir şeyden korkmam.

anlatmak istenilen şey
point
beklenen şey
(Ticaret) prospect
beklenen şey
expectancy
böyle bir şey
such a thing
cezbedici şey
temptation
dalgalar halinde yükselen şey
billow
damla damla akan şey
trickle
demek istenilen şey
drift
devasa ve çok çirkin şey
monstrosity
dilemek (iyi bir şey)
wish
elde edilen şey
acquisition
en mükemmel şey
the last word in
eziyet veren şey
torment
garip şey
oddity
geciktirici şey
retardation
gereksiz şey
non-essential
gerçek şey
the real thing
geçici şey
bauble
gizli şey
confidence
göze batan çirkin şey
eyesore
güldürücü şey
gag
güzel şey
beauty
hangi şey
what
hazırlamak (kötü bir şey)
brew
her şey
(Argo) lock, stock and barrel
hiç bir şey
next to nothing
ilave edilecek şey
addendum
istek uyandıran şey
temptation
istenen veya talep edilen şey
demand
izleyen şey
(İnşaat) tracer
kesilen şey
clipping
kesin şey
cinch
kötü şey
bad
kıymetli şey
asset
nadir şey
curiosity
nefes nefese (bir şey) demek
puff
olumsuz bir şey ima eden söz
innuendo
olur mu öyle şey
come on!
olur mu öyle şey
no way!
sabit şey
fixture
sabit şey
constant
sahte şey
dummy
sinirlendirici şey
vexation
sivri bir şey -e batmak
prick
sonu olmayan şey
blind-alley
sıkıcı şey veya kimse
nuisance
sıkıntı veren şey
annoyance
sıkıntı veren şey
nuisance
tabii bir şey
matter of course
tahsis edilmiş şey
allotment
tersine dönmüş şey
inversion
toptan şey
lump
tuhaf şey
curiosity
ucuz şey
bargain
yeni şey
innovation
yerini alan kimse/şey
replacement
yeterli şey
sufficiency
yuvarlak şey
disc
zorla alınan şey
(Ticaret) extortion
zıt olan şey
reverse
zıt şey
contrast
çekici şey
knockout
önemini yitirmiş şey
has-been
önemsiz şey
picayune
önemli bir şey
something

I'm about to tell you something important. - Sana önemli bir şey söylemek üzereyim.

Tom wanted to tell Mary something important. - Tom Mary'ye önemli bir şey söylemek istedi.

algılanabilen şey
phenomenon
yasaklanmış şey
taboo
iki şey
twosome
işe yaramaz şey
trash
işe yarar şey
utility
Değişmeyen tek şey değişimdir
(Atasözü) Nothing is permanent but change
asıl önemli olan şey
the most important thing
asıl önemli olan şey
more importantly, what really matters is
az şey
thought
bir şey değil
Don't mention it
bir şey değil
You're welcome
birçok şey
many things

Let me show you many things which will be novel to you. - Sizin için yeni olan birçok şeyi göstermeme izin verin.

Tom is interested in many things. - Tom birçok şeyle ilgileniyor.

eser; yapılmış şey; istisna akdinin konusu
work, the things that were done, the subject of contractual exclusions
farsca'da tat, çeşni, tadılacak şey
farsca'da taste, flavor, taste a thing
gayrimenkul sayılan şey
(Kanun) land
her şey yolunda
all good
içe dert olan şey
The thing to worry about smoking
içilecek şey
The thing inside
içilecek şey. içki
thing to drink. drink
problem yaratan şey
villain
sekizinci şey
eighth
sergilenen şey
exhibit
sınırlayan, daraltan şey
limiting, narrowing things
umarım her şey yolundadır
i hope all is well
umarım her şey yolundadır
i hope everything is fine
çok şey
lots of things

Tom has lots of things to tell Mary. - Tom'un Mary'ye söyleyecek çok şeyi var.

We have lots of things to do. - Yapacak çok şeyimiz var.

özgü şey
speciality
üstün olunan şey
excellence
şeyler
stuff of
şeyler
things

Older people are often afraid of trying new things. - Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.

We talked about various things. - Çeşitli şeyler hakkında konuştuk.

şeyler
somethings
Turkish - Turkish
Nesne, madde: "Asıl zorluk belki öğrenilmesi lazım gelen şeylerin değil, unutulması gereken şeylerin çokluğundan gelir."- A. Ş. Hisar
Belirsiz bir anlamda madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb.nin adı yerine kullanılır: "Bana sen pek çok şey kazandırdın."- R. H. Karay
Nesne, madde
Belirsiz bir anlamda madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb. nin adı yerine kullanılır
(Osmanlı Dönemi) BAZİL
(Osmanlı Dönemi) SÜMM
(Osmanlı Dönemi) HURS
(Osmanlı Dönemi) HİLBİSE
(Osmanlı Dönemi) FÜVFE
(Osmanlı Dönemi) MA'NE
(Osmanlı Dönemi) KUZA'MELE
(Osmanlı Dönemi) KAZAM
ŞEY'
(Osmanlı Dönemi) İstemek, dilemek
ŞEY'
(Osmanlı Dönemi) Nesne, şey
ŞEY'AN
(Osmanlı Dönemi) İleriyi gören, her şeyin sonunu düşünen
ŞEY'AN
(Osmanlı Dönemi) Uzaktan gören
ŞEY'EN FEŞEY'EN
(Osmanlı Dönemi) Yavaş yavaş, azar azar
şey'en
(Osmanlı Dönemi) yavaş, ağır, âheste
şeyler
(Osmanlı Dönemi) eşyâ
şeyler
saçı