şanslı

listen to the pronunciation of şanslı
Turkish - English
lucky

I know what a lucky boy I am. - Ben ne şanslı bir çocuk olduğumu biliyorum.

When one lucky spirit abandons you another picks you up. I just passed an exam for a job. - Şanslı bir ruh seni terk ettiği zaman, bir başkası seni alır.Ben az önce bir iş sınavını geçtim.

fortunate

The driver was so fortunate as to escape death. - Sürücü ölümden kurtulacak kadar şanslıydı.

I feel fortunate to have known you. - Seni tanıdığım için kendimi şanslı hissediyorum.

lucky, fortunate, jammy; lucky devil, lucky dog, jammy so-and-so
well off
prosperous
jammy
lucky, fortunate
providential
auspicious
happy
dexter
lucky devil
lucky dog
well

Well, Tom, today is your lucky day. - Peki Tom, bugün senin şanslı günün.

have the luck
luke
fluky
şans
luck

I wish you good luck. - Sana iyi şanslar diliyorum.

I know what a lucky boy I am. - Ben ne şanslı bir çocuk olduğumu biliyorum.

şans
fortune

He had the good fortune to marry a pretty girl. - Güzel bir kızla evlenmek için iyi şansı vardı.

You'll make a fortune by taking a chance. - Bir şans elde ederek bir kader yaratacaksın.

şans
chance

Gerhard Schroeder is the first German chancellor not to have lived through World War II. - Gerhard Schröder, II. Dünya Savaşı boyunca yaşamayan ilk şansölyedir.

This is your only chance. - Bu senin yegâne şansın.

şanslı olmak
be lucky
şanslı adam
darling of fortune
şanslı herif
lucky dog
şanslı olmak
be fortunate
şanslı olmak
to be in luck
şanslı olmak
score
şanslı tip
jammy fellow
şanslı çocuk
lucky child
şans
hap

Happiness in marriage is entirely a matter of chance. - Evlilikte mutluluk tamamen şans işi.

I want to believe there's still a chance for us to be happy together. - Halen birlikte mutlu olma şansımızın olduğuna inanmak istiyorum.

şans
{i} show
şans
good fortune

By good fortune, they escaped. - Iyi şans sayesinde onlar kaçtı.

She had the good fortune to get into the school she wanted to. - Şanslıydı ki istediği okula girdi.

şans
shot

Tom didn't think he had a chance to succeed, but he at least wanted to give it a shot. - Tom başarmak için bir şansı olduğunu düşünmüyordu fakat o hiç olmazsa bir fırsat vermek istedi.

Give me another shot. - Bana bir şans daha ver.

şans
fluke
şans
odds
şans
break

Do you believe that you will get seven years of bad luck if you break a mirror? - Bir ayna kırarsan yedi yıl kötü şansa uğrayacağına inanıyor musun?

Tom can't catch a break. - Tom bir şans yakalayamaz.

şans
hep
şans
serendipity
şans
luck of
şans
by luck
şans
have chance
birinden daha şanslı olmak
(deyim) have the edge over
kendini şanslı saymak
congratulate oneself
yeterince şanslı
lucky enough
şans
fluky
şans
hit

Tom was lucky that Mary didn't hit him. - Mary ona vurmadığı için Tom şanslıydı.

You're lucky Tom didn't hit you. - Tom sana çarpmadığı için şanslısın.

şans
Good luck!

I am happy about your good luck. - Ben senin iyi şansın hakkında mutluyum.

I wish you good luck. - Sana iyi şanslar diliyorum.

şans
inning
şans
hazard
şans
turnup
şans
flukey
şans
auspiciousness
şans
star

I thank my lucky stars that I'm still alive. - Hala hayatta olduğum için şansıma şükrediyorum.

I am giving you a star. - Sana bir şans veriyorum.

şans
opportunity

Tom deserves another opportunity. - Tom başka bir şansı hak ediyor.

We have the opportunity to make some changes. - Bazı değişiklikler yapma şansımız var.

şans
luck, chance, good fortune, break
şans
innings
şans
peradventure
şans
{i} good luck

I wish you good luck. - Sana iyi şanslar diliyorum.

The people exulted over their good luck. - İnsanlar iyi şanslarıyla övündüler.

şans
haphazard
Turkish - Turkish
Talihi olan, talihli
Talihi olan, talihli: "Şanslı günlerinin dışında onu yenene pek rastlanmamıştır."- T. Buğra
şans
Talih, baht, felek
şans
Talih, baht, felek: "Bir hafta içinde kayıplar ve kazanmalarla şansım değişti."- R. H. Karay