üstsüz

listen to the pronunciation of üstsüz
Turkish - English
braless
topless

A topless feminist was arrested outside the Vatican. - Üstsüz bir feminist, Vatikan dışında tutuklandı

Sami worked at a topless bar. - Sami bir üstsüz barda çalıştı.

üst
top

Look at the picture at the top of the page. - Sayfanın üst kısmındaki resme bak.

The wind blew harder yet when we reached the top of the hill. - Tepenin üstüne ulaştığımızda rüzgar daha da sert esti.

üst
upper

He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh. - Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.

My upper right wisdom tooth hurts. - Üst sağ yirmilik dişim ağrıyor.

üst
{i} senior

This seminar will target senior marketing leaders from Japanese firms. - Bu seminer Japon firmalarından üst düzey pazarlama liderlerini hedef alacaktır.

Tom is a senior executive. - Tom üst düzey bir yöneticidir.

üst
superior

These products are superior to theirs. - Bu ürünler onlarınkinden daha üstün.

His paper is superior to mine. - Onun raporu benimkine göre üstündür.

üst
upper side, upper part, top; outside surface; clothing, dress; body; (para) remainder, change; superior; upper, uppermost
üst
surface
üst
covering
üst
at or about (a certain time): öğle üstü in the early afternoon/ at noon
üst
upstairs

The bedrooms are upstairs. - Yatak odaları üst kattadır.

I saw him coming upstairs. - Onu üst kata gelişini gördüm.

üst
high

His beating four competitors in a row won our high school team the championship. - Onun üst üste dört rakibini yenmesi lise takımımıza şampiyonluk kazandırdı.

There are few high-ranking positions left open for you. - Sizin için açık bırakılmış birkaç üst düzey pozisyon var.

üst
change

You have forgotten your change. - Para üstünüzü unuttunuz.

Tom told the taxi driver to keep the change. - Tom sürücüye para üstünün kalmasını söyledi.

üst
(Matematik) power

He believed in the supreme power of the law. - Hukukun üstün gücüne inanıyordu.

He swept to power in 1929. - 1929'da ezici bir üstünlükle iktidara geldi.

üst
upper part

The upper part of the mountain is covered with snow. - Dağın üst kısmı karla kaplıdır.

He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh. - Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.

üst
chief

The chief clerk is not a hardworking man, but gets ahead rapidly because he knows how to curry favor with his superiors. - Baş katip çalışkan bir adam değil fakat üstlerine nasıl yaltaklanacağını bildiği için çabuk ilerliyor.

üst
(Ticaret) major

A major is above a captain. - Binbaşı yüzbaşının üstündedir.

üst
powers
üst
(İnşaat) topping
üst
(Bilgisayar) ceiling

Tom is lying on his back, staring at the ceiling. - Tom sırt üstü uzanıyor, tavana bakıyor.

üst
remainder
üst
clothing
üst
outside surface
üst
upper side
üst
(Matematik) exponential

The exponential function has a horizontal asymptote. - Üstel fonksiyonun yatay asimptotu vardır.

The greatest shortcoming of the human race is our inability to understand the exponential function. - İnsan ırkının en büyük eksikliği üstel işlevi anlamak için bizim yetersizliğimizdir.

üst
uppermost
üst
(Biyokimya) super

He behaves respectfully toward his superiors. - Üstlerine karşı saygıyla davranır.

The chief clerk is not a hardworking man, but gets ahead rapidly because he knows how to curry favor with his superiors. - Baş katip çalışkan bir adam değil fakat üstlerine nasıl yaltaklanacağını bildiği için çabuk ilerliyor.

üst
above

We are flying above the clouds. - Biz bulutların üstünde uçuyoruz.

Her dress is above the knee. - Elbisesi dizinin üstündeydi.

üst
body

Tom has no upper body strength. - Tom'un üst vücut gücü yok.

The police undertook exhaustive searches but failed to find the body. - Polis ayrıntılı aramaları üstlendi ama cesedini bulamadı.

üst
dress

Tom put his wallet on top of the dresser. - Tom cüzdanını konsolun üstüne koydu.

Tom put his wallet on top of the dresser. - Tom cüzdanını şifoniyerin üstüne koydu.

üst
ultra
üst
on top

A house is built on top of a solid foundation of cement. - Bir ev, çimentodan yapılmış sağlam bir temel üstüne inşa edilmiştir.

Tom put his wallet on top of the dresser. - Tom cüzdanını konsolun üstüne koydu.

üst
upper surface, top: Kütüğün üstüne oturdu. She sat down on the log
üst
parent , powers , upper , exponent , top
üst
(a) superior, (a) boss
üst
clothes: Üstünü kirletme ha! Don't get your clothes dirty, you hear?
üst
space over or above: Üstümde ay parlıyordu. The moon was shining above me
üst
top, upper: en üst kat topmost floor. yokuşun üst yanında on the upper part of the slope
üst
remainder, rest (of an amount of money)
üst
highup
Turkish - Turkish
Belden üst kısmında giysi olmayan
üst
Bir şeyin dış yüzü, yüzey: "Ağzında lokmayı birdenbire yutmaya kıyamıyor, dilinin üstünde gezdiriyordu."- Ö. Seyfettin
Üst
yan
Üst
(Hukuk) FEVK
üst
Bir şeyin görülen yanı, yüzü
üst
Bazı tamlamalarda zaman bildirir: "Hiç unutmam; 1934 yılı sonbaharının serince bir akşamüstü idi."- Y. K. Karaosmanoğlu
üst
Birkaç şeyden birbirine göre yukarıda olan
üst
Öte, arka
üst
Sınıflamalarda temel olarak alınan bir tipe göre ileri derecede olan
üst
Artan, geriye kalan bölüm: "Bir liranın üstü olarak uşağın getirdiği yetmiş beş kuruşu masanın üstünden kaldırmaz."- A. Ş. Hisar
üst
Bir şeyin dış yüzü, yüzey
üst
Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk: "Köyün üst tarafında, saman, taş ve yangın arasında, üstü sazlarla örtülmüş bir kulübenin önünde ateş yanıyor."- H. E. Adıvar
üst
Vücut, beden
üst
Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk
üst
İlgilenilen, üzerinde durulan konu
üst
Bazı deyimlerde sorumluluk, yükümlülük anlatır. İlgilenilen, üzerinde durulan konu
üst
Birine göre yüksek aşamada olan kimse
üst
Bir şeyin görülen yanı, yüzü: "Bu sefer taşın üstünden inip yere oturdu."- M. Ş. Esendal
üst
Bazı deyimlerde sorumluluk, yükümlülük anlatır
üst
Giyecek, giysi
üst
Artan, geriye kalan bölüm
üst
Birkaç şeyden birbirine göre yukarıda olan: "Kadınların beni böyle göz hapsine almaları yüzünden üst düğmelerimi gevşetemiyordum."- R. N. Güntekin. Öte, arka: "Ben onu Şehzade Camisi'nin üst yanında, sokak içi, eski ahşap bir evde tanıdım."- Y. Z. Ortaç
üst
Birine göre yüksek aşamada olan kimse, mafevk
üst
Bazı tamlamalarda zaman bildirir
üst
us
üstsüz
Favorites