üste

listen to the pronunciation of üste
Turkish - English
in addition

It was cold, and in addition, it was windy. - Hava soğuktu ve üstelik rüzgarlıydı.

{k} in addition, to boot. ~sinden gelmek to cope with, deal with (something)
(Bilgisayar) top
üst
top

Tom put his wallet on top of the dresser. - Tom cüzdanını şifoniyerin üstüne koydu.

A house is built on top of a solid foundation of cement. - Bir ev, çimentodan yapılmış sağlam bir temel üstüne inşa edilmiştir.

üst
upper

My upper right wisdom tooth hurts. - Üst sağ yirmilik dişim ağrıyor.

See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much. - Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.

üste oturan (giysi)
close-fitting
üste vermek
to give in addition
üste çıkmak
(for someone who's at fault) to succeed in shifting the blame onto someone else
üst üste
one after the other
üst üste
one thing on top of another
üst üste
(deyim) day after day

They labored day after day. - Onlar üst üste her gün çalıştılar.

üst üste
successive
üst üste
a) one on the top of the other b) on the trot, one after the other, successively
üst üste
on end
üst üste
over and over

He kept playing the same record over and over until I had to leave the room. - Ben odayı terk etmek zorunda kalıncaya kadar aynı plağı üst üste çalmaya devam etti.

üst üste atmak
cross
üst üste bindirmek
to imbricate
üst üste binmek
ride
üst üste binmek
(kırık kemik) override
üst üste birkaç vuruş
(tenis) rally
üst üste gelme
overlap
üst üste gelmek
lap
üst üste gelmek
overlap
üst üste getirmek
superimpose
üst üste konmuş
laminated
üst üste koymak
pile on
üst üste koymak
to superimpose
üst üste koymak
superpose
üst üste koymak
laminate
üst üste olan
successive
üst üste olma
superposition
üst üste olma
succession
üst üste oturma
(dişler) occlusion
üst üste yapmak
superpose
üst üste yapmak
superimpose
üst üste yapılan iki karşılaşma
doubleheader
üst üste çekim
superimposition
üst üste üç gün
three successive days
üst üste üç kanatlı uçak
triplane
üst üste üç sayı
hat trick
üst üste üç sıra kürekli kadırga
trireme
üst
{i} senior

English and mathematics are made much of in senior high schools. - İngilizce ve matematik üst düzey liselerde çok yapılır.

He holds a senior position in the government. - O, hükümette üst düzey bir konuma sahiptir.

üst
superior

The chief clerk is not a hardworking man, but gets ahead rapidly because he knows how to curry favor with his superiors. - Baş katip çalışkan bir adam değil fakat üstlerine nasıl yaltaklanacağını bildiği için çabuk ilerliyor.

He behaves respectfully toward his superiors. - Üstlerine karşı saygıyla davranır.

üst
upper side, upper part, top; outside surface; clothing, dress; body; (para) remainder, change; superior; upper, uppermost
üst
surface
üst
covering
üst
at or about (a certain time): öğle üstü in the early afternoon/ at noon
üst
upstairs

I saw him coming upstairs. - Onu üst kata gelişini gördüm.

The bedrooms are upstairs. - Yatak odaları üst kattadır.

üst
high

There are few high-ranking positions left open for you. - Sizin için açık bırakılmış birkaç üst düzey pozisyon var.

Many high-level officials attended the meeting. - Birçok üst düzey yetkili toplantıya katıldı.

üst
change

You gave me the wrong change. - Bana paranın üstünü yanlış verdin.

You have forgotten your change. - Para üstünüzü unuttunuz.

üst
(Matematik) power

He believed in the supreme power of the law. - Hukukun üstün gücüne inanıyordu.

He swept to power in 1929. - 1929'da ezici bir üstünlükle iktidara geldi.

üst
upper part

He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh. - Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.

The upper part of the mountain is covered with snow. - Dağın üst kısmı karla kaplıdır.

üst
chief

The chief clerk is not a hardworking man, but gets ahead rapidly because he knows how to curry favor with his superiors. - Baş katip çalışkan bir adam değil fakat üstlerine nasıl yaltaklanacağını bildiği için çabuk ilerliyor.

üst
(Ticaret) major

A major is above a captain. - Binbaşı yüzbaşının üstündedir.

üst
powers
üst
(İnşaat) topping
üst
(Bilgisayar) ceiling

Tom is lying on his back, staring at the ceiling. - Tom sırt üstü uzanıyor, tavana bakıyor.

üst
remainder
üst
clothing
üst
outside surface
üst
upper side
üst
(Matematik) exponential

The greatest shortcoming of the human race is our inability to understand the exponential function. - İnsan ırkının en büyük eksikliği üstel işlevi anlamak için bizim yetersizliğimizdir.

The exponential function has a horizontal asymptote. - Üstel fonksiyonun yatay asimptotu vardır.

üst
uppermost
üst
(Biyokimya) super

The chief clerk is not a hardworking man, but gets ahead rapidly because he knows how to curry favor with his superiors. - Baş katip çalışkan bir adam değil fakat üstlerine nasıl yaltaklanacağını bildiği için çabuk ilerliyor.

This cloth is superior to that. - Bu kumaş ona göre daha üstün.

üst
above

Health is above wealth, for the former is more important than the latter. - Sağlık zenginliğin üstündedir, zira birincisi ikincisinden daha önemlidir.

We are flying above the clouds. - Biz bulutların üstünde uçuyoruz.

üst
body

Tom has no upper body strength. - Tom'un üst vücut gücü yok.

Sami threw a blanket over Layla's body. - Sami, Leyla'nın cesedinin üstüne bir battaniye attı.

üst
dress

Tom put his wallet on top of the dresser. - Tom cüzdanını şifoniyerin üstüne koydu.

I want Italian dressing on my salad. - Salatamın üstüne İtalyan sosu istiyorum.

üst
ultra
Aksilikler hep üst üste gelir
(Atasözü) It never rains but pours
her akşam üst üste
on top of each month
üst
on top

He put the skis on top of the car. - Kayakları arabanın üstüne koydu.

A house is built on top of a solid foundation of cement. - Bir ev, çimentodan yapılmış sağlam bir temel üstüne inşa edilmiştir.

alt alta üst üste
rough-and-tumble
aynı filme yanlışlıkla üst üste çekilen poz
double exposure
en üste
uppermost
iki nokta üst üste
colon
nokta üst üste punctuation colon
sıra
zeytinyağı gibi üste/suyun yüzüne çıkmak
(for a guilty person) to outwit his accusers and come out smelling like a rose
üst
upper surface, top: Kütüğün üstüne oturdu. She sat down on the log
üst
parent , powers , upper , exponent , top
üst
(a) superior, (a) boss
üst
clothes: Üstünü kirletme ha! Don't get your clothes dirty, you hear?
üst
space over or above: Üstümde ay parlıyordu. The moon was shining above me
üst
top, upper: en üst kat topmost floor. yokuşun üst yanında on the upper part of the slope
üst
remainder, rest (of an amount of money)
üst
highup
Turkish - Turkish
Fazladan verilen çaba
Fazladan verilen, çaba
Fazla olarakverilen
üst üste
Birbiri arkasından
üst üste
Birbirinin üstüne konulmuş
üst üste
Çok kalabalık, sıkışık
üst
Bir şeyin dış yüzü, yüzey: "Ağzında lokmayı birdenbire yutmaya kıyamıyor, dilinin üstünde gezdiriyordu."- Ö. Seyfettin
Üst
yan
Üst
(Hukuk) FEVK
üst
Bir şeyin görülen yanı, yüzü
üst
Bazı tamlamalarda zaman bildirir: "Hiç unutmam; 1934 yılı sonbaharının serince bir akşamüstü idi."- Y. K. Karaosmanoğlu
üst
Birkaç şeyden birbirine göre yukarıda olan
üst
Öte, arka
üst
Sınıflamalarda temel olarak alınan bir tipe göre ileri derecede olan
üst
Artan, geriye kalan bölüm: "Bir liranın üstü olarak uşağın getirdiği yetmiş beş kuruşu masanın üstünden kaldırmaz."- A. Ş. Hisar
üst
Bir şeyin dış yüzü, yüzey
üst
Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk: "Köyün üst tarafında, saman, taş ve yangın arasında, üstü sazlarla örtülmüş bir kulübenin önünde ateş yanıyor."- H. E. Adıvar
üst
Vücut, beden
üst
Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk
üst
İlgilenilen, üzerinde durulan konu
üst
Bazı deyimlerde sorumluluk, yükümlülük anlatır. İlgilenilen, üzerinde durulan konu
üst
Birine göre yüksek aşamada olan kimse
üst
Bir şeyin görülen yanı, yüzü: "Bu sefer taşın üstünden inip yere oturdu."- M. Ş. Esendal
üst
Bazı deyimlerde sorumluluk, yükümlülük anlatır
üst
Giyecek, giysi
üst
Artan, geriye kalan bölüm
üst
Birkaç şeyden birbirine göre yukarıda olan: "Kadınların beni böyle göz hapsine almaları yüzünden üst düğmelerimi gevşetemiyordum."- R. N. Güntekin. Öte, arka: "Ben onu Şehzade Camisi'nin üst yanında, sokak içi, eski ahşap bir evde tanıdım."- Y. Z. Ortaç
üst
Birine göre yüksek aşamada olan kimse, mafevk
üst
Bazı tamlamalarda zaman bildirir
üst
us
üste
Favorites