Most of the consonants are pronounced like those in English.
- Ünsüzlerin çoğu İngilizcedekiler gibi telaffuz edilir.
My wardrobe has four doors and two mirrors. It was manufactured by a Swedish company, whose name contains three vowels and a consonant.
- Gardrobumun dört kapısı ve iki aynası var. Adı, üç sesli harf ve bir ünsüz içeren bir İsveç şirketi tarafından üretildi.
His courage won him fame.
- Cesareti ona ün kazandı.
The architect achieved worldwide fame.
- Mimar dünya çapında ün kazandı.
Many scientists have the reputation of being eccentric.
- Çok sayıda bilim adamı eksantrik olma ününe sahiptir.
Tom has a reputation of never listening to anybody's advice.
- Tom kimsenin tavsiyesi asla dinlemeyen bir üne sahiptir.
You're a celebrity now.
- Sen artık bir ünlüsün.
Mary enjoys being a celebrity.
- Mary bir ünlü kişi olmaktan hoşlanır.
Tom's father was a noted mathematician.
- Tom'un babası ünlü bir matematikçiydi.
She is a noted singer.
- O, ünlü bir şarkıcıdır.
The Anglophones always complained about the vowels /a e i o u/ in artificial languages. Those sounds are used because most other sounds other people cannot pronounce.
- Anglofonlar her zaman yapay dillerdeki ünlü seslerden/aeiou/ şikâyet ettiler. Bu sesler diğer insanların telaffuz edemedikleri diğer birçok seslerden dolayı kullanılırlar.
This is a true story. A woman was admitted to a reputed obstetrics clinic to give birth.
- Bu gerçek bir hikaye. Bir kadın, doğurmak için ünlü bir kadın-doğum kliniğine yatırıldı.
All the streets in this area are named after famous people.
- Bu bölgedeki tüm sokaklar ünlü kişilerin adını taşır.
My wardrobe has four doors and two mirrors. It was manufactured by a Swedish company, whose name contains three vowels and a consonant.
- Gardrobumun dört kapısı ve iki aynası var. Adı, üç sesli harf ve bir ünsüz içeren bir İsveç şirketi tarafından üretildi.
She has international renown as a painter.
- O bir ressam olarak uluslararası üne sahiptir.
He gained renown through the novel.
- O, roman sayesinde ün kazandı.
He has a reputation for taking a long time to make a decision.
- Geç karar vermesiyle ünlüdür.
Tom has a reputation of never listening to anybody's advice.
- Tom kimsenin tavsiyesi asla dinlemeyen bir üne sahiptir.
You can tell this is college radio. First of all, they actually play records; secondly, they keep playing them at the wrong speed.
- Bunu üniversite radyosunda anlatabilirsin. Her şeyden önce onlar aslında kayıtları çalarlar; ikinci olarak onları yanlış hızda çalmaya devam ederler.
Sami was falsifying his university records.
- Sami üniversite kayıtlarını tahrif ediyordu.
The college bestowed an honorary degree on him.
- Üniversite ona fahri doktora unvanı verdi.
She is an honor to our college.
- O bizim üniversite için bir onurdur.