Hope is when you suddenly run to the kitchen like a mad man to check if the empty chocolate cookie box you just finished an hour ago is magically full again.
- Ümit; bir saat önce bitirdiğin çikolatalı çörek kutusunun sihirle tekrar dolup dolmadığını kontrol etmek için çılgın bir adam gibi birdenbire mutfağa doğru koştuğundadır.
There is little, if any, hope that Tom will win the election.
- Eğer varsa, Tom'un seçimi kazanmasına dair küçük bir ümit var.
All we can do is hope.
- Bütün yapabileceğimiz ümit etmektir.
All we can do now is hope that Tom does what he's promised to do.
- Artık bütün yapabileceğimiz Tom'un yapmaya söz verdiği şeyi yapmasını ümit etmektir.
They passed the Cape of Good Hope.
- Onlar Ümit Burnu'nu geçtiler.
They passed the Cape of Good Hope.
- Onlar Ümit Burnu'nu geçtiler.
They passed the Cape of Good Hope.
- Onlar Ümit Burnu'nu geçtiler.
That sounds quite promising, doesn't it?
- O oldukça ümit verici görünüyor, değil mi?
You're not very encouraging.
- Çok ümit verici değilsin.