I got this CD player for free.
- Ben bu CD çaları ücretsiz aldım.
You can get it for free.
- Onu ücretsiz alabilirsin.
This booklet is free of charge.
- Bu kitapçık ücretsizdir.
Would you be willing to send me a sample free of charge?
- Bana ücretsiz bir numune gönderir misiniz?
He was sentenced to 200 hours of unpaid work.
- O, 200 saat ücretsiz çalışma cezasına çarptırıldı.
Tom and Mary are unpaid volunteers.
- Tom ve Mary ücretsiz gönüllülerdir.
You can't get anything for nothing.
- Ücretsiz bir şey alamazsın.
You can have this watch for nothing.
- Bu saati ücretsiz alabilirsin.
First class plane flights come with complimentary alcohol.
- Birinci sınıf uçak bileti ücretsiz alkol ile birlikte gelir.
The drinks are complimentary.
- İçecekler ücretsizdir.
What's the price of this umbrella?
- Bu şemsiyenin ücreti nedir?
Tom won't lower the price.
- Tom ücreti indirmeyecek.
The net-cafes here cater to students; fees start at around a pound an hour.
- Buradaki net-kafeler öğrencilere yiyecek ve içecek sağlamaktadır; ücretler yaklaşık saati bir pounddan başlamaktadır.
You must pay the admission fee here.
- Buraya giriş ücreti ödemelisiniz.
The union won a 5% wage increase.
- Sendika, % 5 oranında ücret artışı kazandı.
My monthly wage is 300,000 yen.
- Benim aylık ücret 300.000 yen.
Do you charge for delivery?
- Teslimat için bir ücret alıyor musunuz?
Are the tip and service charge included?
- Bahşiş ve servis ücreti dahil mi?
The cost of the air fare is higher than of the rail fare.
- Uçak bileti ücretinin tutarı tren bileti ücretinden daha yüksek.
How much does it cost to get in?
- İçeri girmenin ücreti ne kadar?
Poor Japanese immigrants were willing to work for low pay.
- Fakir Japon göçmenler düşük ücretle çalışmaya istekliydiler.
Everyone, without any discrimination, has the right to equal pay for equal work.
- Herkesin, hiçbir fark gözetilmeksizin, eşit iş karşılığında eşit ücrete hakkı vardır.
Tickets are $30, parking is free and children under ten receive free admission.
- Biletler 30 dolar, park etmek ücretsiz ve on yaşın altındaki çocuklara ücretsiz giriş.
The policemen demanded higher wages.
- Polisler daha yüksek ücretler talep ettiler.
He promised to pay us high wages.
- Bize yüksek ücret ödemeye söz verdi.
What's your hourly rate?
- Senin saat ücretin nedir?
Show me a list of your rates, please.
- Bana ücretlerinin bir listesini göster, lütfen.
The fee includes the payment for professional services needed to complete the survey.
- Araştırmayı tamamlamak için gereken mesleki hizmetler ücrete dahildir.
We've hired Tom to paint our garage.
- Garajımızı boyaması için Tom'u ücretle tuttuk.
It wasn't my idea to hire him.
- Onu ücretle çalıştırmak benim fikrim değildi.
The professor who invented it has the right to reasonable remuneration from the university.
- Onu icat eden profesör, üniversiteden makul bir ücret hakkına sahip
I have no objection to paying a special fee if it is necessary.
- Gerekirse özel bir ücret ödeme konusunda herhangi bir itirazım yok.
If necessary, I have no objection to paying a special fee.
- Eğer gerekliyse, özel bir ücret ödemeye hiçbir itirazım olmaz.
I'm not the only one who doesn't have enough money to pay the membership fee.
- Üyelik ücretini ödemek için yeterli paraya sahip olmayan tek kişi ben değilim.
A higher minimum wage can raise earnings and reduce poverty.
- Daha yüksek asgari ücret, kazançları yükseltip yoksulluğu azaltabilir.
What's the minimum salary in the Czech Republic?
- Çek Cumhuriyetinde asgari ücret nedir?
What's the minimum salary in Australia?
- Avustralya'da asgari ücret nedir?
A higher minimum wage can raise earnings and reduce poverty.
- Daha yüksek asgari ücret, kazançları yükseltip yoksulluğu azaltabilir.
Those who have not paid their dues are asked to see me at the end of class.
- Ücretlerini ödememiş olanların dersin sonunda beni görmeleri isteniyor.