Select Keyboard:
Türkçe ▾
  1. Türkçe
  2. English
  3. العربية
  4. Dansk
  5. Deutsch
  6. Ελληνικά
  7. Español
  8. فارسی
  9. Français
  10. Italiano
  11. Kurdî
  12. Nederlands
  13. Polski
  14. Português Brasileiro
  15. Português
  16. Русский
  17. Suomi
  18. Svenska
  19. 中文注音符号
  20. 中文仓颉输入法
X
"1234567890*-Bksp
Tabqwertyuıopğü,
CapsasdfghjklşiEnter
Shift<zxcvbnmöç.Shift
AltGr

önle

listen to the pronunciation of önle
Turkish - English
{f} foiled
prevent

We must take measures to prevent traffic accidents. - Biz trafik kazalarını önlemek için gerekli önlemleri almamız gerekir.

What prevented her from coming yesterday? - Dün onun gelmesini ne önledi?

(Bilgisayar) block

Southern senators blocked anti-lynching legislation through the 1930s. - Güney senatörleri 1930'lu yıllara kadar linç önleme yasasını engelledi.

{f} precluding
{f} forestalling
{f} counteracting
{f} repressed
repress
obviate
{f} repressing
forestall

This campaign cannot forestall new Zika virus outbreaks. - Bu kampanya yeni Zika virüs salgınlarını önleyemez.

Our aim is to forestall all those risks. - Amacımız tüm bu riskleri önlemektir.

{f} prevented

It is a disease that can't be prevented. - Bu önlenemez bir hastalıktır.

His pride prevented him from asking others for help. - Onun gururu başkalarından yardım istemeyi önledi.

{f} foil
circumvent
prevent from
avert

Skillful diplomacy helps to avert war. - Becerikçi diplomasi, savaşı önlemeye yardımcı olur.

That danger can be averted. - O tehlike önlenebilir.

preventfrom
önlemek
avoid

If you want to avoid cholesterol, eat lean meat with no fat. - Eğer kolesterolü önlemek istiyorsanız yanında yağ olmadan yağsız et yiyin.

Flares are used to avoid heat-seeking missiles. - Fişekler ısı arayan füzeleri önlemek için kullanılır.

ön
preliminary

A preliminary hearing is scheduled for October 20th. - Bir ön duruşma 20 Ekim'de planlanıyor.

ön
face

I don't understand the words on the face of the coin. - Madeni paranın önündeki sözleri anlamıyorum.

I have seen that face somewhere before. - O yüzü daha önce bir yerde gördüm.

ön
{s} anterior
ön
front

The car is parked in front of the building. - Araba, binanın önüne park edildi.

The garden is in front of the house. - Bahçe, evin önündedir.

önlemek
prohibit
önlemek
{f} prevent

We must take measures to prevent traffic accidents. - Biz trafik kazalarını önlemek için gerekli önlemleri almamız gerekir.

Tom couldn't have done anything to prevent the accident. - Tom kazayı önlemek için bir şey yapmış olamazdı.

ön
forward

The old man leaned forward and asked his wife with a soft voice. - Yaşlı adam öne doğru eğildi ve karısına yumuşak bir sesle sordu.

Please bring the matter forward at the next meeting. - Lütfen gelecek toplantıda maddeyi öne sür.

önlemek
ward off

We sprinkle salt to ward off bad luck. - Kötü şansları önlemek için tuz serpiyoruz.

önlemek
(Hukuk) to prevent

We must take measures to prevent traffic accidents. - Biz trafik kazalarını önlemek için gerekli önlemleri almamız gerekir.

We have to take steps to prevent air pollution. - Hava kirliliğini önlemek için önlemler almalıyız.

önlemek
{f} preclude
önlemek
prevent from
önlemek
avert
önlemek
to prevent, to prohibit, to block, to stop, to check, to avoid, to repress, to thwart, to avert
önlemek
{f} circumvent
önlemek
foil
ön
first

One is judged by one's speech first of all. - Bir insan her şeyden önce konuşması ile değerlendirilir.

Two weeks ago, I visited Disneyland for the first time. - İki hafta önce, ilk kez Disneyland ziyaret ettim.

ön
(Dilbilim) proto
ön
(Bilgisayar,Dilbilim) initial

Tom carved his initials on the large oak tree in front of the school. - Tom okulun önündeki büyük meşe ağacına adının baş harflerini kazıdı.

ön
primary

Where to go and what to see were my primary concerns. - Nereye gideceğim ve ne göreceğim benim öncelikli ilgilerim.

My primary concern is your safety. - Benim öncelikli ilgim sizin güvenliğinizdir.

ön
(Tıp) posterior
ön
pre-

What's your pre-tax income? - Senin vergi öncesi gelirin nedir?

He bought the pre-cut pork loin. - O önceden kesilmiş domuz filetosu aldı.

ön
foreground

The couch is in the foreground next to the table. - Kanepe masanın yanında ön tarafta.

önlemek
counter to
önlemek
(deyim) put off
önlemek
exclude
önlemek
to stop, check; to prevent
önlemek
bar
önlemek
inhibit
önlemek
supress
önlemek
{f} suppress
önlemek
{f} thwart
önlemek
{f} frustrate
ön
fore

The morning forecast predicted thunder showers later in the day. - Sabah hava durumu daha sonra gün içinde gök gürültülü sağanak yağışı öngördü.

Nobody can foresee what'll happen. - Kimse ne olacağını öngöremez.

ön
ventral
ön
frontal
ön
pre

We have to take steps to prevent air pollution. - Hava kirliliğini önlemek için tedbirler almalıyız.

He arrived two days previously. - O iki gün önceden vardı.

önlemek
to stop, waylay
önlemek
estop
önlemek
repress
önlemek
block
önlemek
remedy
önlemek
discourage
önlemek
stop
önlemek
check
önlemek
interdict
önlemek
intercept
ön
precursor
ön
the front

Tom and Mary usually like to sit in the front row. - Tom ve Mary genellikle ön sırada oturmaktan hoşlanırlar.

Tom always wants to sit in the front row. - Tom her zaman ön sırada oturmak ister.

ön
prelımınary
ön
at the front
ön
pro

They know the importance of protecting the earth. - Dünyayı korumanın önemini biliyorlar.

The student has already solved all the problems. - Öğrenci tüm problemleri daha önce çözdü.

önlemek
arrest
önlemek
bank

Cyprus is struggling to avoid bankruptcy. - Kıbrıs iflası önlemek için mücadele ediyor.

önlemek
forestall

Our aim is to forestall all those risks. - Amacımız tüm bu riskleri önlemektir.

önlemek
foreclose
önlemek
get under control
önlemek
face up to
önlemek
counterwork
önlemek
prevent to
Ön
(Diş Hekimliği) vestibule
ön
the time immediately before one, the immediate future
ön
presence

It's the first time I scream in presence of the manager. I saw a big cockroach on the table! - Yöneticinin önünde ilk kez çığlık attım. Masada büyük bir hamamböceği görmüştüm!

At the party, one of his political opponents humiliated him in the presence of many guests. - Partide,onun politik rakiplerinden biri onu birçok misafirin önünde küçük düşürdü.

ön
initiative
ön
front; front part (of)
ön
ante

Tom connected the TV to the antenna that the previous owner of his house had mounted on the roof. - Tom TV'yi evin önceki sahibinin çatıya monte ettiği antene bağladı.

The conquest of İstanbul antedates the discovery of America. - İstanbul'un fethi, Amerika'nın keşfinden önce gelir.

ön
front; foreground; face; breast, chest; the future; front, foremost, forward; fore; prior; preparatory, preliminary; anterior, frontal
ön
space in front (of)
ön
precursory
ön
front; foremost; preliminary
ön
windshield

Tom was the one who broke the windshield of Mary's car. - Mary'nin arabasının ön camını kıran kişi Tom'du.

Should I clean your windshield? - Ön camını temizlemem gerekiyor mu?

ön
windscreen
ön
advance

It would be to your advantage to prepare questions in advance. - Soruları önceden hazırlamak senin yararına olur.

You may as well say it to him in advance. - Siz de ona önceden söyleyebilirsiniz.

önlemek
keep back
önlemek
head off
önlemek
obviate
önlemek
occlude
önlemek
baffle
önlemek
(tehlike) ward off
önlemek
jugulate
önlemek
{f} stay
önlemek
{f} ward

We sprinkle salt to ward off bad luck. - Kötü şansları önlemek için tuz serpiyoruz.

Turkish - Turkish

Definition of önle in Turkish Turkish dictionary

Ön
(Osmanlı Dönemi) KUDDAMÎ
ön
Bir kimsenin ilerisi: "Bir aralık önümüzden şarkı sesleri geldi."- S. F. Abasıyanık
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzü, arka karşıtı: "Beş on kişi, köşkün önünde toplandık."- M. Ş. Esendal
ön
Bir kimsenin ilerisi
ön
Giyeceklerin genellikle göğsü örten bölümü: "Uçuk siyah renkli çarşaf pelerinin önü açık."- P. Safa
ön
Civar, yöre
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzü, arka karşıtı
ön
Giyeceklerin genellikle göğsü örten bölümü
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzünün baktığı yer, karşı: "Altmış yaşında anamın önünde sigara içmek istemezdim."- B. Felek
ön
Bazı kelimelerin başına getirilerek kelimenin anlamına "önce olan" veya "ilk kavramı" katar
ön
Benzerler arasında bakılan veya gidilen yönde olan: "Ben, Anafartalar'da Mustafa Kemal'in bulunduğu en ön siperlerde de kurşun attım."- A. Gündüz
ön
Yakın gelecek zaman
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzünün baktığı yer, karşı
ön
Benzerler arasında bakılan veya gidilen yönde olan
ön
pişigah
önlemek
Ortaya çıkan veya çıkacağı düşünülen bir tehlikeyi durdurmak, önüne geçmek: "Yakın felaketi önlemek için esaslı tedbir almak güçtür."- F. R. Atay
önlemek
Bir şeyin olmasına veya yapılmasına engel olmak
önlemek
Bir şeyin olmasına veya yapılmasına engel olmak: "Her an bu tempoyu duymamı kim, nasıl önleyecek?"- H. Taner
önlemek
Ortaya çıkan veya çıkacağı düşünülen bir tehlikeyi durdurmak, önüne geçmek
önle
Favorites