I'm so unimportant and insignificant.
- Ben çok önemsiz ve anlamsızım.
I wouldn't say it was unimportant.
- Bunun önemsiz olduğunu söylemezdim.
Almost everything you do will seem insignificant, but it is important that you do it.
- Yaptığın neredeyse her şey önemsiz görünebilir ama bu yaptığın önemlidir.
We're quite insignificant, but awesome nevertheless.
- Biz oldukça önemsizdik ama buna rağmen müthiştik.
A trivial problem doesn't require long contemplation.
- Önemsiz bir problem, uzun tefekküre ihtiyaç duymaz.
Forget it, those are just trivial details.
- Unut gitsin, bunlar sadece önemsiz ayrıntılar.
Don't make such a big deal out of small things.
- Önemsiz şeyleri dert etme.
Age is immaterial, unless you're a bottle of wine.
- Sen bir şişe şarap olmadıkça yaş önemsizdir.
This data is immaterial to the argument.
- Bu bilgi savunma için önemsizdir.
The damage from the flood was negligible.
- Selin verdiği hasar önemsizdi.
Everything else is irrelevant.
- Başka her şey önemsiz.
Don't think little of the ants' lives.
- Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
He often quarrels with his brother about trifles.
- Erkek kardeşi ile önemsiz şeyler hakkında sık sık tartışır.
Don't waste time on trifles.
- Önemsiz şeylerle vakit harcama.
He always worries about minor points.
- Önemsiz konularda her zaman endişe eder.
Your essay was not bad but I have a few minor niggles.
- Denemen kötü değildi ama birkaç önemsiz ayrıntım var.
You must bring home to him the importance of the matter.
- Meselenin önemini ona iyice anlatmalısın.
He put emphasis on the importance of the exercise.
- O, egzersizin önemi üzerine vurgu yaptı.
The familiar place had a new significance for her.
- Tanıdık bir yer onun için yeni bir öneme sahipti.
Today I will be speaking about the significance of sports in modern society.
- Bugün modern toplumda sporun önemi hakkında konuşacağım.
Here is ¥50,000. Please do not spend the money on unimportant things.
- İşte 50.000 yen. Önemsiz şeylere para harcama lütfen.
You're thinking of unimportant things.
- Önemsiz şeyler düşünüyorsun.
He often quarrels with his brother about trifles.
- Erkek kardeşi ile önemsiz şeyler hakkında sık sık tartışır.
Don't waste time on trifles.
- Önemsiz şeylerle vakit harcama.
That's interesting, but not important.
- Bu ilginç ama önemli değil.
Tom brought up an interesting point during the meeting.
- Tom toplantı sırasında önemli bir konudan bahsettti.
You must bring home to him the importance of the matter.
- Meselenin önemini ona iyice anlatmalısın.
It doesn't matter what he said.
- Söylediği şeyin hiçbir önemi yok.
I think the consequences are fairly significant.
- Sonuçların oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.
It is important to emphasize that the consequences are not the same.
- Sonuçların aynı olmadığını vurgulamak önemlidir.
He put great emphasis on spoken English.
- Konuşulan İngilizceye büyük önem verdi.
We should not place too much emphasis on money.
- Paraya çok fazla önem vermemeliyiz.
If we’re truly a nation of family values, we wouldn’t put up with the fact that many women can’t even get a paid day off to give birth.
- Eğer gerçekten aile değerlerine önem veren bir milletsek, çoğu kadının doğum yapmak için ücretli izin bile alamadığı gerçeğine katlanmazdık.
Moral values are important in society.
- Ahlaki değerler toplumda önemlidir.
It's a substantial amount of money.
- O önemli miktarda bir para.
A considerable amount of money was appropriated for the national defense.
- Önemli miktarda para ulusal savunma için tahsis edilmiştir.
I realized that I had grown up when I started heeding my parents' advice.
- Ben ailemin tavsiyesini önemsemeye başladığımda büyüdüğümü fark ettim.
The problem is important on that account.
- Sorun, o nedenle önemlidir.
Such a thing is of no account.
- Böyle bir şey hiç önemli değil.
Intonation is very important. It can completely change the meaning.
- Tonlama çok önemlidir. Anlamı tamamen değiştirebilir.
There were important notes in that notebook.
- O not defterinde önemli notlar vardı.
The teacher stressed the importance of taking notes.
- Öğretmen not almanın önemini vurguladı.
That's the least of our problems at the moment.
- Bu, şu an için sorunlarımız arasında en önemsiz olanı.
I've got something more important on my mind at the moment.
- Şu anda aklımda daha önemli bir şey var.
He laid stress on the importance of being punctual.
- Dakik olmanın önemine vurgu yaptı.
Tom is under considerable stress.
- Tom önemli stress altında.
Sugary drinks have no nutritional value and contribute significantly to weight gain.
- Şekerli içeceklerin hiçbir besin değeri yoktur ve kilo almaya önemli ölçüde etki ederler.
His opinions carry weight.
- Onun fikirleri önemlidir.
Scientists regard the discovery as important.
- Bilim adamları keşfe önemli gözüyle bakıyor.
We regard him as an important man.
- Onu önemli bir insan olarak görüyoruz.
An important characteristic of steel is its strength.
- Çeliğin önemli bir özelliği onun gücüdür.
An important quality of steel is its strength.
- Çelik hakkında önemli bir kalite onun gücüdür.
Recycling paper is very important.
- Kâğıdı geri dönüştürmek çok önemlidir.
I have an important role.
- Önemli bir rolüm var.