önemli

listen to the pronunciation of önemli
Turkish - English
important

Water is important for people. - Su, insanlar için önemlidir.

I have an important role. - Önemli bir rolüm var.

significant

The superpowers made significant progress in disarmament. - Süper güçler silahsızlanmada önemli gelişme yaptılar.

I thought it might be significant. - Onun önemli olabileceğini düşündüm.

{s} substantial

He gave her a substantial sum. - O ona önemli bir meblağ verdi.

Tom has a very substantial retirement fund. - Tom'un çok önemli bir emeklilik fonu vardır.

crucial

It's crucial for my girlfriend to be a hugger. - Kız arkadaşımın kucaklamayı seven biri olması çok önemli.

The timing will be crucial. - Zamanlama çok önemli olacak.

major

Tobacco was one of their major crops. - Tütün önemli ürünlerden biridir.

Kate has been given an opportunity to play a major role in a movie. - Kate'e bir filmde önemli bir rol oynama fırsatı verildi.

essential

Memory is an essential function of our brain. - Hafıza, beynimizin önemli bir fonksiyonudur.

The dissemination of scientific knowledge is essential. - Bilimsel bilginin dağıtımı önemlidir.

worthy
notable

Statues of Buddha are notable works of Japanese art. - Buda heykelleri Japon sanatının önemli eserleridirler.

especial

Freedom of speech is especially important to broadcasters. - Konuşma özgürlüğü özellikle yayımcılar için önemlidir.

Coal is especially important. - Kömür özellikle önemlidir.

speak of
that's important

That's the only thing that's important. - Önemli olan tek şey bu.

That's the only thing that's important. - Önemli olan tek şey odur.

noteworthy
weightily
cautious
substantive
hotshot
prime

The coral reef is the region's prime attraction. - Mercan kayalığı, bölgenin en önemli cazibesidir.

speak

Many parents think it's important for their children to learn how to speak French. - Birçok ebeveynler çocuklarının Fransızca konuşmayı öğrenmelerinin önemli olduğunu düşünüyorlar.

Getting your message across is much more important than trying to say it exactly like a native speaker would say it. - Mesajınızı anlatmak bir yerlinin tam olarak söyleyeceği gibi onu söylemeye çalışmaktan çok daha önemlidir.

big-time
circumspect
solemn
burning
(Bilgisayar) critical
chief

What were the chief events of last year? - Geçen yılın önemli olayları nelerdi?

What were yesterday's chief events? - Dünün önemli olayları neydi?

top-line
significantly

My office is significantly brighter than yours. - Benim bürom seninkinden önemli ölçüde daha aydınlıktır.

Which countries have developed significantly during the past ten years? - Son on yıl boyunca hangi ülkeler önemli ölçüde gelişti?

emphatical
momentous

The falling of the Berlin Wall was truly a momentous occasion. - Berlin duvarının düşüşü gerçekten önemli bir fırsattı.

consequential
grave

I have grave concerns. - Önemli endişelerim var.

It's very important for Tom to visit his father's grave. - Babasının mezarını ziyaret etmek Tom için çok önemlidir.

of weight
high

This was the highlight of my day. - Bu, günümün önemli olayıydı.

Israel has become one of the most important high-tech centers in the world. - İsrail, dünyadaki en önemli yüksek teknoloji merkezlerinden biri haline gelmiştir.

weighty
cardinal
historic

Many important historical events took place 7000 years B.C. - Birçok önemli tarihsel olaylar M.Ö 7000 yıllarında gerçekleşti.

That film was an extremely inaccurate portrayal of key historical events. - O film önemli tarihsel olayların son derece yanlış bir tasviriydi.

grand

While most of us are significantly better off financially than our parents and grandparents, happiness levels haven't changed to reflect that. - Çoğumuz ebeveynlerimiz ve büyük ebeveynlerimizden önemli ölçüde daha varlıklı olmamıza karşın, onu yansıtan mutluluk seviyeleri değişmemiştir.

eventful
emphatic
heavy
capital

Madrid is the capital of Spain and its most important city. - Madrid İspanyanın başkenti ve onun en önemli şehri.

great

The tax increases affected our lives greatly. - Vergi artışları hayatlarımızı önemli ölçüde etkiledi.

He is a man of great importance. - O çok önemli bir adam.

big time
of importance

Today's paper contains nothing of importance. - Bugünkü gazete önemli bir şey içermiyor.

Other factors of importance, which make litigation of large corporations more difficult, are the size and complexity of their activities. - Büyük şirketleri dava etmeyi zorlaştıran diğer önemli etkenler de faaliyetlerinin boyutları ve karmaşıklığıdır.

gut
big

Yeah, it's no big deal. - Evet, bu hiç önemli değil.

If you want to go, then go. If you don't want to, then it's no big deal. - Gitmek istersen o zaman git. Gitmek istemezsen bu hiç önemli bir şey değil.

considerable

The demand for rice in Japan is considerable. - Japonya'da pirinç için talep önemli.

I think I've showed considerable constraint under the circumstances. - Ben bu koşullar altında önemli bir baskı gösterdiğimi düşünüyorum.

fateful
important, great, big, considerable, burning mühim
healthy

The main thing is that we're healthy. - Önemli olan sağlıklı olmamız.

A healthy and balanced diet is very important for all of us. - Sağlıklı ve dengeli bir diyet hepimiz için çok önemlidir.

{s} urgent
be important
{s} historical

That film was an extremely inaccurate portrayal of key historical events. - O film önemli tarihsel olayların son derece yanlış bir tasviriydi.

Many important historical events took place 7000 years B.C. - Birçok önemli tarihsel olaylar M.Ö 7000 yıllarında gerçekleşti.

prominent

The tower occupied a prominent spot on the ridge. - Kule tepede önemli bir yer işgal etti.

He occupies a prominent position in the firm. - O, firmada önemli bir konumu işgal eder.

of note
noticeable
serious

We have a serious problem. - Önemli bir problemimiz var.

majeur
gem
priority
integral
epistle
salient
safe

Safety is the most important thing. - Güvenlik en önemli şeydir.

Safety is what matters most. - Güvenlik en önemli şeydir.

fundamental
leadıng
{s} material

Material conditions are extremely important. - Malzeme koşulları son derece önemlidir.

Japan imports various raw materials from abroad. - Japonya yurtdışından birçok önemli ham madde ithal eder.

{s} smart

It doesn't matter how smart you are. - Ne kadar akıllı olduğun önemli değil.

It doesn't matter how beautiful your theory is, it doesn't matter how smart you are. If it doesn't agree with experiment, it's wrong. - Teorinin ne kadar güzel olduğu önemli değil, ne kadar akıllı olduğun önemli değil. Eğer o deneyle uymuyorsa, o yanlıştır.

star

No matter how much I prod her, she refuses to start working on the assignment. - Onu ne kadar çok teşvik ettiğim önemli değil, O, görev üzerinde çalışmaya başlamayı reddediyor.

Let's start focusing on more important matters. - Daha önemli konular üzerinde odaklanmaya başlayalım.

top line
{s} leading

He never forgot his ambition to become a leading politician. - O önemli bir politikacı olma hırsını asla unutmadı.

önem
importance

This problem is only of secondary importance. - Bu problem sadece ikincil derecede önemli.

He put emphasis on the importance of the exercise. - O, egzersizin önemi üzerine vurgu yaptı.

çok önemli
(Hukuk) crucial

The timing will be crucial. - Zamanlama çok önemli olacak.

Sunday's match will be crucial. - Pazar günkü maç çok önemli olacak.

önem
(Hukuk) significance

Today I will be speaking about the significance of sports in modern society. - Bugün modern toplumda sporun önemi hakkında konuşacağım.

Did that have any special significance? - Onun herhangi özel bir önemi var mıydı?

çok önemli
vital

She's vital to the mission. - O görev için çok önemlidir.

It's absolutely vital that we get to Tom Jackson's office by 2:30. - 2.30'a kadar Tom Jackson'ın ofisine gitmemiz kesinlikle çok önemlidir.

önemli değil
not at all
önemli değil
don't mention it
önemli değil
it doesn't matter

It doesn't matter when you come. - Ne zaman geldiğin önemli değil.

It doesn't matter which team wins the game. - Oyunu hangi takımın kazanacağı önemli değil.

önemli adam
mogul
önemli değil
you are welcome
önemli olay
highlight

This was the highlight of my day. - Bu, günümün önemli olayıydı.

önemli olmak
matter
önemli değil
not important

That's not important right now. - O, şu anda önemli değil.

That's not important, is it? - Bu önemli değil, değil mi?

önemli değil
think nothing of
önemli değil
doesn't matter

It doesn't matter whether your answer is right or wrong. - Cevabınızın yanlış ya da doğru olması önemli değil.

It doesn't matter when you come. - Ne zaman geldiğin önemli değil.

önemli etki
(Ticaret) significant influence
önemli gün
occasion
önemli gün
d-day
önemli haber
newsflash
önemli kimse
big gun
önemli kimse
(deyim) big deal
önemli kimse
(deyim) big wheel
önemli kimse
(deyim) big cheese
önemli kimse
big-timer
önemli kimse
a big gun
önemli kimse
vip
önemli kimse
heavyweight
önemli kişi
personality
önemli konu
meat
önemli konu
weighty matter
önemli nokta
(Havacılık) significant point
önemli olay
(Ticaret) milestone
önemli olma
noteworthiness
önemli olmak
be important
önemli olmak
count
önemli risk
significant risk
önemli rol
important role
önemli sorun
important problem
önemli uyarı
(Bilgisayar) critical alarm
önemli ve güçlü kişiler
(deyim) big guns
önemli yer
key position
önemli özellik
virtue
önemli üye
pillar
önemli bir şey
something

Each time I see Mary, I learn something new and important from her. - Mary'yi gördüğüm her seferde, ondan yeni ve önemli bir şey öğreniyorum.

I'm about to tell you something important. - Sana önemli bir şey söylemek üzereyim.

önemli değil
not at all, think nothing of it rica ederim
önemli değil
it does not matter

It does not matter to me whether you come or not. - Gelip gelmemen benim için önemli değil.

It does not matter that he did not know about it. - onun hakkında bilmediği önemli değildir.

önemli olmayan
nonfatal
önemli aktör
key actor
önemli an
juncture
önemli arazi
(Askeri) critical terrain
önemli askeri tatbikat brifingi
(Askeri) significant military exercise brief
önemli bir parçası
part and parcel
önemli bir şey değil
Nothing serious
önemli biri
person of note
önemli delil
the weight of evidence
önemli derecede uyumlaştırma
(Hukuk) substantial harmonisation
önemli durma
(Bilgisayar) critical stop
önemli durum
critial situation
önemli durum
important situation
önemli engel
(Askeri) significant obstruction
önemli gelişme
(Hukuk) substantial progress
önemli gün
red letter day
önemli hasar raporu; özel bilgi ihtiyacı
(Askeri) serious incident report; specific information requirement
önemli hüküm
(Ticaret) red-ink entry
önemli işler
(Ticaret) high affairs
önemli kanıt
cogent evidence
önemli karşılaşma
Derby
önemli kimse
somebody

I am somebody and I am important. - Ben önemli kimseyim ve önemliyim.

önemli kimse
it
önemli kimse
someone
önemli kişiler
worthies
önemli kişiler
men of worth
önemli kullanıcı baypası
(Askeri) essential user bypass
önemli kullanıcı yeniden anahtarlama değişkeni
(Askeri) essential user rekeying variable
önemli madde
plank
önemli mesaj
flash message
önemli mevki
(Askeri) sensitive position
önemli miktar
size
önemli noktada
when the chips are down
önemli olay
watershed
önemli olduğundan değil
not that it matters
önemli olmak
to matter
önemli olmak
be decisive in
önemli olmak
bulk
önemli olumsuz etkiler
(Hukuk) significant negative impacts, effects
önemli rol vermek
put smb. in the picture
önemli sınır
(Hukuk) outstanding border
önemli tutar
(Ticaret) significant amount
önemli ve etkili kimse
leading light
önemli yerler neleri
What are the main points of interest
önemli zarar
(Hukuk) significant harm
önemli ölçüde azaltmak
decimate
önemli ölçüde yeniden yapılanma
(Hukuk) significant restructuring
önemli şey
much
en önemli
prime

The coral reef is the region's prime attraction. - Mercan kayalığı, bölgenin en önemli cazibesidir.

en önemli
paramount
önemli derecede
markedly

Life has improved markedly. - Hayat önemli derecede ilerledi.

önem
{i} interest

Tom brought up an interesting point during the meeting. - Tom toplantı sırasında önemli bir konudan bahsettti.

That's interesting, but not important. - Bu ilginç ama önemli değil.

önem
magnitude
önem
{i} matter

It doesn't matter whether you answer or not. - Cevap verip vermemenin önemi yok.

You must bring home to him the importance of the matter. - Meselenin önemini ona iyice anlatmalısın.

önem
{i} consequence

They're of no consequence. - Onların hiç önemi yok.

I think the consequences are fairly significant. - Sonuçların oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.

en önemli
most important

What is most important in life differs from person to person. - Hayatta neyin en önemli olduğu kişiden kişiye değişir.

The beginning is the most important part of the work. - Başlangıç işin en önemli kısmıdır.

önem
emphasis

We should not place too much emphasis on money. - Paraya çok fazla önem vermemeliyiz.

He placed emphasis on the importance of education. - O, eğitimin önemini vurguladı.

önem
severity
önem
value

Sugary drinks have no nutritional value and contribute significantly to weight gain. - Şekerli içeceklerin hiçbir besin değeri yoktur ve kilo almaya önemli ölçüde etki ederler.

If we’re truly a nation of family values, we wouldn’t put up with the fact that many women can’t even get a paid day off to give birth. - Eğer gerçekten aile değerlerine önem veren bir milletsek, çoğu kadının doğum yapmak için ücretli izin bile alamadığı gerçeğine katlanmazdık.

önem
{i} amount

Mushrooms contain significant amounts of minerals. - Mantarlar önemli miktarda mineral içerirler.

A considerable amount of money was appropriated for the national defense. - Önemli miktarda para ulusal savunma için tahsis edilmiştir.

önem
{i} accent
önemli ölçüde
dramatically

The cost of living increased dramatically. - Yaşamanın maliyeti önemli ölçüde arttı.

Since the mid-20th century, the number of hutongs in Beijing has dropped dramatically as they are demolished to make way for new roads and buildings. - 20. yüzyılın ortalarından beri Pekin'de su kuyusu sayısı önemli ölçüde düşmüş ve yeni yol ve binalar için bir yol yapmak için yıkılmışlardır.

önem
{i} stature
önemli derecede
significantly

This is significantly different. - Bu önemli derecede farklı.

Tom is doing significantly better. - Tom önemli derecede daha iyi yapıyor.

-e önemli
important to
en önemli
key

Paying attention to what you are doing is one of the most important keys to success. - Ne yaptığına dikkat etmek başarmak için en önemli anahtarlardan biridir.

en önemli
(Tıp) potent
en önemli
pivotal
en önemli
grand
en önemli
cardinal
en önemli
chief
en önemli
master
en önemli
primary
en önemli bölüm
highlight
pek önemli değil
for what it's worth
çok önemli
sacrosanct
çok önemli
critical
çok önemli
considerable
çok önemli
a matter of life or death
çok önemli
fateful
çok önemli
a matter of life and death
çok önemli
red-letter
çok önemli
big deal

I thought this wasn't a big deal. - Bunun çok önemli olmadığını düşündüm.

It's a very big deal. - Bu çok önemli bir konu.

çok önemli
all-important
önem
heed

I realized that I had grown up when I started heeding my parents' advice. - Ben ailemin tavsiyesini önemsemeye başladığımda büyüdüğümü fark ettim.

önem
substance
önem
heftiness
önem
noteworthiness
önemli ölçüde
significantly

While most of us are significantly better off financially than our parents and grandparents, happiness levels haven't changed to reflect that. - Çoğumuz ebeveynlerimiz ve büyük ebeveynlerimizden önemli ölçüde daha varlıklı olmamıza karşın, onu yansıtan mutluluk seviyeleri değişmemiştir.

In Japan, employment opportunities are significantly lower for women than they are for men. - Japonya'da istihdam imkanları kadınlar için erkekler için olduğundan önemli ölçüde düşüktür.

ünlü ya da önemli kimse
personage
önem
{i} account

Such a thing is of no account. - Böyle bir şey hiç önemli değil.

It's important to take cultural relativism into account before judging another culture. - Başka bir kültürü yargılamadan önce kültürel göreceliği hesaba katmak önemlidir.

önem
immediacy
önem
cruciality
önem
meaning

Intonation is very important. It can completely change the meaning. - Tonlama çok önemlidir. Anlamı tamamen değiştirebilir.

önem
note

The teacher stressed the importance of taking notes. - Öğretmen not almanın önemini vurguladı.

There were important notes in that notebook. - O not defterinde önemli notlar vardı.

önem
moment

I've got something more important on my mind at the moment. - Şu anda aklımda daha önemli bir şey var.

That's the least of our problems at the moment. - Bu, şu an için sorunlarımız arasında en önemsiz olanı.

önem
urgency
önem
stress

It is important to stress that the consequences are not the same. - Sonuçların aynı olmadığını vurgulamak önemlidir.

The teacher stressed the importance of daily practice. - Öğretmen günlük çalışmanın önemini vurguladı.

önem
weight

His opinions carry weight. - Onun fikirleri önemlidir.

Sugary drinks have no nutritional value and contribute significantly to weight gain. - Şekerli içeceklerin hiçbir besin değeri yoktur ve kilo almaya önemli ölçüde etki ederler.

önemli kişi
figure
önemli kişi
high muck a muck
asıl önemli olan şey
more importantly, what really matters is
asıl önemli olan şey
the most important thing
en önemli
in chief
güçlü, önemli
powerful, important
Turkish - Turkish
Önemi olan, mühim, ehemmiyetli
Önemi olan, mühim, ehemmiyetli: "Benim için ne kadar önemli olduğunu tahmin edebilirsiniz."- T. Buğra
mühim

Cildinize itina etmeniz mühimdir. - Cildinize özen göstermeniz önemlidir.

Tabiat, her sayfasında mühim muhteva sunan yegâne kitaptır. - Doğa, her sayfasında önemli içerik sunan tek kitaptır.

büyük
belli başlı
Önem
yer
Önem
ehemmiyet
önem
Bir şeyin nitelik veya nicelik bakımından değeri olma durmu, ehemmiyet
English - Turkish

Definition of önemli in English Turkish dictionary

önemli anlar
highligts
önemli olaylar
highligts