çoklu

listen to the pronunciation of çoklu
Turkish - English
plural
Multiple, plurality of something
multiplet
(Askeri) multiplex
poly
multiple

Tom suffers from multiple sclerosis. - Tom çoklu doku sertleşmesinden muzdarip.

Multiple injuries have been reported. - Çoklu yaralanmalar bildirildi.

(Bilgisayar,Teknik) byte
multiplicate
multiunit
multi

The mandatory character of schooling is rarely analyzed in the multitude of works dedicated to the study of the various ways to develop within children the desire to learn. - Eğitimin zorunlu karakteri çocukların içinde öğrenme arzusu geliştirmek için çeşitli şekillerde çalışmaya adanmış işlerin çokluğunda nadiren analiz edilir.

I'm not good at multitasking. - Çoklu görevde iyi değilim.

çok
much

If you eat too much you will become fat. - Çok fazla yersen şişmanlarsın.

I like coffee much more than tea. - Kahveyi çaydan daha çok seviyorum.

çok
many

The accident has caused many deaths. - Kaza çok fazla ölüme neden oldu.

There were too many people at the concert. - Konserde çok fazla kişi vardı.

çok
very

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

çoklu seçim
(Bilgisayar) multi select
çoklu seçim
(Bilgisayar) multiple selection
çoklu karşılaştırma testi
(İstatistik) Multiple comparision test
çoklu skleroz
multiple sclerosis
çoklu zeka kuramı
theory of multiple intelligences
çoklu adres
multi-address
çoklu alan
multi-field
çoklu delgi
multiple punch
çoklu disiplinli IKK
(Askeri) multidiscipline counterintelligence
çoklu entegre harekat planı (SIOP) seçeneği
(Askeri) non-Single Integrated Operational Plan (SIOP) option
çoklu erişim
multi-access, multiple access
çoklu erişim tahsisi talebi
(Askeri) demand assigned multiple access
çoklu erişimli ticari uydu
(Askeri) multiple access commercial satellite
çoklu iyonlaşma
multiple ionization
çoklu işlemci
multiprocessor
çoklu kanal harekat hat değerlendiricisi
(Askeri) multichannel operational line evaluator
çoklu kaydetme
multiple recording
çoklu komuta gerektiren harekat imkan ve kabiliyeti
(Askeri) multicommand required operational capability
çoklu liste
multi-list
çoklu rotalama
multiple routing
çoklu yöneltme
multiple routing
çoklu yönetim
(Ticaret) multiple management
çoklu yönlendirme
(Bilgisayar) multiple routing
çoklu ödeme
multiple payment
çoklu-nokta
(Bilgisayar) multi-spot
çoklu-spektrumlu görüntüleme
(Askeri) multi-spectral imagery
çok
so
çok
fair

I can read Chinese fairly well, but I can't write it very well. - Ben Çince'yi oldukça iyi okuyabilirim ama çok iyi yazamam.

Tom has a very fair complexion and burns easily in the sun. - Tom'un çok açık bir teni var ve güneşte kolayca yanar.

çok
too

It was too difficult for me. - Bu benim için çok zordu.

If you eat too much you will become fat. - Çok fazla yersen şişmanlarsın.

çok
good

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

It's good now; neither too heavy nor too light. - O şimdi iyi; ne çok ağır ne de çok hafif.

çok
such

Thank you very much for sending me such a nice present. - Bana böyle hoş bir hediye gönderdiğin için çok teşekkür ederim.

Writers such as novelists and poets don't seem to benefit much from the advance of science. - Romancılar ve şairler gibi yazarlar bilimin avantajından çok fazla yararlanıyor gibi görünmüyorlar.

çok
big

It's very big of you to admit you're wrong. - Hatalı olduğunuzu kabul ettiğiniz için çok büyüksünüz.

Japanese tourists abroad are big spenders. - Yurt dışındaki Japon turistler çok para harcarlar.

çok
affluent
çok
ample
çok
a lot

He caused his parents a lot of anxiety. - Ailesini çok endişelendirdi.

What a lot of books he has! - Onun ne de çok kitabı var!

çok
abundant

Oil is abundant in that country. - Şu ülkede petrol çoktur.

Very large windows assure abundant natural daylight. - Çok büyük pencereler bol doğal gün ışığı sağlar.

çok
plenty

Tom had plenty of chances to apologize, but he didn't. - Tom'un özür dilemek için çok fırsatı vardı, ama bunu yapmadı.

As a new father, I gave my first child plenty of books. - Yeni bir baba olarak, ben ilk çocuğuma pek çok kitap verdim.

çok
{s} tidy

Mary's apartment is very tidy. - Mary'nin dairesi çok düzenli.

I don't have much time to tidy. - Toparlanmak için çok zamanım yok.

çok
dead

I'm not sure, but perhaps Tom is already dead. - Emin değilim ama belki de Tom çoktan öldü.

Tom didn't know that Mary was already dead. - Tom Mary'nin çoktan öldüğünü bilmiyordu.

çok
countless

He spent countless hours preparing for the test. - Teste hazırlanmak için çok saatler harcadı.

I've been to Boston countless times. - Pek çok kez Boston'a gittim.

çok
helluva
çok
plenteous
çok
exuberant

I was very exuberant. - Ben çok hayat doluydum.

çok
lavish

Tom lives a very lavish lifestyle. - Tom çok savurgan bir yaşam tarzı sürdürüyor.

çok
lots of

The game excited lots of people. - Oyun çok sayıda insanı heyecanlandırdı.

In Venice, there are always lots of tourists. - Venedik'te her zaman çok turist vardır.

çok
abounding
çok
so much

Don't worry about money so much. - Para için o kadar çok kaygılanma.

What happened to make you laugh so much? - Sizi çok güldürecek ne oldu?

çok
numerous

The king had numerous illegitimate children with her. - Kralın ondan çok sayıda gayrımeşru çocuğu vardı.

When I went into his room, he showed me the numerous trophies he had won during the twenty years he had played golf. - Onun odasına girdiğimde, golf oynadığı yirmi yıl süresince kazandığı çok sayıda kupayı bana gösterdi.

çok
piping
çok
hearty
çok
{i} Lot

What a lot of books he has! - Onun ne de çok kitabı var!

Japan consumes a lot of paper. - Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir.

çok
{s} precise

He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise. - O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.

çok
deadly

Layla was a very deadly woman. - Leyla çok ölümcül bir kadındı.

çok
like hell
çok
heavy

The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper. - Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.

The bag was too heavy for me to carry by myself. - Çanta benim tek başıma taşıyamayacağım kadar çok ağırdı.

çok
bloody
çok
plentiful

A buyers' market is a market in which goods are plentiful, buyers have a wide range of choices, and prices are low. - Bir alıcı piyasası malların bol olduğu, alıcıların çok çeşitli seçimlere sahip olduğu, ve fiyatların düşük olduğu bir piyasadır.

çok
innumerable
çok
awful

Tom seemed awfully tired. - Tom çok yorgun görünüyordu.

That looks like an awful lot for two people. - Bu, iki kişi için oldukça çok şey gibi görünüyor.

çok
sorely
çok
hell of
çok
badly

We are badly in need of food. - Bizim çok fazla yiyeceğe ihtiyacımız var.

The bread is cutting badly because it's very soft. - Ekmek çok yumuşak olduğu için zor kesiliyor.

çok
thick on the ground
çok
multi-

New York is a multi-racial city. - New York çok ırklı bir şehirdir.

The multi-talented kid speaks 5 languages and plays 6 musical instruments. - Çok yetenekli çocuk 5 dil konuşuyor ve 6 müzik aleti çalıyor.

çok
most

Football is the most known sport in the world. - Futbol, dünyada en çok bilinen spordur.

There were many guests - most of them were our teacher's classmates and friends. - Çok sayıda misafir vardı-onlardan çoğu bizim öğretmenin sınıf arkadaşları ve arkadaşlarıydı.

çok
unduly
çok
hard

Praise stimulates students to work hard. - Övgü öğrencileri çok çalışmaya teşvik eder.

It's too hard for me. - Bu benim için çok zordu.

çok
extensive

The damage is too extensive. - Zarar çok geniş çaplıdır.

çok
a good deal

She spent a good deal of money on her vacation. - O, tatiline çok para harcadı.

It snowed a good deal last night. - Dün gece çok kar yağdı.

çok
numerously
çok
manifold
çok
jelly

I like grape jelly best. - En çok üzüm jölesinden hoşlanırım.

Tom ate too many jelly donuts. - Tom çok sayıda jöleli börek yedi.

çok
a raft of
çok
profoundly
çok
sore

If you eat too much of this food, you may get a sore throat. - Bu yiyeceği çok fazla yersen boğazın ağlayabilir.

I have a sore throat because of too much smoking. - Çok fazla sigara içtiğim için boğazım ağrıyor.

çok
bounteous
çok
by far

The pain you go through because of love is by far sweeter than any other pleasure. - Aşktan dolayı katlandığın acı herhangi bir zevkten çok daha tatlıdır.

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha ilginç.

çok
a great many

Tom has collected a great many butterflies. - Tom pek çok kelebek topladı.

There were a great many boys and girls in the park. - Parkta çok sayıda erkek ve kız vardı.

çok
exceedingly
çok
a great number of

There are a great number of schools in this city. - Bu şehirde çok sayıda okul vardır.

As a result of the war, a great number of victims remained. - Savaşın bir sonucu olarak, çok sayıda mağdur kaldı.

çok
myriad

There are a myriad of meats at the deli on the corner of Fifth and Harvey Street. - Beşinci Cadde ve Harvey Caddesinin köşesindeki şarküteride çok et vardır.

çok
substantially
çok
(Argo) heaps
çok
dearly

Tom loved his mother dearly. - Tom annesini çok sevdi.

çok
horrible

I hate Sunday! It's a horrible day! - Pazar gününden nefret ediyorum! Çok kötü bir gün!

This medicine tastes horrible. - Bu ilaç çok kötü tadıyor.

çok
eminently
çok
tremendously

It hurts tremendously here. - Burası çok fazla acıyor.

You speak tremendously fast. - Çok hızlı konuşuyorsun.

çok
teem
çok
high

The kangaroo jumps very high. - Kangurular çok yüksek sıçrarlar.

Although the pressure of studying at the University of Cambridge is very high, many students still have time to go out and have fun. - Cambridge Üniversitesi'nde öğrenim zorluğu çok yüksek olmasına rağmen, çok sayıda öğrencinin hâlâ dışarı çıkmak ve eğlenmek için zamanı var.

çok
whaling
çok
extreme

His ideas are too extreme for me. - Onun fikirleri benim için çok aşırı.

Difference between the past, present, and future is nothing but an extremely widespread illusion. - Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ayrım sadece çok yaygın yanılsamadan başka bir şey değildir.

çok
uncommonly
çok
(Denizbilim) multy
çok
multiple

The test was multiple choice. - Test çoktan seçmeliydi.

Tom claimed that his father had raped him on multiple occasions. - Tom babasının birden çok kez ona tecavüz ettiğini iddia etti.

çok
round

There's a lot of rain all the year round. - Yıl boyunca çok yağmur var.

He works hard all the year round. - Bütün yıl çok sıkı çalışır.

çok
in earnest

It began to rain in earnest. - Çok yağmur yağmaya başladı.

çok
killing
çok
long

It won't be long before he returns home. - O çok geçmeden eve döner.

This survey is too long to finish quickly. - Bu araştırma hızlı bir şekilde bitiremeyecek kadar çok uzun.

çok
far

Jon is far more attractive than Tom. - Jon, Tom'dan çok daha çekicidir.

Jane's farewell speech made us very sad. - Jane'in veda konuşması bizi çok üzdü.

çok
extremely

You seem to be extremely lazy. - Çok tembel görünüyorsun.

Tom and his brothers are extremely close. - Tom ve erkek kardeşleri çok yakındır.

çok
several

The multinational corporation lowered the price of several products. - Çok uluslu ticaret şirketleri çok sayıda ürünün fiyatını düşürdü.

Several companies are competing to gain the contract. - Çok sayıda şirket sözleşmeyi kazanmak için yarışıyor.

çok
a world of

A good night's sleep will do you a world of good. - İyi bir gece uykusu sana çok iyi gelecek.

çok
darned
çok
infinitely

I have much studied both cats and philosophers. The wisdom of cats is infinitely superior. - Hem kedileri hem de filozofları çok inceledim. Kedilerin bilgeliği son derece üstündür.

Life would be infinitely happier if we could only be born at the age of eighty and gradually approach eighteen. - Sadece seksen yaşında doğabilseydik ve yavaş yavaş on sekiz yaşına varabilseydik, yaşamımız çok daha mutlu olurdu.

çok
uprising

The uprising was brutally suppressed. - İsyan çok sert bir biçimde bastırıldı.

çok
abysmal
çok
along with a lot
çok
right

Tom looks like he's too tired to help us right now. - Tom şu anda bize yardım edemeyecek kadar çok yorgun görünüyor.

Tom appears to be too tired to tackle that problem right now. - Tom, şimdi o sorunu çözemeyecek kadar çok yorgun görünüyor.

çok
per-
çok
more

I like coffee much more than tea. - Kahveyi çaydan daha çok seviyorum.

The more you know about him, the more you like him. - Onu tanıdıkça daha çok seversin.

çok
no end of
çok
oceans of
çok
good and
çok
some few
çok
enormously

I've always admired you enormously. - Sana her zaman çok hayran oldum.

Tom is an enormously gifted musician. - Tom çok yetenekli bir müzisyen.

çok
awfully

Tom seemed awfully tired. - Tom çok yorgun görünüyordu.

I'm awfully sorry that I was late. - Ben geç kaldığım için çok üzgünüm.

çok
madly
çok
soaking
çok
vast

There is a vast difference between being able to make oneself understood in English and mastering the English language perfectly. - Kendini İngilizce olarak ifade edebilmek ve İngiliz dilini mükemmel şekilde öğrenmek arasında çok büyük bir fark var.

Your intelligence is as vast as the distance between Bombay and Mumbai. - Senin zekan Bombay ve Mumbai arasındaki mesafe kadar çoktur.

çok
power

Some people think the government has way too much power. - Bazı insanlar hükümetin oldukça çok fazla gücünün olduğunu düşünüyor.

Tom has a lot of will power. - Tom'un çok fazla irade gücü vardır.

çok
excess

She smokes excessively. - O çok fazla sigara içiyor.

You shouldn't eat to excess. - Çok fazla yememelisin.

çok
strongly

I didn't realize you felt so strongly about this. - Bunun hakkında çok güçlü hissettiğini fark etmedim.

I felt very strongly about it. - Bu konuda çok şiddetle hissettim.

çok
not half
çok
multi

The multinational corporation lowered the price of several products. - Çok uluslu ticaret şirketleri çok sayıda ürünün fiyatını düşürdü.

Find multilingual sentence equivalents at Tatoeba.org. - Tatoeba.org da çok dilli cümle benzerlerini bulun.

çok
stinking
çok
ever so
çok
positively
çok
terribly

Fadil knew that something was terribly wrong. - Fadıl bir şeylerin çok yanlış olduğunu biliyordu.

It's terribly cold. I think I'm going to catch a cold. - Çok üşüyorum. Sanırım nezle olacağım.

çok
full

The play was so popular that the theater was almost full. - Oyun çok popülerdi ondan tiyatro neredeyse tam doluydu.

Mary is young, but full of talent. - Mary genç ama çok yetenekli.

çok
rattling
çok
rich

I am poor, whereas my brothers are very rich. - Ben fakirim, oysa erkek kardeşlerim çok zengin.

They say he is very rich. - Onlar onun çok zengin olduğunu söylüyorlar.

çok
any number of
çok
unusually
çok
highly

I know you think highly of Tom. - Tom'u çok düşündüğünü biliyorum.

I think highly of him. - Onu oldukça çok düşünüyorum.

çok
considerably

The cost of building the new hospital was considerably higher than first estimated. - Yeni hastane binasının maliyeti İlk tahmin edilenden çok daha yüksektir.

çok
above

This book is far above me. - Bu kitap benim çok üzerimde.

He values honor above anything else. - O, onura her şeyden daha çok değer verir.

çok
wildly
çok
some little
çok
extensively
çok
copious
çok
dreadfully
çok
a lot of

I can't go out because I have a lot of homework. - Dışarıya çıkamam çünkü çok ödevim var.

Japan consumes a lot of paper. - Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir.

çok
immensely
çok
many more
çok
in the extreme
çok
simply

She always dresses very simply. - O her zaman çok sade şekilde giyinir.

There are very many people who read simply to prevent themselves from thinking. - Kendilerini düşünmekten engellemek için sadece okuyan pek çok insan vardır.

çok
poly

The Mormons have outlawed polygamy, but some adherents still practice it. - Mormonlar çok eşliliği yasakladılar ama bazı yandaşları bunu hala uyguluyorlar.

Polyglots are sexier. Talk to us. - Çok dil bilenler daha seksidir. Bizimle konuş.

çok
hugely

The austerity measures that many city governments have implemented are hugely unpopular. - Pek çok kent yöneticilerinin uyguladığı kemer sıkma politikası son derece sevimsizdir.

çok
terrifically
çok
large

The house I'm living in isn't very large. - Yaşadığım ev çok büyük değil.

These dresses are too large. - Bu elbiseler çok büyük.

çok
only too

He will be only too glad to help you. - Sadece ,sana yardım etmekten çok hoşnut olacak.

She was only too glad to help us. - O bize yardım etmek için sadece çok sevinçliydi.

çok
numbers of
çok
roaring
çoklu işlem
multiprocess
çoklu işlem
multiprocessing
Çok
gobs of
çok
multitudinous
çok
well

Tony can play tennis very well. - Tony, çok iyi tenis oynayabilir.

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

çok
a great deal

He made a great deal of money selling milk. - O süt satarak çok para yaptı.

I have a great deal to do. - Yapacak çok işim var.

çok
the so
çok
to bits
Müşterek Çoklu-Taktik Sayısal Bilgi Bağlantısı (Multi
(Askeri) Joint Multi-Tactical Digital Information Link (Multi-TADIL) Standards Working Group
Sınır Tanımayan Doktorlar; görev destek kuvveti; çoklu muhabere formatı
(Askeri) Medicins Sans Frontieres ("Doctors Without Borders"); mission support force; multiplex signal format
arazi çoklu birliği
(Askeri) contour multiunit
donanma çoklu kanal
(Askeri) fleet multichannel
hedef tanıma taarruz çoklu sensörü
(Askeri) target recognition attack multisensor
html çoklu ortam
(Bilgisayar) html multimedia
paralel izleme çoklu birlik dönüşü; hasta sevk talebi; hasta sevk ihtiyacı
(Askeri) parallel track multiunit return; patient movement request; patient movement requirement
paralel izleme çoklu birliği; yolculuk malzemesi; hasta sevki; koruyucu hekimlik
(Askeri) parallel track multiunit; passage material; patient movement; preventive medicine; program manager; provost marshal
paralel çoklu birlik döngüsü; kısmi görev yapabilir
(Askeri) parallel multiunit circle; partial mission-capable
sahra elkitabı (Kara Kuvvetleri); mali yönetim; aydınlatma çoklu birimi; kuvvet
(Askeri) field manual (Army); financial management; flare multiunit; force module; frequency modulation; functional manager
standart Kara Kuvvetleri çoklu komuta yönetim bilgi sistemi
(Askeri) standard Army multi-command management information system
tek yönlü parallel sıralı çoklu birlik
(Askeri) parallel track multiunit non-return
zaman bölmeli çoklu erişim
(Askeri) time division multiple access
çift tonlu çoklu frekans
(Askeri) dual tone multi-frequency
çok
poly-
çok
damned

Fuck, I cannot sleep because those damned owls are hooting so loudly. - Lanet, uyuyamıyorum çünkü o lanet baykuşlar çok yüksek sesle ötüyorlar.

çok
hell

Oh, hello. It's quite hot today really! - Oh merhaba. Bugün hava gerçekten çok sıcak!

çok
plenty of

There's no need to hurry. We have plenty of time. - Acele etmeye gerek yok. Çok zamanımız var.

Tom had plenty of chances to apologize, but he didn't. - Tom'un özür dilemek için çok fırsatı vardı, ama bunu yapmadı.

çok
many, much; very; so; a lot (of), lots (of), plenty (of), a deal (of), a good deal of, a great deal (of); too, extremely, awfully, dreadfully; abundant
çok
greatly

Music and art can greatly contribute to the enjoyment of life. - Müzik ve sanat, yaşam zevkine çok büyük ölçüde katkıda bulunabilirler.

The news disturbed her greatly. - Haber onu çok rahatsız etti.

çok
acres and acres
çok
much; many, a lot of, lots of, plenty of
çok
deeply

I was deeply moved by that. - Ondan çok etkilendim.

I feel for you deeply. - Senin için çok üzülüyorum.

çok
precious

We have precious little time. - Değerli çok az zamanımız var.

All socks are very precious. - Tüm çoraplar çok değerlidir.

çok
heavily

Bill hates his father smoking heavily. - Bill babasının çokça sigara içmesinden nefret ediyor.

It rained heavily yesterday. - Dün çok yağmur yağdı.

çok
largely

The audience was largely made up of very young children. - Seyirci çoğunlukla çok küçük çocuklardan oluşuyordu.

çok
loads of
çok
heartily
çok
heaps of
çok
over

I'm the type who likes to think things over very carefully. - Şeylerin üzerinde çok dikkatlice düşünmeyi seven tipim.

Due to overfishing, some fish stocks are now at perilously low levels. - Çok fazla balık avı dolayısıyla, bazı balık stokları şimdi tehlikeli derecede düşük seviyelerde.

çok
fantastically
çok
very much

I am very much relieved to know that. - Onu bildiğim için çok rahatladım.

The circus entertained us very much. - Sirk bizi çok eğlendirdi.

çok
jolly
çok
galore
çok
often, long (time)
çok
beast

You're a beast! You haven't even missed one question! - Sen sorularda çok iyisin! Birtek soruda başarısız olmadın!

These beasts are very friendly. - Bu canavarlar çok cana yakın.

çok
perishingly
çok
rattle
çok
{s} profuse

Tom was sweating profusely after a half an hour on the treadmill. - Tom, koşu bandındaki yarım saatten sonra çok terliyordu.

çok
thundering
çok
tireless
çok
terrible

She looked terrible at that time. - O zaman çok kötü görünüyordu.

I think something terrible has happened to Tom. - Sanırım Tom'a çok kötü bir şey oldu.

çok
whopping
çok
be thick with
çok
spanking
çok
whacking
Turkish - Turkish
İçinde birden çok işlev barındıran
çoklu mantıkçılık
(Para) Farklı gruptan insanların farklı biçimlerde düşüneceğini iddia etmek. İnsanların ait olduğu sosyal sınıfa, milliyetine, veya ırkına göre farklı mantık kurma, farklı akıl yürütme biçimleri olacağını savunmak. Marksist ideolojiye göre bir proleter ile bir burjuvanın mantığı ayni değildir
çoklu skleroz
(Tıp, İlaç) Çoklu skleroz ya da multiple skleroz, beyni ve omuriliği tutan özbağışıklık hastalığır. Kısaca MS olarak anılır. Nörotravmanın ardından genç erişkinlerde en sık görülen nörolojik bozukluktur. Sadece ABD'de yaklaşık 350.000-400.000 doktorlarca tanı konmuş kişi vardır. Hastalığın nedeni daha tam olarak anlaşılmamış olmakla birlikte, genetik ve çevresel etkenlerin birleşimiyle ortaya çıktığına inanılmaktadır. Çeşitli tipleri olsa da tümü merkezi sınır sisteminin (MSS) yangısı (enflamasyonu) ile nitelenir ve miyelinsizleşme (sınır dokusunu saran özel miyelin proteinin bağışıklık sistemince yok edilmesi) ile ilerlemektedir. Başka bir deyişle MS, MSS'nin miyelinsizleşmesini ve yangısını içeren bir özbağışıklık hastalığıdır. Özbağışıklık; kısaca bağışıklık sisteminin kişinin kendi hücrelerini tanıyamaması, bunun sonucunda vücuda yabancı madde sanıp yok etmeye çalışması ve sonuç olarak vücudun kendi kendine zarar vermesi olarak açıklanabilir. MS'de ise bağışıklıl sisteminin tanıyamadığı bağıştıranlar (antijen) miyelinlerdir (myelin baz proteini ve myelin oligodendrosit glikoprotein gibi). MS hastalığında bağışıklık sistemde asıl sorumlu tutulan bağışıklık sistemi hücreleri ise T-hücreleri'dir
çoklu zeka kuramı
(Eğitim) Çoklu zeka kuramı Howard Gardner tarafından 1983 yılında geliştirilmiştir.Gardner, zekayı “problem çözme kapasitesi ya da değerli bir veya birden çok kültürel yapı ürününe şekil vermek” olarak tanımlamaktadır.Gardner’a göre çoklu zeka kuramının temelinde biyolojik ve kültürel boyutlar yer almaktadır. Zekanın oluşumunda biyolojik ve çevresel etkenler vardır.Bunlar;kaynaklara ulaşım şansı,kültürel etkenler,coğrafi etkenler,ailesel etkenlerdir.Bu etkenlere bağlı olarak zekanın değişik boyutları artabilir veya eksilebilir. Howard Gardner'e göre zekanın özellikleri: Sekiz zeka alanı vardır,zekanın belirli bir ölçütü yoktur,her insan kendisine göre bu zeka alanlarını kullanabilir,bu zeka alanları farklı alanlar da olsa zeka bir bütündür,bu zeka alanları güçlendirilebilir
çoklu ortam
Bilgisayarda metin, grafik, ses, canlandırma unsurlarını birleştirerek sunan ortam
çok
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı: "Bana matematik çok kolay geldi."- F. R. Atay
Çok
(Osmanlı Dönemi) UKAMİS
Çok
fena
Çok
deste
Çok
(Osmanlı Dönemi) UBR
Çok
geniş

New York'un caddeleri çok geniştir. - New York'un caddeleri çok geniş.

New York'un caddeleri çok geniş. - New York'un caddeleri çok geniştir.

Çok
düzine
Çok
(Osmanlı Dönemi) HUFAL
Çok
(Osmanlı Dönemi) NİHAYET
çok
Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir: "Sanırım ki anamı daha çok severim."- M. Ş. Esendal
çok
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı
çok
Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir
çok
molto
çok
piu
çok
(Osmanlı Dönemi) kesîr
çoklu
Favorites