çoklu

listen to the pronunciation of çoklu
Turkish - English
plural
Multiple, plurality of something
multiplet
(Askeri) multiplex
poly
multiple

Multiple injuries have been reported. - Çoklu yaralanmalar bildirildi.

Tom suffers from multiple sclerosis. - Tom çoklu doku sertleşmesinden muzdarip.

(Bilgisayar,Teknik) byte
multiplicate
multiunit
multi

The mandatory character of schooling is rarely analyzed in the multitude of works dedicated to the study of the various ways to develop within children the desire to learn. - Eğitimin zorunlu karakteri çocukların içinde öğrenme arzusu geliştirmek için çeşitli şekillerde çalışmaya adanmış işlerin çokluğunda nadiren analiz edilir.

Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels. - Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.

çok
much

John is not as old as Bill; he is much younger. - John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.

I have too much homework today. - Bugün, çok fazla ödevim var.

çok
many

He has many enemies in the political world. - Politik dünyada pek çok düşmanı var.

There were too many people at the concert. - Konserde çok fazla kişi vardı.

çok
very

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

çoklu seçim
(Bilgisayar) multi select
çoklu seçim
(Bilgisayar) multiple selection
çoklu karşılaştırma testi
(İstatistik) Multiple comparision test
çoklu skleroz
multiple sclerosis
çoklu zeka kuramı
theory of multiple intelligences
çoklu adres
multi-address
çoklu alan
multi-field
çoklu delgi
multiple punch
çoklu disiplinli IKK
(Askeri) multidiscipline counterintelligence
çoklu entegre harekat planı (SIOP) seçeneği
(Askeri) non-Single Integrated Operational Plan (SIOP) option
çoklu erişim
multi-access, multiple access
çoklu erişim tahsisi talebi
(Askeri) demand assigned multiple access
çoklu erişimli ticari uydu
(Askeri) multiple access commercial satellite
çoklu iyonlaşma
multiple ionization
çoklu işlemci
multiprocessor
çoklu kanal harekat hat değerlendiricisi
(Askeri) multichannel operational line evaluator
çoklu kaydetme
multiple recording
çoklu komuta gerektiren harekat imkan ve kabiliyeti
(Askeri) multicommand required operational capability
çoklu liste
multi-list
çoklu rotalama
multiple routing
çoklu yöneltme
multiple routing
çoklu yönetim
(Ticaret) multiple management
çoklu yönlendirme
(Bilgisayar) multiple routing
çoklu ödeme
multiple payment
çoklu-nokta
(Bilgisayar) multi-spot
çoklu-spektrumlu görüntüleme
(Askeri) multi-spectral imagery
çok
so
çok
fair

That's not very fair, is it? - Bu çok adil değil, değil mi?

The teacher was very fair when she marked our exams. - Öğretmen, sınavlarımızda not verirken çok adildi.

çok
too

I have too much homework today. - Bugün, çok fazla ödevim var.

It was too difficult for me. - Bu benim için çok zordu.

çok
good

I hear he is good at mahjong. - Onun Mahjong'da çok iyi olduğunu duydum.

She's a very good teacher. - O çok iyi bir öğretmendir.

çok
such

You do such a thing once too often and get punished. - Öylesine bir şeyi bir kez çok sık yaparsın ve cezalandırılırsın.

Seaside resorts, such as Newport, are very crowded in summer. - Newport gibi, deniz kenarındaki tatil köyleri yaz aylarında çok kalabalıktır.

çok
big

Tokyo is a very big city. - Tokyo çok büyük bir şehirdir.

This park is pretty big; it has a lot of trees and many flowers. - Park oldukça büyüktür; Çok sayıda ağaçları ve çok sayıda çiçekleri vardır.

çok
affluent
çok
ample
çok
a lot

He caused his parents a lot of anxiety. - Ailesini çok endişelendirdi.

Japan consumes a lot of paper. - Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir.

çok
abundant

Very large windows assure abundant natural daylight. - Çok büyük pencereler bol doğal gün ışığı sağlar.

Oil is abundant in that country. - Şu ülkede petrol çoktur.

çok
plenty

Tom certainly had plenty of opportunities to go to concerts while he was in Boston. - Tom Boston'da iken konserlere gitmek için kesinlikle çok fırsatı oldu.

There's no need to hurry. We have plenty of time. - Acele etmeye gerek yok. Çok zamanımız var.

çok
{s} tidy

You're not very tidy. - Sen çok düzenli değilsin.

I don't have much time to tidy. - Toparlanmak için çok zamanım yok.

çok
dead

God is dead. And I don't feel so good either. - Tanrı öldü ve ben de çok iyi hissetmiyorum.

Tom didn't know that Mary was already dead. - Tom Mary'nin çoktan öldüğünü bilmiyordu.

çok
countless

Countless stars were twinkling in the sky. - Gökyüzünde çok sayıda yıldız parlıyordu.

I've been to Boston countless times. - Pek çok kez Boston'a gittim.

çok
helluva
çok
plenteous
çok
exuberant

I was very exuberant. - Ben çok hayat doluydum.

çok
lavish

Tom lives a very lavish lifestyle. - Tom çok savurgan bir yaşam tarzı sürdürüyor.

çok
lots of

I couldn't sleep well last night because there were lots of things on my mind. - Kafamda çok şeyler olduğu için dün gece iyi uyuyamadım.

The game excited lots of people. - Oyun çok sayıda insanı heyecanlandırdı.

çok
abounding
çok
so much

He hurt his arm lifting so much weight. - Çok fazla ağırlık kaldırırken kolunu incitti.

You must not depend so much on others. - Diğerlerine çok fazla bağımlı olmamalısın.

çok
numerous

Numerous stars were visible in the sky. - Gökyüzünde çok sayıda yıldız görünüyordu.

There are numerous reasons to be hopeful. - Umutlu olmak için çok sayıda sebep var.

çok
piping
çok
hearty
çok
{i} Lot

Japan consumes a lot of paper. - Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir.

She likes her school a lot. - O okulunu çok seviyor.

çok
{s} precise

He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise. - O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.

çok
deadly

Layla was a very deadly woman. - Leyla çok ölümcül bir kadındı.

çok
like hell
çok
heavy

This desk was too heavy for Patty to lift. - Bu masa Patty'nin kaldırması için çok ağırdı.

It's good now; neither too heavy nor too light. - O şimdi iyi; ne çok ağır ne de çok hafif.

çok
bloody
çok
plentiful

A buyers' market is a market in which goods are plentiful, buyers have a wide range of choices, and prices are low. - Bir alıcı piyasası malların bol olduğu, alıcıların çok çeşitli seçimlere sahip olduğu, ve fiyatların düşük olduğu bir piyasadır.

çok
innumerable
çok
awful

I'm awfully sorry that I was late. - Ben geç kaldığım için çok üzgünüm.

There are very few shops and the cinema is awful. - Burada çok az mağaza var ve sinema da korkunç.

çok
sorely
çok
hell of
çok
badly

The bread is cutting badly because it's very soft. - Ekmek çok yumuşak olduğu için zor kesiliyor.

You must want this very badly. - Bunu çok fazla istemelisin.

çok
thick on the ground
çok
multi-

The fountain is lit with multi-colored lights. - Çeşme çok renkli ışıklarla aydınlatılıyor.

The multi-talented kid speaks 5 languages and plays 6 musical instruments. - Çok yetenekli çocuk 5 dil konuşuyor ve 6 müzik aleti çalıyor.

çok
most

There were many guests - most of them were our teacher's classmates and friends. - Çok sayıda misafir vardı-onlardan çoğu bizim öğretmenin sınıf arkadaşları ve arkadaşlarıydı.

Football is the most known sport in the world. - Futbol, dünyada en çok bilinen spordur.

çok
unduly
çok
hard

English is pretty hard, isn't it? - İngilizce çok zor, değil mi?

Praise stimulates students to work hard. - Övgü öğrencileri çok çalışmaya teşvik eder.

çok
extensive

The damage is too extensive. - Zarar çok geniş çaplıdır.

çok
a good deal

He feels a good deal better than yesterday. - Düne göre çok daha iyi hissediyor.

He looks a good deal better today. - O, bugün çok daha iyi görünüyor.

çok
numerously
çok
manifold
çok
jelly

Tom ate too many jelly donuts. - Tom çok sayıda jöleli börek yedi.

I like grape jelly best. - En çok üzüm jölesinden hoşlanırım.

çok
a raft of
çok
profoundly
çok
sore

I have a sore throat because of too much smoking. - Çok fazla sigara içtiğim için boğazım ağrıyor.

If you eat too much of this food, you may get a sore throat. - Bu yiyeceği çok fazla yersen boğazın ağlayabilir.

çok
bounteous
çok
by far

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha fazla ilginç.

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha ilginç.

çok
a great many

There were a great many boys and girls in the park. - Parkta çok sayıda erkek ve kız vardı.

Tom has collected a great many butterflies. - Tom pek çok kelebek topladı.

çok
exceedingly
çok
a great number of

There are a great number of schools in this city. - Bu şehirde çok sayıda okul vardır.

A great number of students battled for freedom of speech. - Çok sayıda öğrenci konuşma özgürlüğü için savaştı.

çok
myriad

There are a myriad of meats at the deli on the corner of Fifth and Harvey Street. - Beşinci Cadde ve Harvey Caddesinin köşesindeki şarküteride çok et vardır.

çok
substantially
çok
(Argo) heaps
çok
dearly

Tom loved his mother dearly. - Tom annesini çok sevdi.

çok
horrible

I hate Sunday! It's a horrible day! - Pazar gününden nefret ediyorum! Çok kötü bir gün!

This medicine tastes horrible. - Bu ilacın tadı çok kötü.

çok
eminently
çok
tremendously

It hurts tremendously here. - Burası çok fazla acıyor.

You speak tremendously fast. - Çok hızlı konuşuyorsun.

çok
teem
çok
high

It's high time you had a haircut. - Saç tıraşı olmanın zamanı çoktan geldi.

The price of this camera is very high. - Bu kameranın fiyatı çok yüksektir.

çok
whaling
çok
extreme

Difference between the past, present, and future is nothing but an extremely widespread illusion. - Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ayrım sadece çok yaygın yanılsamadan başka bir şey değildir.

His ideas are too extreme for me. - Onun fikirleri benim için çok aşırı.

çok
uncommonly
çok
(Denizbilim) multy
çok
multiple

Tom has multiple talents. - Tom'un birden çok yeteneği vardır.

Tom gave Mary some advice on how to pass multiple-choice tests. - Tom Mary'ye çoktan seçmeli testleri nasıl geçeği konusunda biraz tavsiye verdi.

çok
round

There's a lot of rain all the year round. - Yıl boyunca çok yağmur var.

Their garden is full of very beautiful flowers all the year round. - Onların bahçesi tüm yıl boyunca çok güzel çiçeklerle dolu.

çok
in earnest

It began to rain in earnest. - Çok yağmur yağmaya başladı.

çok
killing
çok
long

I hope the bus will come before long. - Umarım otobüs çok geçmeden gelir.

He began by saying that he would not speak very long. - O, çok uzun konuşmayacağını söyleyerek başladı.

çok
far

Jane's farewell speech made us very sad. - Jane'in veda konuşması bizi çok üzdü.

He went so far as to call me a liar. - O, bana bir yalan söyleyecek kadar çok ileri gitti.

çok
extremely

Tom is extremely sophisticated. - Ton son derece çok bilmiş.

Difference between the past, present, and future is nothing but an extremely widespread illusion. - Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ayrım sadece çok yaygın yanılsamadan başka bir şey değildir.

çok
several

Several companies are competing to gain the contract. - Çok sayıda şirket sözleşmeyi kazanmak için yarışıyor.

There were several stars to be seen in the sky. - Gökyüzünde görülen çok sayıda yıldızlar vardı.

çok
a world of

A good night's sleep will do you a world of good. - İyi bir gece uykusu sana çok iyi gelecek.

çok
darned
çok
infinitely

I have much studied both cats and philosophers. The wisdom of cats is infinitely superior. - Hem kedileri hem de filozofları çok inceledim. Kedilerin bilgeliği son derece üstündür.

Life would be infinitely happier if we could only be born at the age of eighty and gradually approach eighteen. - Sadece seksen yaşında doğabilseydik ve yavaş yavaş on sekiz yaşına varabilseydik, yaşamımız çok daha mutlu olurdu.

çok
uprising

The uprising was brutally suppressed. - İsyan çok sert bir biçimde bastırıldı.

çok
abysmal
çok
along with a lot
çok
right

Tom looks like he's too tired to help us right now. - Tom şu anda bize yardım edemeyecek kadar çok yorgun görünüyor.

You may be right, but we have a slightly different opinion. - Haklı olabilirsin, ama bizim çok az farklı bir görüşümüz var.

çok
per-
çok
more

The more you know about him, the more you like him. - Onu tanıdıkça daha çok seversin.

I like coffee much more than tea. - Kahveyi çaydan daha çok seviyorum.

çok
no end of
çok
oceans of
çok
good and
çok
some few
çok
enormously

Tom is an enormously gifted musician. - Tom çok yetenekli bir müzisyen.

I've always admired you enormously. - Sana her zaman çok hayran oldum.

çok
awfully

Tom seems awfully tired. - Tom çok yorgun görünüyor.

Tom can be awfully stubborn. - Tom çok inatçı olabilir.

çok
madly
çok
soaking
çok
vast

Your intelligence is as vast as the distance between Bombay and Mumbai. - Senin zekan Bombay ve Mumbai arasındaki mesafe kadar çoktur.

There was nothing wrong with their ability, it was just that the expense for each unit was so vast that the cost performance was bad. - Onların yeteneğiyle ilgili yanlış bir şey yoktu, o sadece maliyet performansı kötü olan her bir ünite için giderin çok yüksek olmasıydı.

çok
power

Japan's army was very powerful. - Japonya'nın ordusu çok güçlüydü.

Tom has a lot of will power. - Tom'un çok fazla irade gücü vardır.

çok
excess

You shouldn't eat to excess. - Çok fazla yememelisin.

She smokes excessively. - O çok fazla sigara içiyor.

çok
strongly

I feel very strongly about it. - Ben o konuda kendimi çok güçlü hissediyorum.

I felt very strongly about it. - Bu konuda çok şiddetle hissettim.

çok
not half
çok
multi

Find multilingual sentence equivalents at Tatoeba.org. - Tatoeba.org da çok dilli cümle benzerlerini bulun.

This is why Tatoeba is multilingual. But not that kind of multilingual. Not the kind where languages are simply being paired up together, and where some pairs are left behind. - Tatoeba'nın çok dilli olmasının nedeni budur. Fakat o tür çok dilli değil. Dillerin sadece birlikte eşleştirildiği ve bazı çiftlerin geride bırakıldığı tür değil.

çok
stinking
çok
ever so
çok
positively
çok
terribly

Tom didn't seem terribly interested in learning French. - Tom Fransızca öğrenmekle çok fazla ilgileniyor gibi gözükmüyor.

I'd love to help you out, but I'm terribly busy. - Sana yardım etmek isterim ama çok fazla meşgulüm.

çok
full

The man returned from his vacation full of beans. - Adam tatilinden çok enerjik döndü.

You are really full of curiosity, aren't you? - Gerçekten çok meraklısın, değil mi?

çok
rattling
çok
rich

I hear you're very rich. - Çok zengin olduğunu duyuyorum.

Tom said jokingly that he was not very rich. - Tom şakayla çok zengin olmadığını söyledi.

çok
any number of
çok
unusually
çok
highly

I think it's highly unlikely that we'll ever get any help from the national government. - Ben, ulusal hükümetten herhangi bir yardım almamızın çok olası olmadığını düşünüyorum.

I know you think highly of Tom. - Tom'u çok düşündüğünü biliyorum.

çok
considerably

The cost of building the new hospital was considerably higher than first estimated. - Yeni hastane binasının maliyeti İlk tahmin edilenden çok daha yüksektir.

çok
above

Health is above wealth, for this does not give us so much happiness as that. - Sağlık zenginliğin üstündedir, zira zenginlik bize sağlık kadar çok mutluluk vermiyor.

This book is far above me. - Bu kitap benim çok üzerimde.

çok
wildly
çok
some little
çok
extensively
çok
copious
çok
dreadfully
çok
a lot of

I can't go out because I have a lot of homework. - Dışarıya çıkamam çünkü çok ödevim var.

I plan to invite a lot of guests to the opening ceremony. - Açılış törenine çok misafir davet etmeyi planlıyorum.

çok
immensely
çok
many more
çok
in the extreme
çok
simply

It's simply too hot to do anything today. - Bugün sadece bir şey yapamayacak kadar çok sıcak.

This is why Tatoeba is multilingual. But not that kind of multilingual. Not the kind where languages are simply being paired up together, and where some pairs are left behind. - Tatoeba'nın çok dilli olmasının nedeni budur. Fakat o tür çok dilli değil. Dillerin sadece birlikte eşleştirildiği ve bazı çiftlerin geride bırakıldığı tür değil.

çok
poly

The Mormons have outlawed polygamy, but some adherents still practice it. - Mormonlar çok eşliliği yasa dışı ilan ettiler fakat bazı taraftarları onu hâlâ uyguluyor.

The Mormons have outlawed polygamy, but some adherents still practice it. - Mormonlar çok eşliliği yasakladılar ama bazı yandaşları bunu hala uyguluyorlar.

çok
hugely

The austerity measures that many city governments have implemented are hugely unpopular. - Pek çok kent yöneticilerinin uyguladığı kemer sıkma politikası son derece sevimsizdir.

çok
terrifically
çok
large

This bird's large wings enable it to fly very fast. - Bu kuşun büyük kanatları onun çok hızlı uçmasını sağlar.

The house I'm living in isn't very large. - Yaşadığım ev çok büyük değil.

çok
only too

She was only too glad to help us. - O bize yardım etmek için sadece çok sevinçliydi.

He will be only too glad to help you. - Sadece ,sana yardım etmekten çok hoşnut olacak.

çok
numbers of
çok
roaring
çoklu işlem
multiprocess
çoklu işlem
multiprocessing
Çok
gobs of
çok
multitudinous
çok
well

Tony can play tennis very well. - Tony, çok iyi tenis oynayabilir.

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

çok
a great deal

He earns a great deal. - O, oldukça çok kazanır.

I have a great deal to do. - Yapacak çok işim var.

çok
the so
çok
to bits
Müşterek Çoklu-Taktik Sayısal Bilgi Bağlantısı (Multi
(Askeri) Joint Multi-Tactical Digital Information Link (Multi-TADIL) Standards Working Group
Sınır Tanımayan Doktorlar; görev destek kuvveti; çoklu muhabere formatı
(Askeri) Medicins Sans Frontieres ("Doctors Without Borders"); mission support force; multiplex signal format
arazi çoklu birliği
(Askeri) contour multiunit
donanma çoklu kanal
(Askeri) fleet multichannel
hedef tanıma taarruz çoklu sensörü
(Askeri) target recognition attack multisensor
html çoklu ortam
(Bilgisayar) html multimedia
paralel izleme çoklu birlik dönüşü; hasta sevk talebi; hasta sevk ihtiyacı
(Askeri) parallel track multiunit return; patient movement request; patient movement requirement
paralel izleme çoklu birliği; yolculuk malzemesi; hasta sevki; koruyucu hekimlik
(Askeri) parallel track multiunit; passage material; patient movement; preventive medicine; program manager; provost marshal
paralel çoklu birlik döngüsü; kısmi görev yapabilir
(Askeri) parallel multiunit circle; partial mission-capable
sahra elkitabı (Kara Kuvvetleri); mali yönetim; aydınlatma çoklu birimi; kuvvet
(Askeri) field manual (Army); financial management; flare multiunit; force module; frequency modulation; functional manager
standart Kara Kuvvetleri çoklu komuta yönetim bilgi sistemi
(Askeri) standard Army multi-command management information system
tek yönlü parallel sıralı çoklu birlik
(Askeri) parallel track multiunit non-return
zaman bölmeli çoklu erişim
(Askeri) time division multiple access
çift tonlu çoklu frekans
(Askeri) dual tone multi-frequency
çok
poly-
çok
damned

Fuck, I cannot sleep because those damned owls are hooting so loudly. - Lanet, uyuyamıyorum çünkü o lanet baykuşlar çok yüksek sesle ötüyorlar.

çok
hell

Oh, hello. It's quite hot today really! - Oh merhaba. Bugün hava gerçekten çok sıcak!

çok
plenty of

There's no need to hurry. We have plenty of time. - Acele etmeye gerek yok. Çok zamanımız var.

Tom certainly had plenty of opportunities to go to concerts while he was in Boston. - Tom Boston'da iken konserlere gitmek için kesinlikle çok fırsatı oldu.

çok
many, much; very; so; a lot (of), lots (of), plenty (of), a deal (of), a good deal of, a great deal (of); too, extremely, awfully, dreadfully; abundant
çok
greatly

Tom misses his mother greatly. - Tom annesini çok özlüyor.

The noise of city life annoys me greatly. - Şehir yaşamının gürültüsü beni çok sinirlendiriyor.

çok
acres and acres
çok
much; many, a lot of, lots of, plenty of
çok
deeply

I feel for you deeply. - Senin için çok üzülüyorum.

I feel for you deeply. - Ne çektiğini çok iyi anlıyorum.

çok
precious

These books are very precious to us. - Bu kitaplar bizim için çok değerli.

My children are very precious to me. - Çocuklarım benim için çok değerlidir.

çok
heavily

It rained heavily yesterday. - Dün çok yağmur yağdı.

Before Tom met Mary, he drank heavily. - Tom Mary ile tanışmadan önce, çok içerdi.

çok
largely

The audience was largely made up of very young children. - Seyirci çoğunlukla çok küçük çocuklardan oluşuyordu.

çok
loads of
çok
heartily
çok
heaps of
çok
over

Mrs Klein is over 80, but she's still very active. - Bayan Klein 80 yaşın üzerinde, ama hâlâ çok aktif.

Due to overfishing, some fish stocks are now at perilously low levels. - Çok fazla balık avı dolayısıyla, bazı balık stokları şimdi tehlikeli derecede düşük seviyelerde.

çok
fantastically
çok
very much

I am very much relieved to know that. - Onu bildiğim için çok rahatladım.

Thank you very, very much! - Sana çok, çok teşekkürler!

çok
jolly
çok
galore
çok
often, long (time)
çok
beast

You're a beast! You haven't even missed one question! - Sen sorularda çok iyisin! Birtek soruda başarısız olmadın!

These beasts are very friendly. - Bu canavarlar çok cana yakın.

çok
perishingly
çok
rattle
çok
{s} profuse

Tom was sweating profusely after a half an hour on the treadmill. - Tom, koşu bandındaki yarım saatten sonra çok terliyordu.

çok
thundering
çok
tireless
çok
terrible

I am in a terrible dilemma. - Çok kötü bir ikilemdeyim.

She looked terrible at that time. - O zaman çok kötü görünüyordu.

çok
whopping
çok
be thick with
çok
spanking
çok
whacking
Turkish - Turkish
İçinde birden çok işlev barındıran
çoklu mantıkçılık
(Para) Farklı gruptan insanların farklı biçimlerde düşüneceğini iddia etmek. İnsanların ait olduğu sosyal sınıfa, milliyetine, veya ırkına göre farklı mantık kurma, farklı akıl yürütme biçimleri olacağını savunmak. Marksist ideolojiye göre bir proleter ile bir burjuvanın mantığı ayni değildir
çoklu skleroz
(Tıp, İlaç) Çoklu skleroz ya da multiple skleroz, beyni ve omuriliği tutan özbağışıklık hastalığır. Kısaca MS olarak anılır. Nörotravmanın ardından genç erişkinlerde en sık görülen nörolojik bozukluktur. Sadece ABD'de yaklaşık 350.000-400.000 doktorlarca tanı konmuş kişi vardır. Hastalığın nedeni daha tam olarak anlaşılmamış olmakla birlikte, genetik ve çevresel etkenlerin birleşimiyle ortaya çıktığına inanılmaktadır. Çeşitli tipleri olsa da tümü merkezi sınır sisteminin (MSS) yangısı (enflamasyonu) ile nitelenir ve miyelinsizleşme (sınır dokusunu saran özel miyelin proteinin bağışıklık sistemince yok edilmesi) ile ilerlemektedir. Başka bir deyişle MS, MSS'nin miyelinsizleşmesini ve yangısını içeren bir özbağışıklık hastalığıdır. Özbağışıklık; kısaca bağışıklık sisteminin kişinin kendi hücrelerini tanıyamaması, bunun sonucunda vücuda yabancı madde sanıp yok etmeye çalışması ve sonuç olarak vücudun kendi kendine zarar vermesi olarak açıklanabilir. MS'de ise bağışıklıl sisteminin tanıyamadığı bağıştıranlar (antijen) miyelinlerdir (myelin baz proteini ve myelin oligodendrosit glikoprotein gibi). MS hastalığında bağışıklık sistemde asıl sorumlu tutulan bağışıklık sistemi hücreleri ise T-hücreleri'dir
çoklu zeka kuramı
(Eğitim) Çoklu zeka kuramı Howard Gardner tarafından 1983 yılında geliştirilmiştir.Gardner, zekayı “problem çözme kapasitesi ya da değerli bir veya birden çok kültürel yapı ürününe şekil vermek” olarak tanımlamaktadır.Gardner’a göre çoklu zeka kuramının temelinde biyolojik ve kültürel boyutlar yer almaktadır. Zekanın oluşumunda biyolojik ve çevresel etkenler vardır.Bunlar;kaynaklara ulaşım şansı,kültürel etkenler,coğrafi etkenler,ailesel etkenlerdir.Bu etkenlere bağlı olarak zekanın değişik boyutları artabilir veya eksilebilir. Howard Gardner'e göre zekanın özellikleri: Sekiz zeka alanı vardır,zekanın belirli bir ölçütü yoktur,her insan kendisine göre bu zeka alanlarını kullanabilir,bu zeka alanları farklı alanlar da olsa zeka bir bütündür,bu zeka alanları güçlendirilebilir
çoklu ortam
Bilgisayarda metin, grafik, ses, canlandırma unsurlarını birleştirerek sunan ortam
çok
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı: "Bana matematik çok kolay geldi."- F. R. Atay
Çok
(Osmanlı Dönemi) UKAMİS
Çok
fena
Çok
deste
Çok
(Osmanlı Dönemi) UBR
Çok
geniş

New York'un caddeleri çok geniştir. - New York'un caddeleri çok geniş.

New York'un caddeleri çok geniş. - New York'un caddeleri çok geniştir.

Çok
düzine
Çok
(Osmanlı Dönemi) HUFAL
Çok
(Osmanlı Dönemi) NİHAYET
çok
Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir: "Sanırım ki anamı daha çok severim."- M. Ş. Esendal
çok
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı
çok
Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir
çok
molto
çok
piu
çok
(Osmanlı Dönemi) kesîr