çoklar

listen to the pronunciation of çoklar
Turkish - English

Definition of çoklar in Turkish English dictionary

çok
much

I like coffee much more than tea. - Kahveyi çaydan daha çok seviyorum.

John is not as old as Bill; he is much younger. - John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.

çok
many

Indonesia consists of many islands and two peninsulas. - Endonezya çok fazla adadan ve iki yarımadadan oluşur.

He has many enemies in the political world. - Politik dünyada pek çok düşmanı var.

çok
very

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

These are very old books. - Bunlar çok eski kitaplar.

çok
so
çok
fair

That's not very fair, is it? - Bu çok adil değil, değil mi?

I can read Chinese fairly well, but I can't write it very well. - Ben Çince'yi oldukça iyi okuyabilirim ama çok iyi yazamam.

çok
too

It's good now; neither too heavy nor too light. - O şimdi iyi; ne çok ağır ne de çok hafif.

It was too difficult for me. - Bu benim için çok zordu.

çok
good

I hear he is good at mahjong. - Onun Mahjong'da çok iyi olduğunu duydum.

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

çok
such

Seaside resorts, such as Newport, are very crowded in summer. - Newport gibi, deniz kenarındaki tatil köyleri yaz aylarında çok kalabalıktır.

You do such a thing once too often and get punished. - Öylesine bir şeyi bir kez çok sık yaparsın ve cezalandırılırsın.

çok
big

This park is pretty big; it has a lot of trees and many flowers. - Park oldukça büyüktür; Çok sayıda ağaçları ve çok sayıda çiçekleri vardır.

Japanese tourists abroad are big spenders. - Yurt dışındaki Japon turistler çok para harcarlar.

çok
affluent
çok
ample
çok
a lot

She likes her school a lot. - O okulunu çok seviyor.

Japan consumes a lot of paper. - Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir.

çok
abundant

Oil is abundant in that country. - Şu ülkede petrol çoktur.

Very large windows assure abundant natural daylight. - Çok büyük pencereler bol doğal gün ışığı sağlar.

çok
plenty

Tom had plenty of chances to apologize, but he didn't. - Tom'un özür dilemek için çok fırsatı vardı, ama bunu yapmadı.

Tom should have plenty of time. - Tom'un çok zamanı olmalı.

çok
{s} tidy

Mary's apartment is very tidy. - Mary'nin dairesi çok düzenli.

You're not very tidy. - Sen çok düzenli değilsin.

çok
dead

I'm not sure, but perhaps Tom is already dead. - Emin değilim ama belki de Tom çoktan öldü.

Tom didn't know that Mary was already dead. - Tom Mary'nin çoktan öldüğünü bilmiyordu.

çok
countless

I've been to Boston countless times. - Pek çok kez Boston'a gittim.

Countless stars were twinkling in the sky. - Gökyüzünde çok sayıda yıldız parlıyordu.

çok
helluva
çok
plenteous
çok
exuberant

I was very exuberant. - Ben çok hayat doluydum.

çok
lavish

Tom lives a very lavish lifestyle. - Tom çok savurgan bir yaşam tarzı sürdürüyor.

çok
lots of

Listening to music is lots of fun. - Müzik dinlemek çok eğlenceli.

We had lots of fun at the picnic. - Biz piknikte çok eğlendik.

çok
abounding
çok
so much

He hurt his arm lifting so much weight. - Çok fazla ağırlık kaldırırken kolunu incitti.

What happened to make you laugh so much? - Sizi çok güldürecek ne oldu?

çok
numerous

There are numerous universities in Kyoto. - Kyoto'da çok sayıda üniversite var.

When I went into his room, he showed me the numerous trophies he had won during the twenty years he had played golf. - Onun odasına girdiğimde, golf oynadığı yirmi yıl süresince kazandığı çok sayıda kupayı bana gösterdi.

çok
piping
çok
hearty
çok
{i} Lot

I'm feeling a lot better. - Çok daha iyi hissediyorum.

What a lot of books he has! - Onun ne de çok kitabı var!

çok
{s} precise

He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise. - O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.

çok
deadly

Layla was a very deadly woman. - Leyla çok ölümcül bir kadındı.

çok
like hell
çok
heavy

The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper. - Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.

The bag was too heavy for me to carry by myself. - Çanta benim tek başıma taşıyamayacağım kadar çok ağırdı.

çok
bloody
çok
plentiful

A buyers' market is a market in which goods are plentiful, buyers have a wide range of choices, and prices are low. - Bir alıcı piyasası malların bol olduğu, alıcıların çok çeşitli seçimlere sahip olduğu, ve fiyatların düşük olduğu bir piyasadır.

çok
innumerable
çok
awful

I'm awfully sorry that I was late. - Ben geç kaldığım için çok üzgünüm.

There are very few shops and the cinema is awful. - Burada çok az mağaza var ve sinema da korkunç.

çok
sorely
çok
hell of
çok
badly

I am very much surprised to hear that he got badly injured in a motorcar accident. - Ben onun bir otomobil kazasında kötü yaralandığını duyunca çok şaşırdım.

We are badly in need of food. - Bizim çok fazla yiyeceğe ihtiyacımız var.

çok
thick on the ground
çok
multi-

The fountain is lit with multi-colored lights. - Çeşme çok renkli ışıklarla aydınlatılıyor.

New York is a multi-racial city. - New York çok ırklı bir şehirdir.

çok
most

Windows is the most used operating system in the world. - Dünyada en çok kullanılan işletim sistemi Windows'tur.

There were many guests - most of them were our teacher's classmates and friends. - Çok sayıda misafir vardı-onlardan çoğu bizim öğretmenin sınıf arkadaşları ve arkadaşlarıydı.

çok
unduly
çok
hard

Praise stimulates students to work hard. - Övgü öğrencileri çok çalışmaya teşvik eder.

English is pretty hard, isn't it? - İngilizce çok zor, değil mi?

çok
extensive

The damage is too extensive. - Zarar çok geniş çaplıdır.

çok
a good deal

He looks a good deal better today. - O, bugün çok daha iyi görünüyor.

She spent a good deal of money on her vacation. - O, tatiline çok para harcadı.

çok
numerously
çok
manifold
çok
jelly

I like grape jelly best. - En çok üzüm jölesinden hoşlanırım.

Tom ate too many jelly donuts. - Tom çok sayıda jöleli börek yedi.

çok
a raft of
çok
profoundly
çok
sore

I have a sore throat because of too much smoking. - Çok fazla sigara içtiğim için boğazım ağrıyor.

If you eat too much of this food, you may get a sore throat. - Bu yiyeceği çok fazla yersen boğazın ağlayabilir.

çok
bounteous
çok
by far

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha fazla ilginç.

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha ilginç.

çok
a great many

There were a great many boys and girls in the park. - Parkta çok sayıda erkek ve kız vardı.

A perfect knowledge of a few writers and a few subjects is more valuable than a superficial one of a great many. - Birkaç yazar ve birkaç konuyla ilgili mükemmel bir bilgi birçoklarıyla ilgili yüzeysel olan birinden çok daha değerlidir.

çok
exceedingly
çok
a great number of

As a result of the war, a great number of victims remained. - Savaşın bir sonucu olarak, çok sayıda mağdur kaldı.

A great number of students battled for freedom of speech. - Çok sayıda öğrenci konuşma özgürlüğü için savaştı.

çok
myriad

There are a myriad of meats at the deli on the corner of Fifth and Harvey Street. - Beşinci Cadde ve Harvey Caddesinin köşesindeki şarküteride çok et vardır.

çok
substantially
çok
(Argo) heaps
çok
dearly

Tom loved his mother dearly. - Tom annesini çok sevdi.

çok
horrible

You must feel horrible. - Kendini çok berbat hissediyor olmalısın.

Their performance that year was horrible. - Bu yılki performansları çok berbattı.

çok
eminently
çok
tremendously

You speak tremendously fast. - Çok hızlı konuşuyorsun.

It hurts tremendously here. - Burası çok fazla acıyor.

çok
teem
çok
high

The price of this car is very high. - Bu arabanın fiyatı çok yüksek.

The kangaroo jumps very high. - Kangurular çok yüksek sıçrarlar.

çok
whaling
çok
extreme

You seem to be extremely lazy. - Çok tembel görünüyorsun.

We rejected Tom's suggestion as too extreme. - Biz Tom'un önerisini çok aşırı olarak reddettik.

çok
uncommonly
çok
(Denizbilim) multy
çok
multiple

The test was multiple choice. - Test çoktan seçmeliydi.

Tom has multiple talents. - Tom'un birden çok yeteneği vardır.

çok
round

He works hard all the year round. - Bütün yıl çok sıkı çalışır.

There's a lot of rain all the year round. - Yıl boyunca çok yağmur var.

çok
in earnest

It began to rain in earnest. - Çok yağmur yağmaya başladı.

çok
killing
çok
long

Well, the night is quite long, isn't it? - Güzel, gece çok uzun, değil mi?

I hope the bus will come before long. - Umarım otobüs çok geçmeden gelir.

çok
far

Recently, the increasing diversity of computer use has extended far beyond the realms of the office. - Son zamanlarda, bilgisayar kullanımında artan çeşitlilik, ofis alanlarının çok ötesine uzandı.

Jon is far more attractive than Tom. - Jon, Tom'dan çok daha çekicidir.

çok
extremely

Tom and his brothers are extremely close. - Tom ve erkek kardeşleri çok yakındır.

Difference between the past, present, and future is nothing but an extremely widespread illusion. - Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ayrım sadece çok yaygın yanılsamadan başka bir şey değildir.

çok
several

There were several stars to be seen in the sky. - Gökyüzünde görülen çok sayıda yıldızlar vardı.

Mary has received several prizes for her poetry. - Mary şiiri için çok sayıda ödül aldı.

çok
a world of

A good night's sleep will do you a world of good. - İyi bir gece uykusu sana çok iyi gelecek.

çok
darned
çok
infinitely

I have much studied both cats and philosophers. The wisdom of cats is infinitely superior. - Hem kedileri hem de filozofları çok inceledim. Kedilerin bilgeliği son derece üstündür.

Life would be infinitely happier if we could only be born at the age of eighty and gradually approach eighteen. - Sadece seksen yaşında doğabilseydik ve yavaş yavaş on sekiz yaşına varabilseydik, yaşamımız çok daha mutlu olurdu.

çok
uprising

The uprising was brutally suppressed. - İsyan çok sert bir biçimde bastırıldı.

çok
abysmal
çok
along with a lot
çok
right

Tom appears to be too tired to tackle that problem right now. - Tom, şimdi o sorunu çözemeyecek kadar çok yorgun görünüyor.

You may be right, but we have a slightly different opinion. - Haklı olabilirsin, ama bizim çok az farklı bir görüşümüz var.

çok
per-
çok
more

She is very beautiful, and what is more, very wise. - O çok güzeldir, daha neyse çok akıllıcadır.

The more you know about him, the more you like him. - Onu tanıdıkça daha çok seversin.

çok
no end of
çok
oceans of
çok
good and
çok
some few
çok
enormously

I've always admired you enormously. - Sana her zaman çok hayran oldum.

Tom is an enormously gifted musician. - Tom çok yetenekli bir müzisyen.

çok
awfully

Tom seemed awfully tired. - Tom çok yorgun görünüyordu.

Tom seems awfully tired. - Tom çok yorgun görünüyor.

çok
madly
çok
soaking
çok
vast

There is a vast difference between being able to make oneself understood in English and mastering the English language perfectly. - Kendini İngilizce olarak ifade edebilmek ve İngiliz dilini mükemmel şekilde öğrenmek arasında çok büyük bir fark var.

Your intelligence is as vast as the distance between Bombay and Mumbai. - Senin zekan Bombay ve Mumbai arasındaki mesafe kadar çoktur.

çok
power

Some people think the government has way too much power. - Bazı insanlar hükümetin oldukça çok fazla gücünün olduğunu düşünüyor.

The man used much money to gain power. - Adam güç kazanmak için çok para kullandı.

çok
excess

She smokes excessively. - O çok fazla sigara içiyor.

You shouldn't eat to excess. - Çok fazla yememelisin.

çok
strongly

I felt very strongly about it. - Bu konuda çok şiddetle hissettim.

I feel very strongly about it. - Ben o konuda kendimi çok güçlü hissediyorum.

çok
not half
çok
multi

The multinational corporation lowered the price of several products. - Çok uluslu ticaret şirketleri çok sayıda ürünün fiyatını düşürdü.

Find multilingual sentence equivalents at Tatoeba.org. - Tatoeba.org da çok dilli cümle benzerlerini bulun.

çok
stinking
çok
ever so
çok
positively
çok
terribly

It's terribly cold. I think I'm going to catch a cold. - Çok üşüyorum. Sanırım nezle olacağım.

Fadil knew that something was terribly wrong. - Fadıl bir şeylerin çok yanlış olduğunu biliyordu.

çok
full

He knew full well that he didn't have long to live. - O yaşamak için uzun zamanı olmadığını çok iyi biliyordu.

Mary is young, but full of talent. - Mary genç ama çok yetenekli.

çok
rattling
çok
rich

Tom said jokingly that he was not very rich. - Tom şakayla çok zengin olmadığını söyledi.

I hear you're very rich. - Çok zengin olduğunu duyuyorum.

çok
any number of
çok
unusually
çok
highly

Our personnel are very highly educated. - Personelimiz oldukça çok eğitimlidir.

I think it's highly unlikely that we'll ever get any help from the national government. - Ben, ulusal hükümetten herhangi bir yardım almamızın çok olası olmadığını düşünüyorum.

çok
considerably

The cost of building the new hospital was considerably higher than first estimated. - Yeni hastane binasının maliyeti İlk tahmin edilenden çok daha yüksektir.

çok
above

The plane was flying far above the clouds. - Uçak, bulutların çok üzerinde uçuyordu.

Love is above money. The latter can't give as much happiness as the former. - Sevgi paranın üstündedir. Sonraki önceki kadar çok mutluluk veremez.

çok
wildly
çok
some little
çok
extensively
çok
copious
çok
dreadfully
çok
a lot of

I can't go out because I have a lot of homework. - Dışarıya çıkamam çünkü çok ödevim var.

What a lot of books he has! - Onun ne de çok kitabı var!

çok
immensely
çok
many more
çok
in the extreme
çok
simply

It's simply too hot to do anything today. - Bugün sadece bir şey yapamayacak kadar çok sıcak.

There are very many people who read simply to prevent themselves from thinking. - Kendilerini düşünmekten engellemek için sadece okuyan pek çok insan vardır.

çok
poly

It doesn't require you to be a polyglot. - Çok dil bilen biri olmanızı gerektirmiyor.

The Mormons have outlawed polygamy, but some adherents still practice it. - Mormonlar çok eşliliği yasa dışı ilan ettiler fakat bazı taraftarları onu hâlâ uyguluyor.

çok
hugely

The austerity measures that many city governments have implemented are hugely unpopular. - Pek çok kent yöneticilerinin uyguladığı kemer sıkma politikası son derece sevimsizdir.

çok
terrifically
çok
large

The house I'm living in isn't very large. - Yaşadığım ev çok büyük değil.

He has a large number of books on his bookshelf. - Onun kitaplığında çok sayıda kitabı var.

çok
only too

Tom's only too happy to lend a hand where necessary. - Tom sadece gerektiği yerde yardım etmekten çok mutlu.

I'm only too happy to help. - Sadece yardım etmek için çok mutluyum.

çok
numbers of
çok
roaring
Çok
gobs of
çok
multitudinous
çok
well

My mom doesn't speak English very well. - Annem İngilizce'yi çok iyi konuşamaz.

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

çok
a great deal

He made a great deal of money selling milk. - O süt satarak çok para yaptı.

He earns a great deal. - O, oldukça çok kazanır.

çok
the so
çok
to bits
çok
poly-
çok
damned

Fuck, I cannot sleep because those damned owls are hooting so loudly. - Lanet, uyuyamıyorum çünkü o lanet baykuşlar çok yüksek sesle ötüyorlar.

çok
hell

Oh, hello. It's quite hot today really! - Oh merhaba. Bugün hava gerçekten çok sıcak!

çok
plenty of

Tom had plenty of chances to apologize, but he didn't. - Tom'un özür dilemek için çok fırsatı vardı, ama bunu yapmadı.

Tom certainly had plenty of opportunities to go to concerts while he was in Boston. - Tom Boston'da iken konserlere gitmek için kesinlikle çok fırsatı oldu.

çok
many, much; very; so; a lot (of), lots (of), plenty (of), a deal (of), a good deal of, a great deal (of); too, extremely, awfully, dreadfully; abundant
çok
greatly

I was greatly impressed by the speech. - Onun konuşmasından çok fazla etkilendim.

The news disturbed her greatly. - Haber onu çok rahatsız etti.

çok
acres and acres
çok
much; many, a lot of, lots of, plenty of
çok
deeply

Tom deeply regretted doing what he had done. - Tom yaptıklarını yaptığına çok pişman oldu.

I feel for you deeply. - Senin için çok üzülüyorum.

çok
precious

All socks are very precious. - Tüm çoraplar çok değerlidir.

These books are very precious to us. - Bu kitaplar bizim için çok değerli.

çok
heavily

They could not set out because it snowed heavily. - Yola koyulamadılar çünkü çok kar yağdı.

Bill hates his father smoking heavily. - Bill babasının çokça sigara içmesinden nefret ediyor.

çok
largely

The audience was largely made up of very young children. - Seyirci çoğunlukla çok küçük çocuklardan oluşuyordu.

çok
loads of
çok
heartily
çok
heaps of
çok
over

Mrs Klein is over 80, but she's still very active. - Bayan Klein 80 yaşın üzerinde, ama hâlâ çok aktif.

I'm the type who likes to think things over very carefully. - Şeylerin üzerinde çok dikkatlice düşünmeyi seven tipim.

çok
fantastically
çok
very much

I am very much relieved to know that. - Onu bildiğim için çok rahatladım.

Thank you very, very much! - Sana çok, çok teşekkürler!

çok
jolly
çok
galore
çok
often, long (time)
çok
beast

These beasts are very friendly. - Bu canavarlar çok cana yakın.

You're a beast! You haven't even missed one question! - Sen sorularda çok iyisin! Birtek soruda başarısız olmadın!

çok
perishingly
çok
rattle
çok
{s} profuse

Tom was sweating profusely after a half an hour on the treadmill. - Tom, koşu bandındaki yarım saatten sonra çok terliyordu.

çok
thundering
çok
tireless
çok
terrible

You're so good at writing. I'm terrible. - Yazma konusunda çok iyisin. Ben kötüyüm.

She looked terrible at that time. - O zaman çok kötü görünüyordu.

çok
whopping
çok
be thick with
çok
spanking
çok
whacking
çok
a whale of
çok
lots

In Venice, there are always lots of tourists. - Venedik'te her zaman çok turist vardır.

We had lots of fun at the picnic. - Biz piknikte çok eğlendik.

çok
umptieth
çok
bally
çok
beyond

They live beyond their means. - Onlar kazandıklarından çok para harcıyorlar.

Tom lives beyond his means. - Tom kazandığından çok para harcıyor.

çok
molto
çok
sadly

Sadly, I'm not a very good dancer. - Ne yazık ki, ben çok iyi bir dansçı değilim.

çok
gob
çok
mighty
çok
{s} umpteenth
çok
streak
çok
a whale of a lot
çok
spankiny
çok
remarkable

I thought that was remarkable. - Onun çok dikkat çekici olduğunu düşündüm.

For a girl of her age, Mary expresses very clever, remarkable thoughts. - Onun yaşındaki bir kız için, Mary çok zeki, dikkat çekici düşünceler ifade eder.

çok
terrific

Tom is a terrific all-around athlete. - Tom müthiş çok yetenekli bir atlettir.

çok
{s} prodigal
çok
vastly
çok
pretty

English is pretty hard, isn't it? - İngilizce çok zor, değil mi?

This park is pretty big; it has a lot of trees and many flowers. - Park oldukça büyüktür; Çok sayıda ağaçları ve çok sayıda çiçekleri vardır.

çok
beastly
çok
ream
çok
sharpset
çok
perishing
çok
dreadful
çok
qualification
çok
saintly
çok
revoltingly
çok
sopping
çok
{s} umpteen
çok
{s} some

Due to overfishing, some fish stocks are now at perilously low levels. - Çok fazla balık avı dolayısıyla, bazı balık stokları şimdi tehlikeli derecede düşük seviyelerde.

You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth. - Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.

çok
premium
çok
{s} rank
çok
per

Your success depends a lot on how your manager and other people in the office perceive you. - Sizin başarınız daha çok sizin yöneticinizin ve bürodaki diğer insanların sizi nasıl algıladığına bağlıdır.

We've got a lot more than just biceps in our arms, Per. - Kollarımızdaki pazularımızdan çok daha fazlasına sahibiz,Per.

Turkish - Turkish

Definition of çoklar in Turkish Turkish dictionary

çok
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı: "Bana matematik çok kolay geldi."- F. R. Atay
Çok
(Osmanlı Dönemi) UKAMİS
Çok
fena
Çok
deste
Çok
(Osmanlı Dönemi) UBR
Çok
geniş

New York'un caddeleri çok geniştir. - New York'un caddeleri çok geniş.

New York'un caddeleri çok geniş. - New York'un caddeleri çok geniştir.

Çok
düzine
Çok
(Osmanlı Dönemi) HUFAL
Çok
(Osmanlı Dönemi) NİHAYET
çok
Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir: "Sanırım ki anamı daha çok severim."- M. Ş. Esendal
çok
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı
çok
Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir
çok
molto
çok
piu
çok
(Osmanlı Dönemi) kesîr
çoklar
Favorites