Definition of (bound) in English Turkish dictionary
- bound
- {f} zıplaya zıplaya gitmek
- bound
- zıplamak
- bound
- sıçramak
- bound
- bağlı
Biz yakın bir dostluk ile birbirimize bağlıyız.
- We are bound to each other by a close friendship.
Onun eli kolu bağlıydı.
- He was bound hand and foot.
- bound
- {i} fırlama
- bound
- {i} sınır
Ren, Fransa ve Almanya arasındaki sınırdır.
- The Rhine is the boundary between France and Germany.
Bu sınırlı ekspres Sendai'ye gider.
- This limited express is bound for Sendai.
- be bound
- e mecbur, ... ile yükümlü
- bound
- {f} sınırlamak
- bound to
- (Fiili Deyim ) zorunda , yükümlü
- bound
- {i} sıçrama
- be bound to something
- Bir şeye bağlılığı/sadâkati olmak
- bound
- hoplamak
- bound
- atlayış
- bound
- kalgımak
- bound
- ciltlenmiş
- bound
- hoplama
- bound
- had
- bound
- sıçrayış
- bound
- bağlanmak
- bound
- sınır koymak
- bound column
- (Bilgisayar) ilişkili sütun
- bound electron
- (Bilgisayar,Teknik) bağlı elektron
- bound for
- -e giden
- bound form
- (Dilbilim) bağımlı biçim
- bound hand and foot
- eli kolu bağlı olmak
- bound hand and foot
- (deyim) çaresiz
- bound hand and foot
- (deyim) eli kolu bağlı
- bound html
- (Bilgisayar) html ilişkisini kur
- bound hyperlink
- (Bilgisayar) köprü ilişkisini kur
- bound in honour
- (Kanun) namus borcu saymakta
- bound long wave
- (Askeri) uzun periyotlu dalga grubu
- bound long waves
- (Askeri) uzun periyotlu dalga grubu
- bound moisture
- (Gıda) bağlı nem
- bound morpheme
- (Dilbilim) bağımlı biçimbirim
- bound object frame
- (Bilgisayar) ilişkili nesne çerçevesi
- bound span
- (Bilgisayar) bağımlı yayılma
- bound tariff rates
- (Politika, Siyaset) zorunlu tarife oranları
- bound to unknown type
- (Bilgisayar) bilinmeyen türe bağlama
- bound variable
- (Matematik) bağımlı değişken
- bound variable
- bağlı değişken
- bound vector
- bağlı vektör
- bound vector
- (Matematik) bağımlı vektör
- bound water
- (Gıda,İnşaat) bağlı su
- bound waves
- (Askeri) dalga grubu
- greatest lower bound
- (Matematik) en büyük alt sınır
- lower bound
- (Matematik) altsınır
- product bound
- (Ticaret) ürüne bağlı
- single bound
- tek bağ
- to be bound
- (Ticaret) bağlı olmak
- upper bound
- üst sınır
- upper bound
- (Matematik) üstsınır
- bound
- düşkün
- bound
- {i} sekme
- be bound hand and foot
- eli kolu bağlı olmak
- bound
- sekmek
- bound
- azimli
- bound
- gidici
- bound
- yükümlü
- bound
- giden
Kanazawa'ya giden bir trene bindi.
- He got on a train bound for Kanazawa.
Sendai'ye giden tren az önce gitti.
- The train bound for Sendai has just left.
- bound
- kesin
O kesinlikle sınavı geçecek.
- He is bound to pass the test.
Tom kesinlikle yarışı kaybedecek.
- Tom is bound to lose the race.
- bound
- kafasına takmış
- bound
- (for ile) gitmeye hazır
- bound
- {f} bağlan
Rehineler bağlandı ve ağızları kapatıldı.
- The hostages were bound and gagged.
Hırsızın eli ve ayağı bağlandı.
- The thief was bound hand and foot.
- bound
- gitmeye niyetli
- bound
- zıplama
- bound
- gitmek üzere olan
- bound
- bağlanmış
- bound
- mecbur
Tom, yeni dairesine taşınmak için yardım almaya mecbur.
- Tom's bound to need help to move into his new apartment.
- bound
- kesin kararlı
- bound
- ciltli
- bound
- niyetli
- bound
- sınırlarını belirlemek
- bound for
- -e gitmek üzere
- bound set
- sınır ayrımı
- bound to
- zorunlu
Er ya da geç onun olacağı zorunluydu.
- It was bound to happen sooner or later.
O şekilde olması zorunluydu.
- It was bound to happen that way.
- bound to
- kesinlikle
Daha çok çalışmazsan, kesinlikle başarısız olursun.
- You are bound to fail unless you study harder.
Tom kesinlikle yarışı kaybedecek.
- Tom is bound to lose the race.
- bound to
- garanti
- bound to
- mutlâka
İyi bir antrenörle, yüzücü mutlaka kazanır.
- With a good trainer, the swimmer is bound to win.
- bound up in
- çok ilgili
- bound up in
- -le meşgul
- bound up with
- -e bağlı
- bound up with
- -le ilgili
- branch and bound technique
- dal sınır yöntemi
- cement bound macadam
- çimento makadam
- cloth-bound
- bez ciltli
- cloth-bound
- bez kaplı
- compute bound
- hesaplama sınırlaması
- homeward bound
- evine dönen
- i/o bound
- giriş / çıkış sınırlı
- input bound
- girdi sınırlı
- input/output bound
- giriş / çıkış sınırlı
- least upper bound
- en küçük üst sınır
- lower bound
- alt sınır
- muscle-bound
- kasları çok gelişmiş
- output bound
- çıktı sınırlı
- process bound
- işlem sınırlı
- processor bound
- işlemci sınırlı
- rock-bound
- kayalarla kuşatılmış
- well bound
- yolunda giden
- at a bound
- a bağlı
- be bound to
- -mesi kesin gibi/kesin olmak: "He's bound to win. - Kazanması kesin gibi."
- bed-bound
- Yatağa bağımlı yaşayan kimse
- bound 2
- 2 bağlı
- bound to happen
- ne bağlı
- bound up
- bağlı olmak
- bound up
- ilgili olmak
His life was bound up with the town's history.
- bound volume
- bağlı hacim
- branch and bound
- Dal (ve) sınır yöntemi
- culture bound
- kültüre özgü
- culture-bound
- kültür-bağlı
- earth bound
- toprak bağlı
- flight bound
- uçuş sahası
Yesterday a small explosion set off in a flight bound while a plane about to taken off.
- grid-bound
- şebekeye bağlanmış
- home bound
- eve bağlı
- home-bound
- ev-bağlı
- homeward bound
- memleket yolunda
- leather bound
- deri kaplı
- leather-bound
- (Din) Deri kaplı
- membrane-bound
- (Biyoloji) Zarla çevrili, çevresi zar ile kaplanmış
An eukaryotic cell has a nucleus which is a membrane bound organalle.
- paper bound book
- Kağıt bağlı kitap
- paper bound copy
- Kağıt bağlı kopya
- peripheral bound
- çevresel donatı sinirlamali
- place bound
- yere bağlı
- re bound
- re bağlı
- snow bound
- kar bağlı
- spell bound
- büyülendi
- spiral bound
- spiral bağlı
- time bound
- zamana bağlı
- time bound
- zaman kısıtlamalı
- value-bound
- Değer bağımlı
The theory deserves to be defined as value-bound, if it treats the value judgements as part and parcel of its framework.
- wheelchair-bound
- Tekerlekli sandalyeye mahkum/bağlı
- work bound with another
- işe başka bir ile bağlı
- bound
- f., bak. bind
- bound
- bind bağla
- bound
- {i} avut
- bound
- {s} zorunlu
Er ya da geç onun olacağı zorunluydu.
- It was bound to happen sooner or later.
O maçı kazanmaya zorunlu.
- He is bound to win the match.
- bound
- yaylan/zıpla/sınırla
- bound
- sıçratmak
- bound
- {s} yola çıkmış
- bound
- {s} for -e giden
- bound
- sektirmek
- bound
- bağımlı
- bound
- {f} kuşatmak
- bound
- sınırlarını belirle
- bound
- {f} sekmek, sıçramak, zıplamak, fırlamak
- bound by contract
- sözleşmeye bağlanmış
- bound electron
- bagli elektron
- bound sulphur
- (Havacılık) bileşik kükürt
- bound up with
- ilgili olmak
- bound vortex
- (Havacılık) birleşik girdap
- cloth bound
- bez ciltli
- i will be bound
- eminim
- processor bound
- (Bilgisayar,Teknik) işlemci sınırlamalı
- tightly bound
- sıkıca bağlı
- tightly bound
- sımsıkı bağlanmış