emi̇n

listen to the pronunciation of emi̇n
Türkçe - İngilizce

emi̇n teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı

emin
sure

How can you be sure your girlfriend isn't faking her orgasms? - Kız arkadaşının orgazm takliti yapmadığından nasıl emin olabilirsin?

I'm sure he is holding back something from us. - Onun bizden bir şey sakladığından eminim.

emin olmak
ensure
kendinden emin
confident

Tom used to be confident. - Tom kendinden emindi.

Tom certainly looks confident. - Tom kesinlikle kendinden emin görünüyor.

emin
certain

Tom was reasonably certain that Mary had stolen his grandfather's gold watch. - Tom, Mary'nin onun büyükbabasının altın saatini çaldığından oldukça emindi.

Tom certainly made sure we all had a good time. - Tom kesinlikle hepimizin eğlendiğinden emin oldu.

emin
confident

Tom certainly looks confident. - Tom kesinlikle kendinden emin görünüyor.

He is confident of his ability. - O, yeteneğinden emindir.

emin
safe, secure; sure, certain; trusty, reliable
emin
staunch
emin
safe

Tom didn't know whether Mary was safe or not. - Tom Mary'nin emin ellerde olup olmadığını bilmiyordu.

Are you sure this place is safe? - Bu yerin güvenli olduğundan emin misin?

Emin
(isim) Trustworthy
emin
proof
emin
bailee
emin
confidential
emin
sure, certain; free from doubt
emin
strong, firm
emin
clear

I'm not too clear about that point. - O noktada pek emin değilim.

emin
cocksure
emin
reliable

Are you sure this information is reliable? - Bu bilginin güvenilir olduğundan emin misin?

I'm pretty sure Tom's reliable. - Tom'un güvenilir olduğundan oldukça eminim.

emin
deliberate
emin
unfaltering
emin
responsible

Sami was certain he knew who was responsible for Layla's death. - Sami, Leyla'nın ölümü için kimin sorumlu olduğunu bildiğinden emindi.

I'm not certain Tom is responsible. - Tom'un sorumlu olduğundan emin değilim.

emin
stanch
emin
good

I'm not sure if that's a good idea. - Bunun iyi bir fikir olup olmadığından emin değilim.

I bet Tom would be a good teacher. - Tom'un iyi bir öğretmen olacağına eminim.

emin
firm

I firmly believe that your time will come. - Senin sıranın geleceğinden eminim.

emin
safe, secure
emin
positive

Are you positive it was Tom who broke the window? - Camı kıranın Tom olduğundan emin misin?

I am positive that he has finished. - Onun bitirdiğinden eminim.

emin
in the bag
emin
fiduciary
emin
assured

Rest assured that I will do my best. - Elimden geleni yapacağımdan emin olabilirsin.

You may rest assured that we shall do all we can. - Elimizden geleni yapacağımızdan emin olabilirsin.

emin
trusty
emin
secure

Please make sure that your seat belt is securely fastened. - Emniyet kemerinizin güvenle bağlanmış olduğundan emin olun.

I feel safe and secure. - Güvenli ve emin hissediyorum.

emin
sound

Tom doesn't sound too sure. - Tom çok emin görünmüyor.

I'm not sure what it was, but it sounded like a gunshot. - Onun ne olduğundan emin değilim ama bir silah atışına benziyordu.

emin olmak
to be sure (of)
emin olarak
surely
emin olmak
be certain

You've got to be certain. - Emin olmak zorundasın.

I just want to be certain that it's OK. - Sadece bunun iyi olduğundan emin olmak istiyorum.

emin olmak
to be certain

I want to be certain that we're doing what's best for Tom. - Tom için en iyi olanı yaptığımızdan emin olmak istiyorum.

I want to be certain you are who you say you are. - Kim olduğunu söylediğin kişi olduğundan emin olmak istiyorum.

emin olmak
certain

I have to make certain Tom knows what to do. - Tom'un ne yapacağını bildiğinden emin olmak zorundayım.

I have to make certain Tom knows what time the concert starts. - Konserin saat kaçta başladığını Tom'un bildiğinden emin olmak zorundayım.

emin olmamak
unsure
emin misin
are you sure
emin misin?
are you positive?
emin misiniz?
(Bilgisayar) are you sure?
emin olmak
check on
emin olmak
sure

Tom checked to make sure Mary was still sleeping. - Tom Mary'nin hâlâ uyuduğundan emin olmak için kontrol etti.

I'd like to make sure of the time. - Ben zamandan emin olmak istiyorum.

emin olmak
assure
emin olmak
be advised
emin olmak
be sure of
emin olmak
insure
emin olmak
know one's own mind
emin olmak
sure of

I'd like to make sure of the time. - Ben zamandan emin olmak istiyorum.

emin olmak
to be sure

I want to be sure that there will be no problems. - Hiç sorun çıkmayacağından emin olmak istiyorum.

I wanted to be sure Tom was planning to be here. - Tom'un burada olmayı planladığından emin olmak istedim.

emin olmak
to be sure of
emin olmak
be positive about
emin olmak
verify
emin saha
(Askeri) safe area
emin misin
You're sure
emin adımlarla
emphatically
emin adımlarla ilerlemek
take firm steps forward
emin bir şekilde
positively
emin depolama sahası
(Askeri) vault storage space
emin değilim
I'm not sure

I'm not sure if George will take to this idea. - George'un bu fikirden hoşlanıp hoşlanmayacağından emin değilim.

Tom might have visited Mary in Boston last week. I'm not sure. - Tom geçen hafta Boston'da Mary'yi ziyaret etmiş olabilir. Emin değilim.

emin ellerde
safe

Tom didn't know whether Mary was safe or not. - Tom Mary'nin emin ellerde olup olmadığını bilmiyordu.

Your children will be safe with Tom. - Çocukların Tom'la birlikte emin ellerde olacak.

emin ellerde olmak
be in good hands
emin ol
Believe me
emin ol
you bet
emin olarak
rightly
emin olarak
magnetically
emin olarak
crousely
emin olarak
confidently
emin olarak
positively
emin olma
sureness
emin olmadan
gropingly
emin olmadan kabul edilen olgu
thing in itself
emin olmak
know for certain
emin olmak
make sure

I'd like to make sure of the time. - Ben zamandan emin olmak istiyorum.

Tom double-checked his door to make sure it was locked. - Tom kilitli olduğundan emin olmak için kapısını iki kez kontrol etti.

emin olmak
be certain of
emin olmak
be positive about smth
emin olmak
make certain of
emin olmak
be sure

I want to be sure Tom knows what he's supposed to do. - Tom'un ne yapması gerektiğini bildiğinden emin olmak istiyorum.

I want to be sure you understand what's going to happen. - Ne olacağını anladığından emin olmak istiyorum.

emin olmak
a) to be sure (of) b) to make sure (of/that)
emin olmak
make certain

It's our job to make certain Tom doesn't do that. - Tom'un onu yapmayacağından emin olmak bizim işimiz.

I have to make certain Tom knows where he needs to go. - Tom'un nereye gitmesi gerektiğini bildiğinden emin olmak zorundayım.

emin olmak
feel certain
emin olmamak
doubt
emin olmamak
not to be sure
emin olmamak
be hazy about
emin olmamak
not to know for certain
emin olmayan
unsafe
emin olmayan
unsure

A sure friend is seen in an unsure matter. - Bir emin arkadaş emin olmayan bir meselede görünür.

emin olmayan
uncertain
emin olmayan
unconvinced
emin olunuz
depend upon it
emin rıhtım
(Askeri) safe berth
emin yer
fastness
emin yere gizle
stash
kendinden emin
self-confident
emin
(Kanun) custodian
kendinden emin olmak
be sure of oneself
kendinden çok emin
self-assertive
rahat ve kendinden emin
suave
yedi emin
fiduciary
ağır ve emin
slow and sure
emin
sanguine
emin
sanguineous
emin
straight

I would like to set the record straight. - Ben tümüyle emin olmak istiyorum.

en emin
safest
gayet emin
cocksure
kendinden emin
reliant
kendinden emin
assured
kendinden emin
self-assured
kendinden emin bir şekilde
self-assuredly
kendinden emin bir şekilde
cocksurely
kendinden emin biçimde dimdik
(Konuşma Dili) bolt upright
kendinden emin olma
self-assurance
kendinden emin olmak
to be sure of oneself
kendinden fazla emin olma
self assertion
kendinden çok emin
cocksure
kendinden çok emin
overconfident
kendinden çok emin
presuming
kendinden çok emin
cocky
kendinden çok emin
self assertive
kendinden çok emin
presumptuous
kendinden çok emin olmak
think one is the cat's pyjamas
kendinden çok emin olmak
think one is the cat's whiskers
kesinlikle emin olmak
(Konuşma Dili) bet one's boots on
sonucundan emin olmak
have it made
İngilizce - İngilizce

emi̇n teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı

eminence
someone of high rank, reputation or social station
eminence
an elevated land area or a hill
eminence
a protuberance
eminence
prominence in a particular order or accumulation; esteem
eminence
the quality or state of being eminent
eminent
high, lofty; towering; prominent
eminently
in an eminent or prominent manner
eminence
an elevated position with respect to rank, place, character, condition, etc
eminent
high in station, merit, or esteem
eminence
{n} height, honor, top, a cardinal's title
eminent
{a} high, lofty, remarkable, celebrated
eminently
{a} conspicuously, in a high degree
Eminence
{i} city in Kentucky (USA); city in Missouri (USA); title of a Roman Catholic cardinal
Mehmed Emin Pasha
orig. Eduard Schnitzer born March 28, 1840, Oppeln, Silesia died Oct. 23, 1892, Kanema, Congo Free State German physician, explorer, and administrator in Egyptian Sudan. Schnitzer adopted a Turkish name while serving as a medical officer and administrator in the Ottoman government. In 1876 he joined with British forces led by Gen. Charles George Gordon at Khartoum. In 1878 he was appointed governor of Equatoria province. During the Mahdist movement uprising, the Egyptian government abandoned the Sudan (1884), and the isolated Emin was rescued by Henry Morton Stanley in 1888. On an expedition to equatorial Africa, he was killed by Arab slave-traders. Through his scholarly papers and specimen collections, he contributed vastly to the knowledge of African geography, natural history, ethnology, and languages
eminence
{i} high position, elevated rank; title of honor; preeminence; excellence; height; hill; (Anatomy) body projection, protuberance in the body (especially on the surface of a bone )
eminence
Eminence is the quality of being very well-known and highly respected. Many of the pilots were to achieve eminence in the aeronautical world Beveridge was a man of great eminence
eminence
A title of honor, especially applied to a cardinal in the Roman Catholic Church
eminence
high status importance owing to marked superiority; "a scholar of great eminence"
eminence
high status importance owing to marked superiority; "a scholar of great eminence
eminence
a protuberance on a bone especially for attachment of a muscle or ligament
eminence
An elevated condition among men; a place or station above men in general, either in rank, office, or celebrity; social or moral loftiness; high rank; distinction; preferment
eminence
That which is eminent or lofty; a high ground or place; a height
eminent
of a person, distinguished, important, noteworthy
eminent
standing above others in quality or position; "people in high places"; "the high priest"; "eminent members of the community"
eminent
having achieved eminence; "an eminent physician"
eminent
{s} famous, renowned, prominent; outstanding, conspicuous; high; protruding
eminent
of imposing height; especially standing out above others; "an eminent peak"; "lofty mountains"; "the soaring spires of the cathedral"; "towering iceburgs"
eminent
outstanding, as in: Steven Hawking is one of the most eminent thinkers of our time
eminent
(used of persons) standing above others in character or attainment or reputation; "our distinguished professor"; "an eminent scholar"; "a great statesman"
eminent
An eminent person is well-known and respected, especially because they are good at their profession. an eminent scientist. an eminent person is famous, important, and respected (present participle of eminere )
eminent
Being, metaphorically, above others, whether by birth, high station, merit, or virtue; high in public estimation; distinguished; conspicuous; as, an eminent station; an eminent historian, statements, statesman, or saint
eminent
noteworthy. remarkable, great
eminent
towering above others; projecting; prominent and outstanding (empty) Back to Top - F -
eminent
Domain- The right of a government to take privately owned property for public purposes under condemnation proceedings subject to payment of its fair market value
eminent
standing above others in quality or position; "people in high places"; "the high priest"; "eminent members of the community
eminent
High; lofty; towering; prominent
eminently
in an eminent manner; "two subjects on which he was eminently qualified to make an original contribution"
eminently
to a great degree; notably, highly
eminently
in an eminent manner; "two subjects on which he was eminently qualified to make an original contribution
eminently
In an eminent manner; in a high degree; conspicuously; as, to be eminently learned
eminently
in a prominent manner; absolutely
eminently
emphasis You use eminently in front of an adjective describing a positive quality in order to emphasize the quality expressed by that adjective. His books on diplomatic history were eminently readable = highly. completely and without a doubt - use this to show approval
Türkçe - Türkçe
(Osmanlı Dönemi) Kalbinde korku ve endişesi olmayıp rahatta olan. Korkusuz
(Osmanlı Dönemi) İnanan, güvenen
(Osmanlı Dönemi) Çok iyi bilen, şüphe etmeyen
(Osmanlı Dönemi) Kendisinden korkulmayan
(Osmanlı Dönemi) Kendine inanılan. İtimat edilen
emin
Osmanlı imparatorluğunda bazı devlet görevlerindeki sorumlu kişilere verilen ad
emin
Sakıncasız, emniyetli, tehlikesiz: "Dağlar hiçbir zaman emin değildir."- Y. K. Karaosmanoğlu. Şüphesi olmayan: "Pek büyük bir serveti olduğundan emin idiler."- H. Z. Uşaklıgil
emin
Sakıncasız, emniyetli, tehlikesiz
emin
İnanılır, güvenilir
emin
İnanılır, güvenilir: "Gizli kitapları ve notları yok etmemiş yahut daha emin bir yere kaldırmamıştım."- R. N. Güntekin
emin
(Osmanlı Dönemi) kalbinde korku ve endişesi olmayan, korkusuz, güvenilir; güvenen, inanan
emin
Şüphesi olmayan
emin barın
Türk hat sanatının son büyük ustalarından biri olan ünlü hattat ve ciltçi
emin olmak
İnanmak, güvenmek
emin onat
Anıtkabir'in tasarımını da gerçekleştiren ünlü mimarımız
Emin
(Osmanlı Dönemi) ŞEB'AN
Emin
(Osmanlı Dönemi) DAĞIT
emi̇n