Dirseğimi masanın köşesine çarptım.
- I hit my funny bone on the edge of the table.
Askerler yüksek bir uçurumun kenarında Tom'u köşeye sıkıştırdılar.
- The soldiers cornered Tom at the edge of a high cliff.
Tom Mary'yi uçurumun kenarından itti.
- Tom pushed Mary off the edge of the cliff.
Tom uçurumun kenarına gitti.
- Tom went to the edge of the cliff.
Tom Mary'nin çatının kenarında durduğunu gördüğü zaman neredeyse kalp krizi geçirmişti.
- Tom nearly had a heart attack when he saw Mary standing on the edge of the roof.
Tom ukelelesini çalarak masanın kenarında oturuyordu.
- Tom was sitting on the edge of the desk playing his ukulele.
Uçurumun kenarına çok yaklaşmak tehlikeli olurdu.
- It would be dangerous to go too near the edge of the cliff.
Death and persecution lose all the ill that they can have, if we do not set an edge upon them by our fears and by our vices. Jeremy Taylor.
He edged away from her.