Çince konuştuğumda içim rahat hissetmeye başlıyorum.
- I'm beginning to feel at ease when I speak in Chinese.
Onun tebessümü onu rahatlattı.
- His smile put her at ease.
Hemşire ağrıyı hafifletmek için Tom'a bir şey verdi.
- The nurse gave Tom something to ease the pain.
Soruyu kolaylıkla yanıtlaması bizi şaşırttı.
- The ease with which he answered the question surprised us.
İşi kolaylıkla yaptı.
- She did the job with ease.
Sadece ağrıyı dindirmek için bana bir şey ver.
- Just give me something to ease the pain.
Tom'un acısını dindirmek istiyorum.
- I'd like to ease Tom's pain.
O kolaylıkla yarışı kazandı.
- He won the race with ease.
O çapraz bulmacayı kolaylıkla çözdü.
- He did the crossword with ease.
Onunla birlikte huzursuz hissediyorum.
- I feel ill at ease with her.
Onun huzursuz olduğunu hemen anladım.
- I saw at once that he was ill at ease.
Onun tebessümü onu rahatlattı.
- His smile put her at ease.
Sami, Leyla'yı rahatlattı.
- Sami put Layla at ease.
His mind was at ease when he received his pension.
We took our ease on the patio.
He played the organ with ease.
After winning the jackpot, she lived a life of luxurious ease.