durumda

listen to the pronunciation of durumda
Türkçe - İngilizce
in the condition
durum
{i} circumstance

The massacre in Norway and the recent rebellion and the booty in England, are dreadful in consideration of the circumstances that the world drifted into. - Norveç'te yaşanan katliam ve son günlerde İngiltere'deki ayaklanma ve yağma, dünyanın içine sürüklendiği durum itibarı ile dehşet vericidir.

He can't accommodate himself to his circumstances. - O bulunduğu duruma kendini alıştıramaz.

durum
situation

In situations like these, a gun might come in handy. - Bu gibi durumlarda, bir tabanca kullanışlı gelebilir.

He can't cope with difficult situations. - Zor durumlarla başa çıkamıyor.

durum
status

I want a status report. - Bir durum raporu istiyorum.

Employers cannot refuse to hire workers because of their race, religion, ethnic origin, skin colour, sex, age, marital status, disability or sexual orientation. - İşverenler ırkları, dinleri, etnik kökenleri, deri renkleri, cinsiyetleri, yaşları, medeni durumları, engellilikleri ya da cinsel yönelimleri nedeniyle işçileri işe almayı reddemezler.

durum
case

In any case, it's none of your business. - Her durumda, bu seni ilgilendirmez.

In case of an earthquake, turn off the gas. - Bir deprem durumunda, gazı kapatın.

durum
condition

The condition of the patient turned for the better. - Hastanın durumu daha iyiye doğru yöneldi.

They are in great condition. - Onlar mükemmel durumdalar.

durum
{i} position

Divorce can put mutual friends of the divorcing couple in a difficult position, particularly if it's an acrimonious split. - Boşanmalar, boşanan çiftlerin ortak arkadaşlarını zor durumda bırakabilir, özellikle de ayrılık sert ve tantanalı olmuşsa.

Tom didn't make his position clear. - Tom durumunu netleştirmedi.

durum
state

While the civil war went on, the country was in a state of anarchy. - İç savaş sırasında, ülke anarşik bir durum içindeydi.

He is content with his present state. - Bugünkü durumundan memnundur.

durumda olmak
to be in a position to
durum
occasion

Your speech was appropriate for the occasion. - Konuşman duruma uygundu.

His story wasn't appropriate for the occasion. - Onun hikayesi durum için uygun değildi.

durum
conditions

This patient's conditions are getting worse day after day. - Bu hastanın durumu günden güne kötüleşiyor.

Weather conditions may change. - Hava durumları değişebilir.

durum
{i} fact

I think that this fact is very serious. - Bu durumun çok ciddi olduğunu düşünüyorum.

What was the determining factor in this case? - Bu durumda belirleyici faktör neydi?

durum
instance

We have many things in common: hobbies, educational backgrounds, for instance. - Ortak çok şeyimiz var: örneğin hobilerimiz, eğitim durumu.

durum
{i} context
durum
event

What would you do in the event of a zombie apocalypse? - Bir zombi kıyameti durumunda ne yapardın?

In the event of misfortune, celebrations are the best. - Talihsizlik durumunda kutlamalar en iyisidir.

durum
score
durum
{i} lie

What reason could I possibly have to lie to you? - Ne diye sana yalan söylemek durumunda kalayım ki?

durum
matter

I explained what the matter was. - Durumun ne olduğunu açıkladım.

The common state of this matter is solid. - Bu maddenin normal durumu katıdır.

aksi durumda
otherwise
durum
aspect

The instrumental case is one of the most graceful aspects of the Russian language. - Araç durumu Rus dilinin en zarif yönlerinden biridir.

durum
state, condition, case, things; situation, circumstance; status; position; case
çok kötü durumda
at a low ebb
durum
size

He sized up the situation and acted immediately. - Durumu değerlendirdi ve derhal harekete geçti.

durum
where

There are some cases where this rule does not apply. - Bu kuralın geçerli olmadığı bazı durumlar vardır.

The situation has come to the point where we either sink or swim. - Durum ya batarsın ya da çıkarsın noktasına geldi.

acil durumda
in case of emergency
aksi durumda
if not so
bu durumda
then
bu durumda
under the circumstances
bu durumda
at this stage
bu durumda
in the circumstances
bu durumda
at that
bu durumda
as it is

We're on pretty shaky ground as it is. - Bu durumda halimizin ne olacağı çok belirsiz.

I wish I could go with you, but as it is, I can't. - Keşke seninle gidebilsem ama bu durumda, gidemem.

durum
frame of mind
durum
complexion
durum
(Bilgisayar) mode

In most cases, modernization is identified with Westernization. - Çoğu durumda, modernizasyon batılılaşma ile tanımlanır.

durum
capacity
durum
iteration
durum
point

At that point I realized the danger of the situation. - Ben o noktada durumun tehlikesini fark ettim.

One's point of view depends on the point where one sits. - Bir kişinin bir şeye bakma tarzı onun durumuna bağlıdır.

durum
things

Among other things, we talked about the weather. - Diğer şeyler arasında hava durumunu konuştuk.

We have many things in common: hobbies, educational background, and so on. - Bizim ortak çok şeyimiz var: hobiler, öğretim durumu, ve benzeri.

durum
way

A person's way of looking at something depends on his situation. - Bir kişinin bir şeye bakış şekli onun durumuna bağlıdır.

We are groping for a way out of the present situation. - Şimdiki durumdan bir çıkış yolu arıyoruz.

durum
predicament
durum
layup
durum
(Biyokimya) phase
durum
state of play
durum
(Askeri) quality

Both quantity and quality are important in most cases. - Hem miktar hem de kalite birçok durumlarda önemlidirler.

durum
configuration
durum
standing
durum
showing
durum
(Bilgisayar) status of
durum
stand

I'll always stand by you in case of trouble. - Ben her zaman sorun durumunda hep yanında olacağım.

durum
set-up
durum
shape

He's really in good shape. - O gerçekten iyi durumda.

His business affairs are in good shape. - Onun iş ilişkileri iyi durumda.

durum
(Fizik,Teknik) inertia
durum
metamorphosis
durum
order

The room is in immaculate order. - Oda kusursuz durumda.

Sami's SUV is in perfect working order. - Sami'nin SUV'u mükemmel çalışır durumda.

hakim durumda olmak
domineer
mevcut durumda
currently
mükemmel bir durumda
in the groove
nazik bir durumda olmak
hang in the balance
yenilebilir durumda
eatable
zor durumda
(Konuşma Dili) up the creek
zor durumda
on the spot

Tom was put on the spot. - Tom zor durumda bırakıldı.

zor durumda
(Konuşma Dili) in bad
zor durumda
in a tight squeeze
zor durumda
in a tight spot

Sami knew he was in a tight spot. - Sami zor durumda olduğunu biliyordu.

I found myself in a tight spot. - Ben kendimi zor durumda buldum.

zor durumda
in a squeeze
durum
footing
durum
ball game

We have ourselves a whole new ball game. - Bambaşka bir durumumuz var.

bu durumda
In this situation
durum
{i} lay

Layla's mental state went out of control. - Leyla'nın zihinsel durumu kontrolden çıktı.

I'm going to lay aside that money for emergencies. - Acil durumlar için o parayı biriktireceğim.

durum
{i} repair
durum
stative
zor durumda
In trouble, at a low ebb, in times of need, in need, at a push, up a tree, in deep water
acil bir durumda
in case of emergency
acil durumda
(Hukuk) in case of urgency
acil durumda kullanılan
donkey
acınacak durumda
deplorable, miserable
aksi bir durumda
in the contrary case
avantajlı durumda
in a good bargaining position
aynı durumda
in the same boat
bakımsız bir durumda
in state of neglect
benzer durumda
in the same boat
bitap durumda
flat out
bitkin durumda
at one's last gasp
bu durumda
in this instance
bu durumda
thus situated
bu durumda
at that rate
bu durumda
in/under the circumstances, then
böyle bir durumda
on such an occasion
durum
state , status
durum
situation, circumstances. (...)
durum
fettle
durum
pass

TV is harmful in that it keeps your mind in a passive state. - TV aklınızı pasif durumda tutması bakımından zararlıdır.

durum
attitude
durum
estate
durum
state of affairs

We cannot allow this state of affairs to continue any longer. - Artık bu durumun devam etmesine izin veremeyiz.

I will not tolerate such a state of affairs. - Böyle bir duruma göz yummayacağım.

durum
posture
durum
conjuncture
durum
set

The situation could only be settled by war. - Bu durum sadece savaşla halledilebilirdi.

durum
plight

The documentary is meant to raise consciousness about the plight of the poor. - Belgesel, yoksulların durumuyla ilgili bilinci arttırmayı amaçlıyor.

The documentary is meant to raise consciousness about the plight of the poor. - Belgesel, yoksulların durumu hakkında bilinçlendirmek demektir.

durum
state, condition
durum
{i} situs
durum
state, status
durum
{i} trim
durum
setup
durum
{i} stance
durum
eventuality
en iyi durumda olmak
be at one's best
faal durumda
in operation
güç durumda
in deep water
güç durumda kalmak
be aground
güç durumda olmak
to be in hot water
harap durumda
in state of unrepair
hazır durumda
on stand by
hazır durumda
at the ready
her durumda
no matter what, in any case
her durumda
in any event
iyi durumda
in fine fettle
iyi durumda
in good shape

He's really in good shape. - O gerçekten iyi durumda.

Tom may be old, but he's in good shape. - Tom yaşlı olabilir ama o iyi durumda.

iyi durumda
in good nick
iyi durumda
in good fettle
iyi durumda olma
soundness
iyi durumda olmak
be on velvet
işlenmemiş durumda
in the rough
kaçar durumda
on the lam
kritik durumda olmak
be on the razor's edge
kötü durumda
flyblown
kötü durumda
ill-conditioned
kötü durumda
in bad order
kötü durumda
in a bad condition
mükemmel durumda
in the groove
müşkül durumda
in chancery
ne durumda
how
o durumda
thus situated
sıkışık durumda
close
yanar durumda tutmak
keep in
yapamıyacak durumda
unable
yatar durumda olan
couchant
zor durumda
out on a limb
zor durumda olmak
be in a cleft stick
zor durumda terketmek
leave in the lurch
çalışamayacak durumda
unable to work
çalışamaz durumda
out of commission
çalışır durumda
in operation
şarkı söyleyebilir durumda
in voice
İngilizce - İngilizce

durumda teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı

durum
A hard variety of wheat, Triticum turgidum or Triticum durum, whose flour is used to make pasta and bread
durum
wheat with hard dark-colored kernels high in gluten and used for bread and pasta; grown especially in southern Russia, North Africa, and northern central North America
durum
{i} type of wheat
Türkçe - Türkçe

durumda teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

durum
Bir zaman kesiti içinde bir şeyi belirleyen şartların hepsi, vaziyet, hâl, keyfiyet, mevki, pozisyon: "Genel Sekreter, kazadaki sıtma durumu hakkında verdiğim uzun tafsilattan pek memnun kaldı."- R. N. Güntekin
durum
Bireyin toplum içindeki ilişkileriyle belirlenen yeri. İsim soyundan kelimelerin birbirleriyle edatlarla ve fiillerle ilişkilerini belirleyen biçim, hâl
durum
Duruş biçimi, konum
Durum
keyfiyet
Durum
boyut
Durum
mevki
Durum
halet
durum
özellikle makarna yapımında kullanılan bir buğday cinsi
durum
Makarna üretiminde kullanılan bir buğday türü
durum
Bir zaman kesiti içinde bir şeyi belirleyen şartların hepsi, vaziyet, hâl, keyfiyet, mevki, pozisyon
durum
İsim soyundan kelimelerin birbirleriyle edatlarla ve fiillerle ilişkilerini belirleyen biçim, hâl
durum
Bireyin toplum içindeki ilişkileriyle belirlenen yeri
İngilizce - Türkçe

durumda teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

durum
unundan makarna yapılan bir cins buğday Triticum durum
durumda