durum

listen to the pronunciation of durum
İngilizce - Türkçe
Türkçe - Türkçe
Bir zaman kesiti içinde bir şeyi belirleyen şartların hepsi, vaziyet, hâl, keyfiyet, mevki, pozisyon: "Genel Sekreter, kazadaki sıtma durumu hakkında verdiğim uzun tafsilattan pek memnun kaldı."- R. N. Güntekin
Bireyin toplum içindeki ilişkileriyle belirlenen yeri. İsim soyundan kelimelerin birbirleriyle edatlarla ve fiillerle ilişkilerini belirleyen biçim, hâl
Duruş biçimi, konum
özellikle makarna yapımında kullanılan bir buğday cinsi
Makarna üretiminde kullanılan bir buğday türü
Bir zaman kesiti içinde bir şeyi belirleyen şartların hepsi, vaziyet, hâl, keyfiyet, mevki, pozisyon
İsim soyundan kelimelerin birbirleriyle edatlarla ve fiillerle ilişkilerini belirleyen biçim, hâl
Bireyin toplum içindeki ilişkileriyle belirlenen yeri
keyfiyet
boyut
mevki
halet
durum eki
İsmin bir isimle veya fiille ilgisini kuran ek
durum ortacı
Sıfat-fiil
durum ulacı
Zarf-fiil
durum vaziyeti
Görünüş
coğrafi durum
Bir yerin çevresi ile ilgisinin tespiti veya görünümü
istenmeyen durum
Karşılaşılması beklenilmeyen durum, karışıklık, komplikasyon
seferi durum
Yolculuk dolayısıyla namaz ve oruz ibadetinden izinli olma
seferi durum
Savaş ortamı
toplu durum
Genel görünüm, konjonktür
yalın durum
İsim soyundan kelimenin taşıdığı kavramı bildirme durumu, Türkçede bu durumda ek kullanılmaz, mücerret, nominatif
üç durum yasası
Toplumun Tanrı bilimi, fizik ötesi ve tanıtlı olmak üzere üç durumdan geçerek geliştiğini savunan Auguste Comte yasası, üç hâl yasası
İngilizce - İngilizce
A hard variety of wheat, Triticum turgidum or Triticum durum, whose flour is used to make pasta and bread
wheat with hard dark-colored kernels high in gluten and used for bread and pasta; grown especially in southern Russia, North Africa, and northern central North America
{i} type of wheat
durum wheat
wheat with hard dark-colored kernels high in gluten and used for bread and pasta; grown especially in southern Russia, North Africa, and northern central North America
Türkçe - İngilizce
situation

If you want to discuss the situation, please let us know. - Durumu görüşmek istiyorsanız, lütfen bize bildirin.

In situations like these, it's best to remain calm. - Bu gibi durumlarda sakin kalmak en iyisidir.

circumstance

He can't accommodate himself to his circumstances. - O bulunduğu duruma kendini alıştıramaz.

The massacre in Norway and the recent rebellion and the booty in England, are dreadful in consideration of the circumstances that the world drifted into. - Norveç'te yaşanan katliam ve son günlerde İngiltere'deki ayaklanma ve yağma, dünyanın içine sürüklendiği durum itibarı ile dehşet vericidir.

case

In any case, it's none of your business. - Her durumda, bu seni ilgilendirmez.

In case of an earthquake, turn off the gas. - Bir deprem durumunda, gazı kapatın.

condition

The condition of the patient turned for the better. - Hastanın durumu daha iyiye doğru yöneldi.

That car dealer gave me a bum steer when he told me this used Toyota was in good condition. - O araba satıcısı bu kullanılmış Toyota'nın iyi durumda olduğunu söylediğinde bana yanlış bilgi vermiş.

status

What's the status of my 2016 tax refund? - Benim 2016 vergi iadesi durumum nedir?.

Employers cannot refuse to hire workers because of their race, religion, ethnic origin, skin colour, sex, age, marital status, disability or sexual orientation. - İşverenler ırkları, dinleri, etnik kökenleri, deri renkleri, cinsiyetleri, yaşları, medeni durumları, engellilikleri ya da cinsel yönelimleri nedeniyle işçileri işe almayı reddemezler.

What's your marital status? - Medeni durumun nedir?

state

While the civil war went on, the country was in a state of anarchy. - İç savaş sırasında, ülke anarşik bir durum içindeydi.

Part of Hokkaido still remains in its natural state. - Hokkaido kısmı hâlâ doğal durumunda duruyor.

(Hukuk) position

Tom made his position clear. - Tom durumunu netleştirdi.

He explained his position to me. - O, durumunu bana açıkladı.

occasion

His speech was not very becoming to the occasion. - Onun konuşması duruma çok uygun değildi.

His story wasn't appropriate for the occasion. - Onun hikayesi durum için uygun değildi.

instance

We have many things in common: hobbies, educational backgrounds, for instance. - Ortak çok şeyimiz var: örneğin hobilerimiz, eğitim durumu.

event

In the event of misfortune, celebrations are the best. - Talihsizlik durumunda kutlamalar en iyisidir.

What would you do in the event of a zombie apocalypse? - Bir zombi kıyameti durumunda ne yapardın?

score
matter

The common state of this matter is solid. - Bu maddenin normal durumu katıdır.

It is not known who has the authority in this matter. - Bu durumda kimin otorite olduğu bilinmiyor.

aspect

The instrumental case is one of the most graceful aspects of the Russian language. - Araç durumu Rus dilinin en zarif yönlerinden biridir.

state, condition, case, things; situation, circumstance; status; position; case
frame of mind
complexion
(Bilgisayar) mode

In most cases, modernization is identified with Westernization. - Çoğu durumda, modernizasyon batılılaşma ile tanımlanır.

capacity
iteration
point

The situation has come to the point where we either sink or swim. - Durum ya batarsın ya da çıkarsın noktasına geldi.

It is important that a lawyer should leave no stone unturned even on minor points and harp on the same subject to achieve a break through in an impasse. - Bir avukatın zor bir durumda küçük konularda bile her taşın altına bakması ve aynı konuda sonuca ulaşmak için ısrarla belirtmesi önemlidir.

things

We have many things in common: hobbies, educational background, and so on. - Bizim ortak çok şeyimiz var: hobiler, öğretim durumu, ve benzeri.

They are content with things as they are. - Onlar mevcut durumdan memnun.

way

We are groping for a way out of the present situation. - Şimdiki durumdan bir çıkış yolu arıyoruz.

The situation of the villagers is better than ten years ago in many ways. - Köylülerin durumu birçok yönden on yıl öncesine göre daha iyi.

predicament
layup
(Biyokimya) phase
state of play
(Askeri) quality

Both quantity and quality are important in most cases. - Hem miktar hem de kalite birçok durumlarda önemlidirler.

configuration
standing
showing
(Bilgisayar) status of
stand

I'll always stand by you in case of trouble. - Ben her zaman sorun durumunda hep yanında olacağım.

set-up
shape

His business affairs are in good shape. - Onun iş ilişkileri iyi durumda.

Your gums are in bad shape. - Diş etleriniz kötü durumda.

(Fizik,Teknik) inertia
metamorphosis
order

Sami's SUV is in perfect working order. - Sami'nin SUV'u mükemmel çalışır durumda.

The room is in immaculate order. - Oda kusursuz durumda.

ball game

We have ourselves a whole new ball game. - Bambaşka bir durumumuz var.

state , status
lie

What reason could I possibly have to lie to you? - Ne diye sana yalan söylemek durumunda kalayım ki?

context
fact

I think that this fact is very serious. - Bu durumun çok ciddi olduğunu düşünüyorum.

What was the determining factor in this case? - Bu durumda belirleyici faktör neydi?

situation, circumstances. (...)
fettle
pass

TV is harmful in that it keeps your mind in a passive state. - TV aklınızı pasif durumda tutması bakımından zararlıdır.

attitude
footing
repair
estate
state of affairs

How can you tolerate this state of affairs? - Bu duruma nasıl göz yumabilirsin?

I will not tolerate such a state of affairs. - Böyle bir duruma göz yummayacağım.

posture
conjuncture
set

The situation could only be settled by war. - Bu durum sadece savaşla halledilebilirdi.

lay

Broken glass lay scattered all over the road. - Kırık cam yolun her tarafına dağılmış durumda.

Layla's mental state went out of control. - Leyla'nın zihinsel durumu kontrolden çıktı.

plight

The documentary is meant to raise consciousness about the plight of the poor. - Belgesel, yoksulların durumuyla ilgili bilinci arttırmayı amaçlıyor.

The documentary is meant to raise consciousness about the plight of the poor. - Belgesel, yoksulların durumu hakkında bilinçlendirmek demektir.

state, condition
conditions

Weather conditions may change. - Hava durumları değişebilir.

This patient's conditions are getting worse day after day. - Bu hastanın durumu günden güne kötüleşiyor.

size

He sized up the situation and acted immediately. - Durumu değerlendirdi ve derhal harekete geçti.

where

Foreign accent syndrome is an as-yet unexplained medical condition where the patient can no longer pronounce his mother tongue correctly and seems to have a foreign accent. - Yabancı aksan sendromu henüz açıklanamayan, hastanın anadilini daha fazla düzgün şekilde telaffuz edemeyip yabancı bir aksanla konuşmaya başlamasıyla vuku bulan tıbbi bir durumdur.

The situation has come to the point where we either sink or swim. - Durum ya batarsın ya da çıkarsın noktasına geldi.

stative
{i} situs
state, status
{i} trim
setup
{i} stance
eventuality
durum böyle
there it is
durum değerlendirmesi yapmak
take stock
durum komedisi
sitcom

Friends is a popular sitcom that first aired in the '90s. - Friends ilk kez 90'larda yayınlanmış popüler bir durum komedisidir.

durum / vaziyet
(Hukuk) case
durum eki
attachment status
durum almak
to take a stand
durum astronomisi
positional astronomy
durum açısı
position angle
durum belgesi
1. certificate. 2. certificate of good conduct
durum böyle değildir
that is not the ease
durum böyle iken
at this conjunction
durum böyle olunca
in/under the circumstances
durum cevap
(Askeri) kuvveti
durum değişti
the boot is on the other leg
durum gökbilimi
positional astronomy
durum haritaları
status maps
durum raporu
(Askeri) situation report
durum sözcüğü
status word
durum yazmacı
status register
durum yön göstergesi
(Havacılık) attitude director indicator
durgun durum
(Ticaret) steady state
özel durum
occasion

He never drinks except on special occasions. - Özel durumlar dışında asla içmez.

I only wear a tie on special occasions. - Ben sadece özel durumlarda kravat takarım.

insanı kamçılayan bir durum
challenge
mali durum
circumstances
zor durum
crunch
medeni durum
marital status

Employers cannot refuse to hire workers because of their race, religion, ethnic origin, skin colour, sex, age, marital status, disability or sexual orientation. - İşverenler ırkları, dinleri, etnik kökenleri, deri renkleri, cinsiyetleri, yaşları, medeni durumları, engellilikleri ya da cinsel yönelimleri nedeniyle işçileri işe almayı reddemezler.

What's your marital status? - Medeni durumun nedir?

ruhsal durum
state of mind

My poor state of mind made me distraught. - Berbat ruhsal durumum beni çıldırttı.

Dan was worried about Linda's state of mind. - Dan, Linda'nın ruhsal durumu hakkında endişeliydi.

zor durum
predicament
zor durum
hole
özel durum
incident
kötü durum
predicament
tatsız durum
predicament
acil durum
(Politika, Siyaset) urgency case
acil durum
emergency

In case of emergency, call 119. - Acil durumda, 119'u arayın.

Tom got an emergency call and had to leave work. - Tom bir acil durum çağrısı aldı ve işi terk etmek zorunda kaldı.

acil durum duruşu
(Bilgisayar) emergency stop
acil durum kadrosu
(Askeri) emergency establishment
acil durum kolu
(Askeri) emergency lever
acil durum kuruluşu
(Askeri) emergency establishment
acil durum planı
emergency plan
acil durum yedeği
(Ticaret) contingency reserve
acil durum yönetimi
emergency management
acil durum yönetimi
disaster management
aksi durum
otherwise
beklenmedik durum
contingency
beklenmedik durum plan
contingency plan
beklenmedik durum planı
contingency plan
beklenmedik durum planı
(Bilgisayar) contingency measure
berbat (bir durum)
abject
bitkisel durum
(Pisikoloji, Ruhbilim) vegetative state
bu durum karşısında
under these circumstances
bu durum karşısında
under the circumstances
bu durum karşısında
with this
bu durum üzerine
therefore
bu durum üzerine
so that
ciddi durum
plight
durum değerlendirmesi
appreciation of the situation
durum değerlendirmesi
(Askeri) estimate of the situation
durum tespiti
(Ticaret) assessment
ekonomik durum
economic conditions
en iyi durum
(Bilgisayar) optimize
ender durum
exception
eritici durum
solvency
fiziksel durum
existence
fiziksel durum
(Bilgisayar) physical state
fiziksel durum
physical condition
genel durum
general situation

The general situation is advantageous to us. - Genel durum bizim için avantajlı.

genel durum
context
gerçek durum
fact
geçerli durum
(Bilgisayar) in-state
geçerli durum
(Bilgisayar) current state
geçerli durum
(Bilgisayar) current status
güç durum
impasse
güç durum
mess
güç durum
scrape
güç durum
straits
güç durum
dilemma
hassas (durum)
touchy
her durum
any case
hukuki durum
(Ticaret) statute
hukuki durum
(Latin) status
ilk durum
(Bilgisayar) restore
ivedi durum planı
(Bilgisayar) emergency plan
kritik durum
critical state
kural dışı durum işleme
exception-handling
mali durum
financial standing
mevcut durum
present situation
mevcut durum
(Askeri,Ticaret) status quo
mevcut durum
existing state
mevcut durum
present condition
mevcut durum
current situation

How do we deal with the current situation? - Mevcut durumu nasıl ele alacağız?

The current situation is unsustainable. - Mevcut durum sürdürülemezdir.

nazik (durum)
delicate
ruhi durum
mood
son durum
(Bilgisayar) last status
son durum incelemesi
postmortem
sosyal durum
social conditions
sürekli durum
steady state
sıkıntılı bir durum
adversity
sıkıntılı durum
pickle
taban durum
(Denizbilim) ground state
tehlikeli bir durum
distress
teslimat durum bildirimi
(Bilgisayar) delivery status notification
toplumsal durum
position
zor durum
(Otomotiv) mess
zor durum
(Askeri) plight
zor durum
emergency
zor durum
(Askeri) duress situation
zor durum
difficult situation

Who can deal with this difficult situation? - Bu zor durumla kim baş edebilir?

Without your help, I couldn't have gotten over that difficult situation. - Yardımın olmadan o zor durumu atlatamazdım.

çalışır durum
order

Sami's SUV is in perfect working order. - Sami'nin SUV'u mükemmel çalışır durumda.

üzücü durum
dumps
en uygun durum
optimum
durum değişimi
change of state
durumlar
circumstances

These are special circumstances. - Bunlar özel durumlar.

There are complicated circumstances behind the matter. - Sorunun ardında karmaşık durumlar vardır.

durumlar
goings-on
sabit durum
steady
acil durum düğmesi
emergency button
askerlik durum belgesi
military service status
bu durum
current state
durumlar
cases

In some cases, mastectomy is prophylactic surgery - a preventive measure taken by those considered to be at high risk of breast cancer. - Bazı durumlarda, meme ameliyatı koruyucu bir ameliyattır- meme kanseri riski yüksek olduğu düşünülenler tarafından alınan bir önlem.

This law is applicable to all cases. - Bu yasa tüm durumlarda uygulanabilir.

durumlar
positions
durumlar
external
engin bir durum almak
take a deep state
farklı durum ve yapıda olma
be in different situations and structures
istenmeyen durum
unintended consequences
kötü durum, içinden çıkılmaz iş
worst case, jigsaw puzzle
mevcut durum
status
tehlike, endişe veren durum
risk, which concerns state
tehlikeli bir durum yaratmak
To create a dangerous situation
uygunsuz durum
inconvenience
Acil Durum Cevap ve Kurtarma Dairesi
(Askeri) Emergency Response and Recovery Office
Acil Durum Ulaştırma Dairesi
(Askeri) Office of Emergency Transportation (DOT)
Acil durum Tedarik Harekatları Merkezi
(Askeri) Emergency Supply Operations Center
Ana Üs İstihkam Acil Durum
(Askeri) Prime Base Engineer Emergency Force
Başkanın acil durum faaliyet dokümanı
(Askeri) Presidential emergency action document
Ekonomik Destek Fonu; acil durum destek işlevi
(Askeri) Economic Support Fund; emergency support function
Federal Acil Durum Yönetim Dairesi
(Askeri) Federal Emergency Management Agency
Merkezi Acil Durum Döner Sermayesi (Birleşmiş Milletler)
(Askeri) Central Emergency Revolving Fund (UN)
Milli Acil Durum İdare Timi
(Askeri) National Emergency Management Team
Milli Kan Bankası Programı (Federal Acil Durum Yönetim Merkezi (FEMA)); Milli Dı
(Askeri) National Flood Insurance Program (FEMA); National Foreign Intelligence Program
Muhtemel Durum Harekat Alanı Hava Kontrol sistemi otomatik planlama sistemi
(Askeri) contingency Theater Air Control System automated planning system
Muhtemel Durum Planlama Tesisleri Listesi; ateş koordinasyon hattı
(Askeri) Contingency Planning Facilities List; coordinated fire line
Personel Durum İzleme Sistemi
(Askeri) Personnel Status Monitoring System
Savunma Bakanlığı Lojistik Dairesi (DLA) muhtemel durum destek timi
(Askeri) Defense Logistics Agency (DLA) contingency support team
Ulaştırma Bakanlığı acil durum teşkilatı
(Askeri) Department of Transportation emergency organization
Ulusal Çapta Acil Durum Muhabere Sistemi
(Askeri) Nationwide Emergency Telecommunications System
Yerey Dalga Acil Durum Ağı H
(Askeri) Ground Wave Emergency Network
acil bir durum
It's an emergency
acil bir durum
a state of emergency
acil durum
state of emergency
acil durum
exigency
acil durum
exigence
acil durum anahtarı
emergency switch
acil durum araştırma ve kurtarma biykını
(Askeri) emergency locator beacon
acil durum bariyer
(Havacılık) emergency barrier
acil durum butonu
emergency button
durum