dogruluk

listen to the pronunciation of dogruluk
Türkçe - İngilizce

dogruluk teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı

doğruluk
accuracy

Accuracy is important in arithmetic. - Doğruluk aritmetikte önemlidir.

Office managers expect accuracy, efficiency, and dedication. - Müdürler çalışanlardan doğruluk,verimlilik ve adanmışlık bekler.

doğruluk
righteousness
doğruluk
{i} Truth

There is a certain amount of truth in what he's saying. - Onun söylediklerinde bir miktar doğruluk var.

Let's play truth or dare. - Doğruluk mu cesaret mi oynayalım.

doğruluk
integrity
doğruluk
justice
doğruluk
authenticity
doğruluk
exactness
doğruluk
candour [Brit.]
doğruluk
fidelity
doğruluk
correctitude
doğruluk
exactitude
doğruluk
truthfulness
doğruluk
straightness
doğruluk
truth; uprightness, honesty
doğruluk
rectitude
doğruluk
directness
doğruluk
honesty

Honesty is very important. - Doğruluk çok önemlidir.

doğruluk
straightforwardness
doğruluk
uprightness
doğruluk
evenness
doğruluk
candor
doğruluk
faithfulness
doğruluk
straightness; truth, uprightness, honesty, probity, integrity, rectitude; precision, accuracy; rightness
doğruluk
correctness

I'm not afraid of political correctness. - Politik doğruluktan korkmuyorum.

We need strong leaders who are not afraid to stand up to political correctness. - Politik doğrulukları savunmaya korkmayan güçlü liderlere ihtiyacımız var.

doğruluk
{i} Right

His answer is far from right. - Onun yanıtı doğruluktan uzak.

doğruluk
{i} veracity
doğruluk
propriety
doğruluk
{i} sincerity
doğruluk
southerly
doğruluk
correct

They're not afraid of political correctness. - Onlar politik doğruluktan korkmuyor.

Discuss whether the idea of political correctness is beneficial or harmful. - Politik doğruluk fikrinin yararlı mı yoksa zararlı mı olup olmadığını tartışın.

doğruluk
substance
doğruluk
good
doğruluk
sound
doğruluk
verisimilitude
doğruluk
forthrightness
doğruluk
preciseness
doğruluk
precision
doğruluk
fairness
doğruluk
validity
doğruluk
trueness
doğruluk
accuracies
doğruluk
{i} prig
doğruluk
{i} soundness
doğruluk
{i} rightness
doğruluk
{i} justness
doğruluk
{i} verity
doğruluk
{i} probity
doğruluk
sooth
doğruluk
{i} candour
doğruluk
just
doğru
true

His story may not be true. - Hikâyesi doğru olmayabilir.

I'll be damned if it's true. - Eğer o doğruysa mahvoldum demektir.

doğru
accurate

The sentence is not grammatically accurate. - Cümle dil bilgisi yönünden doğru değildir.

Honestly, I am not the most accurate person on earth. - Dürüst olmak gerekirse, ben dünyada en doğru kişi değilim.

doğru
{s} correct

Your hypothesis is correct. - Hipoteziniz doğrudur.

Don't change sentences that are correct. You can, instead, submit natural-sounding alternative translations. - Doğru olan cümleleri değiştirmeyin. Yerine doğal görünen alternatif çeviriler ekleyebilirsiniz.

doğru
truth

All you have to do is to tell the truth. - Tüm yapmanız gereken doğruyu söylemektir.

She speaks the truth. - Onun konuşması doğrudur.

doğru
right

One of these two methods is right. - Bu iki yöntemden biri doğrudur.

The right mind is the mind that does not remain in one place. - Doğru akıl bir yerde kalmayan akıldır.

doğru
straight

Jane will get straight A's. - Jane doğrudan A alacaktır.

After the meeting she headed straight to her desk. - Toplantıdan sonra o doğrudan masasına doğru yöneldi.

doğruluk fonksiyonu
truth function
doğruluk işlevi
truth function
doğruluk tablosu
truth table
doğru
through

In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future. - Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.

Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives. - Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.

doğru
authentic
doğru
{s} just

Tom crawled into bed just before midnight. - Tom tam gece yarısından önce yatağa doğru gitti.

Hope is when you suddenly run to the kitchen like a mad man to check if the empty chocolate cookie box you just finished an hour ago is magically full again. - Ümit; bir saat önce bitirdiğin çikolatalı çörek kutusunun sihirle tekrar dolup dolmadığını kontrol etmek için çılgın bir adam gibi birdenbire mutfağa doğru koştuğundadır.

doğru
for

He is the proper person for the job. - O, iş için doğru kişidir.

The ship made for the shore. - Gemi kıyıya doğru gitti.

doğru
(Hukuk) fair

Tom is telling the truth, I'm fairly certain. - Tom doğruyu söylüyor, ben oldukça eminim.

As soon as the three doctors had left the room, the Fairy went to Pinocchio's bed and, touching him on the forehead, noticed that he was burning with fever. - Üç doktor odadan çıkar çıkmaz Peri, Pinokyo'nun yatağına doğru gitti ve alnına dokununca onun ateşler içinde yandığını gördü.

doğru
fair enough
doğru
due

Due to Tom's behavior, the court is convinced that Mary's account is accurate. - Tom'un davranışı nedeniyle mahkeme Mary'nin hesabının doğru olduğuna inanıyor.

doğru
{s} exact

That wasn't exactly true. - O tam olarak doğru değildi.

That isn't exactly right. - Bu tam olarak doğru değil.

doğru
precisely

More precisely, it is the question of the meaning of life. - Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.

doğru
{s} honest

We're all a little scared, to be honest. - Doğrusu hepimiz biraz korktuk.

I honestly have no idea. - Doğrusu hiçbir fikrim yok.

doğru
valid

The newest version uses facial-recognition software to validate a login. - Yeni sürümü bir giriş doğrulamak için yüz tanıma yazılımı kullanır.

Can you validate this parking ticket? - Bu otopark biletini doğrulayabilir misin?

doğru
thru
doğru
all right

Is it all right to use a flash here? - Burada bir flaş kullanmak doğru mu?

I thought Tom did all right. - Tom'un tamamen doğru yaptığını düşünüyordum.

doğru
ways
doğru
actual

The difference between you and me is that I'm actually interested in trying to do what is right. - Seninle benim aramdaki fark benim aslında doğru olanı yapmaya çalışmakla ilgileniyorum olmam.

That's actually not true. - O aslında doğru değil.

doğru
suitable

It's dangerous to assume that all of the sentences in the Tatoeba Corpus are correct and suitable for language study. - Tatoeba külliyatındaki tüm cümleleri, dil eğitimi için doğru ve uygun saymak tehlikelidir.

doğru
short and to the point
doğru
as well

And yet, the contrary is always true as well. - Ne var ki aksi de her zaman doğrudur.

doğru
correctly

If I remember correctly, that's the song Tom sang at Mary's wedding. - Eğer doğru hatırlıyorsam, o, Tom'un Mary'nin düğününde söylediği şarkı.

If I remember correctly, Tom sold his car to Mary for just 500 dollars. - Eğer doğru hatırlıyorsam, Tom arabasını Mary'ye sadece 500 dolara sattı.

doğru
erect
doğru
on the beam
doğru
(Bilgisayar) literal
doğru
as sure as i'm sitting here
doğru
plumb
doğru
around

A lie can travel halfway around the world while the truth is putting on its shoes. - Doğru, daha ayakkabılarını giyememişken; yalan, dünyanın öbür ucuna gitmiştir bile.

Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point. - Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.

doğru
sound

The story may sound strange, but it is true. - Hikaye garip gelebilir , ama doğru.

Everyone can help ensure that sentences sound correct, and are correctly spelled. - Herkes cümlelerin doğru seslendirilmesini ve doğru bir biçimde yazılmasını sağlamak için yardımcı olabilir.

doğru
faithful
DOĞRU
straightforward
DOĞRU
straight forward
DOĞRU
forthright

I admire his forthrightness. - Onun doğruluğuna hayranım.

doğru
proper

He is the proper person for the job. - O, iş için doğru kişidir.

Let's do this properly. - Hadi bunu doğru düzgün yapalım.

doğru
becoming
doğru
on the level
doğru
upstanding
doğru
upright
doğru
upfront
doğru
aboveboard
doğru
precise

More precisely, it is the question of the meaning of life. - Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.

doğru
fitting
doğru
base

The validation methodology was based also on Bowling's reports. - Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.

Tom walked down into the basement. - Tom bodruma doğru yürüdü.

doğru
mathematical
doğru
above board
doğru
accurate to
doğru
truer
doğru
direct

Why don't you tell her directly? - Neden doğrudan ona söylemiyorsun?

Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives. - Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.

doğru
(Konuşma Dili) a correct answer (in a test)
doğru
truthful

I want to be as truthful as possible. - Mümkün olduğu kadar doğru olmak istiyorum.

I think Tom is truthful. - Tom'un doğru olduğunu düşünüyorum.

doğru
thro

The submarine had to break through a thin sheet of ice to surface. - Denizaltı yüzeye doğru ince bir buz tabakasını yarıp geçmek zorunda kaldı.

The man looked at Tom, then vanished through the stage door out into the dark London street. - Adam Tom'a baktı, sonra sahne kapısından dışarı karanlık Londra caddesine doğru gözden kayboldu.

doğru
cheese
doğru
straight line

In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future. - Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.

doğru
correct, accurate
doğru
honest, good (person)
doğru
guileless
doğru
the thing
doğru
according to Cocker
doğru
exactly

That wasn't exactly true. - O tam olarak doğru değildi.

That's not exactly an accurate comparison. - O tam olarak doğru bir karşılaştırma değil.

doğru
orthodox
doğru
ortho
doğru
That's true

I don't know if that's true. - Onun doğru olup olmadığını bilmiyorum.

Tom thinks that's true. - Tom onun doğru olduğunu düşünüyor.

doğru
toward, in the direction of
doğru
the right

Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives. - Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.

Mark the right answer. - Doğru cevabı işaretleyin.

doğru
honest injun
doğru
proper, suitable
doğru
up to

A policeman came up to him. - Bir polis ona doğru geldi.

He came straight up to me. - O, dosdoğru bana doğru geldi.

doğru
righteous

I never said that he was righteous. - Onun doğru olduğunu hiç söylemedim.

doğru
quite so!
doğru
straight, direct; true; right; correct, accurate, exact, precise; proper, suitable; fair; honest, faithful, straightforward, aboveboard; line; truth, right; towards, toward; (zaman) around, about; straight; rightly, correctly, truly
doğru
(Matematik) line
doğru
aright
doğru
truly, correctly
doğru
according to Hoyle
doğru
toward, near the time of
doğru
square

Tom threw a pillow at Mary and the pillow hit her squarely in the face. - Tom Mary'ye bir yastık attı ve yastık doğrudan onun yüzüne çarptı.

doğru
the truth

If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence. - Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.

She speaks the truth. - Onun konuşması doğrudur.

doğru
spot on
doğru
straight, directly
doğru
sincere

He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him. - O genellikle doğru sözlü ve içten ve bu sebeple onunla tanışanların güvenini kazanır.

doğru
attic
doğru
beam
doğru
toward

He tossed the ball towards the wall. - Topu duvara doğru çekti.

He went to the beach, and looked far across the sea toward the horizon. - O plaja gitti, ve denizin üzerinden ufka doğru baktı.

doğru
sooth
doğru
eact
doğru
moral

Never let your sense of morals prevent you from doing what is right. - Ahlak anlayışının seni doğru olanı yapmaktan alıkoymasına asla izin verme.

The arc of the moral universe is long, but it bends toward justice. - Ahlaki evrenin yayı uzun, ancak adalete doğru eğilir.

doğru
upto
doğru
{i} hear! hear!
doğru
forwards

His handwriting slants forwards, whereas hers slants backwards. - Onunki geriye doğru eğimli iken onun el yazısı ileri doğru eğimlidir.

Why is it easier to park the car backwards than forwards? - Arabayı geriye doğru park etmek neden ileriye doğru park etmekten daha kolaydır?

doğru
towards

Tom and his friends headed towards the beach. - Tom ve arkadaşları sahile doğru gitti.

The woman stood up from the chair and looked towards the door. - Kadın sandalyeden kalktı ve kapıya doğru baktı.

doğru
ward,wards
doğru
to
doğru
straight as a die
doğru
quite so
yasal olarak kesinlik ve doğruluk taşıyan
(Hukuk) legally accurate
Türkçe - Türkçe

dogruluk teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

doğruluk
Düşüncenin gerçekle uyuşması; yargı ve önermelerin gerçeğe uygun olması
doğruluk
Doğru olma durumu, doğru olana yakışır davranış, dürüstlük
doğruluk
Düşüncenin gerçekle uyuşması, yargı ve önermelerin gerçeğe uygun olması
doğruluk
Doğru olma durumu, doğru olana yakışır davranış, dürüstlük: "Yazıyı yazana, bu dediklerinin doğruluğuna nasıl inansın okuyucu?"- N. Cumalı
Doğruluk
(Osmanlı Dönemi) DAİN
Doğruluk
dürüstlük
Doğruluk
sıhhat
doğruluk
(Osmanlı Dönemi) sıddikıyet
doğruluk
(Osmanlı Dönemi) sıdk
Doğru
sevap
Doğru
rast
Doğru
korekt
Doğru
(Osmanlı Dönemi) MEHAVE
doğru
Gerçek, yalan olmayan
doğru
Akla, mantığa uygun
doğru
Bir ucundan öbür ucuna kadar yönü değişmeyen, eğri ve çarpık karşıtı
doğru
Akla, mantığa, gerçeğe veya kurala uygun: "Bunları sana şimdiden söylemek daha doğrudur."- A. Gündüz
doğru
Gerçek, hakikat: "Söyleyin doğrusunu, siz insanoğlunun ahlaklı olabileceğine inanmıyorsunuz."- N. Ataç. İki nokta arasındaki en kısa çizgi
doğru
Yanlışsız, eksiksiz
doğru
Gerçek, hakikat
doğru
Karşı yönünce
doğru
Yasa, yöntem ve ahlaka bağlı, dürüst, namuslu
doğru
Gerçeğe veya kurala uygun
doğru
İki nokta arasındaki en kısa çizgi
doğru
Hiçbir yöne sapmadan, dosdoğru, doğruca
doğru
Karşı yönünce: "Yüzü sapsarı bir kadın iskeleye doğru yürüdü."- S. F. Abasıyanık
doğru
Yakın, yakınlarında: "Şafağa doğru otomobil sesi duyuldu."- F. R. Atay
doğru
Yakın, yakınlarında
dogruluk