Çok iyi bir iş yapmadığını söyledim.
- You didn't do a very good job, I said.
Onu kendin mi yaptın?
- Did you do it by yourself?
O bu evleri kimin yaptığını bilmiyor.
- He doesn't know who built those houses.
Yaptığını düşünmeden, onu iyi yapar.
- Regardless of what he does, he does it well.
O, bir silah olmadan yapmak zorunda kalacak.
- He'll have to do without a gun.
Televizyon seti olmadan yapmak zorundaydık.
- We had to do without a TV set.
Size katılmamın bir sakıncası var mı?
- Do you mind if I join you?
Sigara içmemin sakıncası var mı?
- Do you mind if I smoke?
Zamanımız olduğunda onu yapacağız.
- We'll do it when we have time.
Onu bir günde yapabilir misin?
- Can you do it in one day?
Tom benimle herhangi bir şey yapmak istiyormuş gibi görünmüyor.
- Tom doesn't seem to want to have anything to do with me.
O Tom'a ne yapmak zorundadır?
- What does that have to do with Tom?
Çok yorgun olduğunu biliyordum.
- I knew you were done.
Tom çok yorgun görünüyordu.
- Tom seemed to be done.
Birkaç soru sormamın sizce bir sakıncası var mı?
- Do you mind if I ask a few questions?
İstasyona kadar öyle yapmaya çalış.
- Try to do so as far as the station.
O ona bir dişçi görmesini tavsiye etti fakat o öyle yapacak yeterli zamanı olmadığını söyledi.
- She advised him to see the dentist, but he said he didn't have enough time to do so.
O, vakıf adına araştırma yapmak için bir burs kazandı.
- He was awarded a scholarship to do research for the foundation.
In his will Grandpa did well by all of his grandchildren and left each of them one million dollars.
Gerçekten onu yapmanız gerekiyor mu?
- Do you really need to do that?
Tüm yapmanız gereken elinizden geleni yapmaktır.
- All you have to do is do your best.
O İngilizce mi, Fransızca mı yoksa Almanca mı konuşuyor?
- Does she speak English, French or German?
Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
- Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
Tom'a yardım etmek için bir şey yapmam gerekiyor gibi hissediyorum.
- I feel like I should be doing something to help.
Tom'un onu yaptığını fark etmedim.
- I haven't noticed Tom doing that.
Tüm ayrımcılığı ortadan kaldırmak için her türlü çabayı sarf etmeliyiz.
- We must make every effort to do away with all discrimination.
Tüm ayrımcılığı ortadan kaldırmak için her türlü çabayı sarf etmeliyiz.
- We must make every effort to do away with all discrimination.
Arkadaşım Güney Amerikan şirketleriyle iş yapmak istiyor.
- My friend wants to do business with South American firms.
Arkadaşlarım Güney Amerikan şirketleriyle iş yapmak istiyor.
- My friends want to do business with South American firms.
Do you go?.
It simply will not do to have dozens of children running around such a quiet event.
What do you do?.
I'm going to do do this play into a movie.
Let’s do New York also.
I'll just do some eggs.
The fresh air did him some good.
We’re having a bit of a do on Saturday to celebrate my birthday.
Nice do!.
I did five years for armed robbery.
All you ever do is surf the internet.
Upon my word, although he certainly did me uncommonly well, I began to feel I'd be more at ease among the bushmen.
How do you do?.
They really laughed when he did Clinton, with a perfect accent and a leer.
Aren't you done yet?.
Sometimes to doe him laugh, she would assay / To laugh at shaking of the leaues light, / Or to behold the water worke .
That guy just did me out of two hundred bucks!.
In most countries, homework has come to be an integral part of the schooling system. So much so that parents are suspicious when schools do away with homework.
We very nearly did in an entire keg of beer that weekend.
He was upstairs doing it with her.
A green shirt with orange slacks really doesn’t do it for me, I’m afraid.
if he answers in a foreign accent, we do him over; and if he's got any money on him we'll roll him as well.
I make my children do the dishes if they are impolite during dinner.
If you're trying to keep the curtains gathered at the sides of the window, a bit of decorative ribbon should do the trick nicely.
My wife is unavailable for three months, as she's doing time for fraud.
I'm going to do up the living room next.
I can't do up my shirt. The button is missing.
If you are prepared to do without a break in summer, we could have a really good skiing holiday in winter.
In his will Grandpa did well by all of his grandchildren and left each of them one million dollars.
True friendship is priceless.
- Gerçek dostluk bedelsizdir.
True friendship is priceless.
- Gerçek dostluk paha biçilmezdir.
This pencil cost me at least a hundred bucks.
- Bu kalem bana en az yüz dolara mâl oldu.
Lawyers make mega bucks when they win cases.
- Avukatlar davaları kazandıklarında çok miktarda dolar kazanırlar.
The greenback lost ground against the yen.
- Dolar, yen'e karşı değer kaybetti.
He has not less than 100 dollars.
- Onun 100 dolardan az parası yok.
The bank lent her 500 dollars.
- Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
Sami hanged out with his fellow fire fighters.
- Sami dostu olan itfaiyecilerle takılıyordu.
Tom is my ally at the company.
- Tom şirkette benim dostumdur.
I want to be your ally, not your enemy.
- Ben senin düşmanın değil, dostun olmak istiyorum.
Mary wants an ally to help her succeed.
- Mary başarılı olmasına yardım etmek için bir dost istiyor.
He gave me a piece of friendly advice.
- Bana dostça bir öğüt verdi.
A horse is a friendly animal.
- Bir at dost bir hayvandır.
Great bait, mate, I rate eight out of eight.
- Büyük yem, dostum, sekizde sekiz veriyorum.
You look exhausted, mate. I think you need to take a break from writing.
- Yorgun görünüyorsun dostum. Bence senin yazmaya ara vermen gerekiyor.
Carthage was built by Dido.
- Kartaca Dido tarafından yapılmıştır.
You will never get far without the co-operation, confidence and comradeship of other men and women.
- Diğer erkeklerin ve kadınların iş birliği, güveni ve dostluğu olmadan, asla ileri gidemezsin.
The French are better lovers than the Germans.
- Fransızlar Almanlardan daha iyi dostlar.
Hey, pal, are you thinking what I think you think I'm thinking, or are you thinking what you thought I've been thinking? Wait, who are you anyway?
- Hey, dostum, sen ne düşündüğümü düşündüğünü düşündüğümü düşünüyor musun yoksa ne düşündüğümü düşündüğünü mü düşünüyorsun? Bekle, her neyse sen kimsin?
They were talking together like old pals.
- Onlar eski dostlar gibi birbiriyle konuşuyorlardı.