The story seems true.
- Hikâye doğru görünüyor.
What he said is true.
- Onun söylediği doğru.
Honestly, I am not the most accurate person on earth.
- Dürüst olmak gerekirse, ben dünyada en doğru kişi değilim.
My watch is more accurate than yours.
- Saatim sizinkinden daha doğru.
Your hypothesis is correct.
- Hipoteziniz doğrudur.
Please check the correct answer.
- Lütfen doğru cevabı kontrol edin.
She speaks the truth.
- Onun konuşması doğrudur.
To tell the truth, I'm tired of violent movies.
- Doğrusunu söylemek gerekirse, ben şiddet filmlerinden bıktım.
It is right that you should write it.
- Onu yazman gerektiği doğrudur.
I think the actions he took were right.
- Onun yaptıklarının doğru olduğunu düşünüyorum.
After the meeting she headed straight to her desk.
- Toplantıdan sonra o doğrudan masasına doğru yöneldi.
He said the words came straight from his heart.
- O kelimelerin doğruca kalbinden geldiğini söyledi.
Through trial and error, he found the right answer by chance.
- Deneme yanılma yoluyla doğru cevabı buldu.
Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
Hope is when you suddenly run to the kitchen like a mad man to check if the empty chocolate cookie box you just finished an hour ago is magically full again.
- Ümit; bir saat önce bitirdiğin çikolatalı çörek kutusunun sihirle tekrar dolup dolmadığını kontrol etmek için çılgın bir adam gibi birdenbire mutfağa doğru koştuğundadır.
Tom crawled into bed just before midnight.
- Tom tam gece yarısından önce yatağa doğru gitti.
The sun having set, we all started for home.
- Güneş batarken, hepimiz eve doğru hareket ettik.
If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence.
- Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.
As soon as the three doctors had left the room, the Fairy went to Pinocchio's bed and, touching him on the forehead, noticed that he was burning with fever.
- Üç doktor odadan çıkar çıkmaz Peri, Pinokyo'nun yatağına doğru gitti ve alnına dokununca onun ateşler içinde yandığını gördü.
Tom is telling the truth, I'm fairly certain.
- Tom doğruyu söylüyor, ben oldukça eminim.
Due to Tom's behavior, the court is convinced that Mary's account is accurate.
- Tom'un davranışı nedeniyle mahkeme Mary'nin hesabının doğru olduğuna inanıyor.
That wasn't exactly true.
- O tam olarak doğru değildi.
It isn't totally exact.
- Bu tamamen doğru değil.
More precisely, it is the question of the meaning of life.
- Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.
We're all a little scared, to be honest.
- Doğrusu hepimiz biraz korktuk.
I honestly didn't think Tom would show up.
- Doğrusu Tom'un ortaya çıkacağını düşünmemiştim.
The newest version uses facial-recognition software to validate a login.
- Yeni sürümü bir giriş doğrulamak için yüz tanıma yazılımı kullanır.
Please validate this ticket.
- Lütfen bu bileti doğrula.
I thought Tom did all right.
- Tom'un tamamen doğru yaptığını düşünüyordum.
Is it all right if I leave early this afternoon?
- Bu öğleden sonra erken gidersek doğru olur mu?
Do you actually think that's true?
- Bunun doğru olduğunu gerçekten düşünüyor musun?
What Tom said is actually true.
- Tom'un söylediği gerçekten doğru.
It's dangerous to assume that all of the sentences in the Tatoeba Corpus are correct and suitable for language study.
- Tatoeba külliyatındaki tüm cümleleri, dil eğitimi için doğru ve uygun saymak tehlikelidir.
And yet, the contrary is always true as well.
- Ne var ki aksi de her zaman doğrudur.
If I remember correctly, Tom sold his car to Mary for just 500 dollars.
- Eğer doğru hatırlıyorsam, Tom arabasını Mary'ye sadece 500 dolara sattı.
If I remember correctly, that's the song Tom sang at Mary's wedding.
- Eğer doğru hatırlıyorsam, o, Tom'un Mary'nin düğününde söylediği şarkı.
The cat was strutting around the yard, when it suddenly ran into the house.
- o evine içine doğru koştuğunda , kedi kasılarak ipliğin etrafında yürüyordu.
A lie can travel halfway around the world while the truth is putting on its shoes.
- Doğru, daha ayakkabılarını giyememişken; yalan, dünyanın öbür ucuna gitmiştir bile.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
The story didn't sound true.
- Hikaye doğru görünmüyordu.
I admire his forthrightness.
- Onun doğruluğuna hayranım.
My boy can't do addition properly yet.
- Oğlum henüz doğru olarak toplama yapamıyor.
He is the proper person for the job.
- O, iş için doğru kişidir.
More precisely, it is the question of the meaning of life.
- Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.
Tom walked down into the basement.
- Tom bodruma doğru yürüdü.
The validation methodology was based also on Bowling's reports.
- Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.
Excuse me. Can you direct me to the nearest subway station?
- Affedersiniz. Beni en yakın tramvay istasyonuna doğru yönlendirebilir misiniz?
Direct flights between New York and Tokyo commenced recently.
- New York ve Tokyo arasında doğrudan uçuşlar son zamanlarda başlamıştır.
I think Tom is truthful.
- Tom'un doğru olduğunu düşünüyorum.
Don't expect me to be truthful when you keep lying to me so blatantly.
- Bana göz göre göre yalan söylemeyi sürdürürken benden doğru sözlü olmamı bekleme.
The man looked at Tom, then vanished through the stage door out into the dark London street.
- Adam Tom'a baktı, sonra sahne kapısından dışarı karanlık Londra caddesine doğru gözden kayboldu.
In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
- Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
- Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
That isn't exactly right.
- Bu tam olarak doğru değil.
That's not exactly true.
- O tam olarak doğru değil.
I've heard it said that it's harder to please a woman than to please a man. I wonder if that's true.
- Bir kadını memnun etmenin bir erkeği memnun etmekten daha zor olduğunun söylendiğini duydum. Doğru olup olmadığını merak ediyorum.
Tom thinks that's true.
- Tom onun doğru olduğunu düşünüyor.
Tell me the right time, please.
- Bana doğru saati söyle, lütfen.
The right mind is the mind that does not remain in one place.
- Doğru akıl bir yerde kalmayan akıldır.
Mike walked up to the boy.
- Mike çocuğa doğru yanaştı.
A strange man came up to us.
- Tuhaf bir adam bize doğru geldi.
I never said that he was righteous.
- Onun doğru olduğunu hiç söylemedim.
Tom threw a pillow at Mary and the pillow hit her squarely in the face.
- Tom Mary'ye bir yastık attı ve yastık doğrudan onun yüzüne çarptı.
If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence.
- Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.
To tell the truth, I'm tired of violent movies.
- Doğrusunu söylemek gerekirse, ben şiddet filmlerinden bıktım.
He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him.
- O genellikle doğru sözlü ve içten ve bu sebeple onunla tanışanların güvenini kazanır.
He tossed the ball towards the wall.
- Topu duvara doğru çekti.
He went to the beach, and looked far across the sea toward the horizon.
- O plaja gitti, ve denizin üzerinden ufka doğru baktı.
Never let your sense of morals prevent you from doing what is right.
- Ahlak anlayışının seni doğru olanı yapmaktan alıkoymasına asla izin verme.
The arc of the moral universe is long, but it bends toward justice.
- Ahlaki evrenin yayı uzun, ancak adalete doğru eğilir.
Why is it easier to park the car backwards than forwards?
- Arabayı geriye doğru park etmek neden ileriye doğru park etmekten daha kolaydır?
His handwriting slants forwards, whereas hers slants backwards.
- Onunki geriye doğru eğimli iken onun el yazısı ileri doğru eğimlidir.
He tossed the ball towards the wall.
- Topu duvara doğru çekti.
The woman stood up from the chair and looked towards the door.
- Kadın sandalyeden kalktı ve kapıya doğru baktı.