His answer is far from right.
- Onun yanıtı doğruluktan uzak.
His story may not be true.
- Hikâyesi doğru olmayabilir.
The story seems true.
- Hikâye doğru görünüyor.
The sentence is not grammatically accurate.
- Cümle dil bilgisi yönünden doğru değildir.
Honestly, I am not the most accurate person on earth.
- Dürüst olmak gerekirse, ben dünyada en doğru kişi değilim.
Your hypothesis is correct.
- Hipoteziniz doğrudur.
Is my answer correct?
- Benim cevabım doğru mu?
All you have to do is to tell the truth.
- Tüm yapmanız gereken doğruyu söylemektir.
To tell the truth, I'm tired of violent movies.
- Doğrusunu söylemek gerekirse, ben şiddet filmlerinden bıktım.
I think the actions he took were right.
- Onun yaptıklarının doğru olduğunu düşünüyorum.
The right mind is the mind that does not remain in one place.
- Doğru akıl bir yerde kalmayan akıldır.
Jane will get straight A's.
- Jane doğrudan A alacaktır.
After the meeting she headed straight to her desk.
- Toplantıdan sonra o doğrudan masasına doğru yöneldi.
The man looked at Tom, then vanished through the stage door out into the dark London street.
- Adam Tom'a baktı, sonra sahne kapısından dışarı karanlık Londra caddesine doğru gözden kayboldu.
In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
- Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
If I remember correctly, Tom sold his car to Mary for just 500 dollars.
- Eğer doğru hatırlıyorsam, Tom arabasını Mary'ye sadece 500 dolara sattı.
Tom crawled into bed just before midnight.
- Tom tam gece yarısından önce yatağa doğru gitti.
The ship made for the shore.
- Gemi kıyıya doğru gitti.
The sun having set, we all started for home.
- Güneş batarken, hepimiz eve doğru hareket ettik.
Tom is telling the truth, I'm fairly certain.
- Tom doğruyu söylüyor, ben oldukça eminim.
As soon as the three doctors had left the room, the Fairy went to Pinocchio's bed and, touching him on the forehead, noticed that he was burning with fever.
- Üç doktor odadan çıkar çıkmaz Peri, Pinokyo'nun yatağına doğru gitti ve alnına dokununca onun ateşler içinde yandığını gördü.
Due to Tom's behavior, the court is convinced that Mary's account is accurate.
- Tom'un davranışı nedeniyle mahkeme Mary'nin hesabının doğru olduğuna inanıyor.
That's not exactly true.
- O tam olarak doğru değil.
It isn't totally exact.
- Bu tamamen doğru değil.
More precisely, it is the question of the meaning of life.
- Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.
Honestly, I would think driving there daily is better than moving.
- Doğrusu, her gün oraya arabayla gitmenin taşınmaktan daha iyi olduğunu düşünüyorum.
I honestly have no idea.
- Doğrusu hiçbir fikrim yok.
The validation methodology was based also on Bowling's reports.
- Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.
The newest version uses facial-recognition software to validate a login.
- Yeni sürümü bir giriş doğrulamak için yüz tanıma yazılımı kullanır.
I thought Tom did all right.
- Tom'un tamamen doğru yaptığını düşünüyordum.
Is it all right if I leave early this afternoon?
- Bu öğleden sonra erken gidersek doğru olur mu?
That's actually not true.
- O aslında doğru değil.
The difference between you and me is that I'm actually interested in trying to do what is right.
- Seninle benim aramdaki fark benim aslında doğru olanı yapmaya çalışmakla ilgileniyorum olmam.
It's dangerous to assume that all of the sentences in the Tatoeba Corpus are correct and suitable for language study.
- Tatoeba külliyatındaki tüm cümleleri, dil eğitimi için doğru ve uygun saymak tehlikelidir.
And yet, the contrary is always true as well.
- Ne var ki aksi de her zaman doğrudur.
If I remember correctly, Tom sold his car to Mary for only 500 dollars.
- Eğer doğru hatırlıyorsam, Tom arabasını Mary'ye sadece 500 dolara sattı.
If I remember correctly, Tom sold his car to Mary for just 500 dollars.
- Eğer doğru hatırlıyorsam, Tom arabasını Mary'ye sadece 500 dolara sattı.
The cat was strutting around the yard, when it suddenly ran into the house.
- o evine içine doğru koştuğunda , kedi kasılarak ipliğin etrafında yürüyordu.
Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point.
- Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
The story may sound strange, but it is true.
- Hikaye garip gelebilir , ama doğru.
I admire his forthrightness.
- Onun doğruluğuna hayranım.
Tom doesn't know how to pronounce my name properly.
- Tom ismimi doğru dürüst nasıl telaffuz edeceğini bilmiyor.
If you understand, then do it properly.
- Eğer anlıyorsan, öyleyse onu doğru dürüst yap.
More precisely, it is the question of the meaning of life.
- Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.
The validation methodology was based also on Bowling's reports.
- Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.
Tom walked down into the basement.
- Tom bodruma doğru yürüdü.
Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
Direct flights between New York and Tokyo commenced recently.
- New York ve Tokyo arasında doğrudan uçuşlar son zamanlarda başlamıştır.
I think Tom is truthful.
- Tom'un doğru olduğunu düşünüyorum.
Will you answer all my questions truthfully?
- Bütün sorularımı doğru şekilde cevaplar mısın?
The submarine had to break through a thin sheet of ice to surface.
- Denizaltı yüzeye doğru ince bir buz tabakasını yarıp geçmek zorunda kaldı.
In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
- Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
- Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
That's not exactly true.
- O tam olarak doğru değil.
That wasn't exactly true.
- O tam olarak doğru değildi.
Tom thinks that's true.
- Tom onun doğru olduğunu düşünüyor.
I don't think that that's true.
- Onun doğru olduğunu sanmıyorum.
Tell me the right time, please.
- Bana doğru saati söyle, lütfen.
Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
Mike walked up to the boy.
- Mike çocuğa doğru yanaştı.
He came straight up to me.
- O, dosdoğru bana doğru geldi.
I never said that he was righteous.
- Onun doğru olduğunu hiç söylemedim.
Tom threw a pillow at Mary and the pillow hit her squarely in the face.
- Tom Mary'ye bir yastık attı ve yastık doğrudan onun yüzüne çarptı.
She speaks the truth.
- Onun konuşması doğrudur.
To tell the truth, I am not your father.
- Doğruyu söylemek gerekirse, ben senin baban değilim.
He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him.
- O genellikle doğru sözlü ve içten ve bu sebeple onunla tanışanların güvenini kazanır.
He went to the beach, and looked far across the sea toward the horizon.
- O plaja gitti, ve denizin üzerinden ufka doğru baktı.
He tossed the ball towards the wall.
- Topu duvara doğru çekti.
The arc of the moral universe is long, but it bends toward justice.
- Ahlaki evrenin yayı uzun, ancak adalete doğru eğilir.
Never let your sense of morals prevent you from doing what is right.
- Ahlak anlayışının seni doğru olanı yapmaktan alıkoymasına asla izin verme.
Why is it easier to park the car backwards than forwards?
- Arabayı geriye doğru park etmek neden ileriye doğru park etmekten daha kolaydır?
His handwriting slants forwards, whereas hers slants backwards.
- Onunki geriye doğru eğimli iken onun el yazısı ileri doğru eğimlidir.
It finally stopped raining towards evening.
- Nihayet akşama doğru yağmur durdu.
The road curves gently towards the west.
- Yol batıya doğru hafifçe kıvrılır.