doğrulu

listen to the pronunciation of doğrulu
Türkçe - İngilizce
accuracy
linear, rectilinear
rectilinear
right

His answer is far from right. - Onun yanıtı doğruluktan uzak.

doğru
true

His story may not be true. - Hikâyesi doğru olmayabilir.

The story seems true. - Hikâye doğru görünüyor.

doğru
accurate

The sentence is not grammatically accurate. - Cümle dil bilgisi yönünden doğru değildir.

Honestly, I am not the most accurate person on earth. - Dürüst olmak gerekirse, ben dünyada en doğru kişi değilim.

doğru
{s} correct

Your hypothesis is correct. - Hipoteziniz doğrudur.

Is my answer correct? - Benim cevabım doğru mu?

doğru
truth

All you have to do is to tell the truth. - Tüm yapmanız gereken doğruyu söylemektir.

To tell the truth, I'm tired of violent movies. - Doğrusunu söylemek gerekirse, ben şiddet filmlerinden bıktım.

doğru
right

I think the actions he took were right. - Onun yaptıklarının doğru olduğunu düşünüyorum.

The right mind is the mind that does not remain in one place. - Doğru akıl bir yerde kalmayan akıldır.

doğru
straight

Jane will get straight A's. - Jane doğrudan A alacaktır.

After the meeting she headed straight to her desk. - Toplantıdan sonra o doğrudan masasına doğru yöneldi.

doğru
through

The man looked at Tom, then vanished through the stage door out into the dark London street. - Adam Tom'a baktı, sonra sahne kapısından dışarı karanlık Londra caddesine doğru gözden kayboldu.

In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future. - Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.

doğru
authentic
doğru
{s} just

If I remember correctly, Tom sold his car to Mary for just 500 dollars. - Eğer doğru hatırlıyorsam, Tom arabasını Mary'ye sadece 500 dolara sattı.

Tom crawled into bed just before midnight. - Tom tam gece yarısından önce yatağa doğru gitti.

doğru
for

The ship made for the shore. - Gemi kıyıya doğru gitti.

The sun having set, we all started for home. - Güneş batarken, hepimiz eve doğru hareket ettik.

doğru
(Hukuk) fair

Tom is telling the truth, I'm fairly certain. - Tom doğruyu söylüyor, ben oldukça eminim.

As soon as the three doctors had left the room, the Fairy went to Pinocchio's bed and, touching him on the forehead, noticed that he was burning with fever. - Üç doktor odadan çıkar çıkmaz Peri, Pinokyo'nun yatağına doğru gitti ve alnına dokununca onun ateşler içinde yandığını gördü.

doğru
fair enough
doğru
due

Due to Tom's behavior, the court is convinced that Mary's account is accurate. - Tom'un davranışı nedeniyle mahkeme Mary'nin hesabının doğru olduğuna inanıyor.

doğru
{s} exact

That's not exactly true. - O tam olarak doğru değil.

It isn't totally exact. - Bu tamamen doğru değil.

doğru
precisely

More precisely, it is the question of the meaning of life. - Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.

doğru
{s} honest

Honestly, I would think driving there daily is better than moving. - Doğrusu, her gün oraya arabayla gitmenin taşınmaktan daha iyi olduğunu düşünüyorum.

I honestly have no idea. - Doğrusu hiçbir fikrim yok.

doğru
valid

The validation methodology was based also on Bowling's reports. - Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.

The newest version uses facial-recognition software to validate a login. - Yeni sürümü bir giriş doğrulamak için yüz tanıma yazılımı kullanır.

doğru
thru
doğru
all right

I thought Tom did all right. - Tom'un tamamen doğru yaptığını düşünüyordum.

Is it all right if I leave early this afternoon? - Bu öğleden sonra erken gidersek doğru olur mu?

doğru
ways
doğru
actual

That's actually not true. - O aslında doğru değil.

The difference between you and me is that I'm actually interested in trying to do what is right. - Seninle benim aramdaki fark benim aslında doğru olanı yapmaya çalışmakla ilgileniyorum olmam.

doğru
suitable

It's dangerous to assume that all of the sentences in the Tatoeba Corpus are correct and suitable for language study. - Tatoeba külliyatındaki tüm cümleleri, dil eğitimi için doğru ve uygun saymak tehlikelidir.

doğru
short and to the point
doğru
as well

And yet, the contrary is always true as well. - Ne var ki aksi de her zaman doğrudur.

doğru
correctly

If I remember correctly, Tom sold his car to Mary for only 500 dollars. - Eğer doğru hatırlıyorsam, Tom arabasını Mary'ye sadece 500 dolara sattı.

If I remember correctly, Tom sold his car to Mary for just 500 dollars. - Eğer doğru hatırlıyorsam, Tom arabasını Mary'ye sadece 500 dolara sattı.

doğru
erect
doğru
on the beam
doğru
(Bilgisayar) literal
doğru
as sure as i'm sitting here
doğru
plumb
doğru
around

The cat was strutting around the yard, when it suddenly ran into the house. - o evine içine doğru koştuğunda , kedi kasılarak ipliğin etrafında yürüyordu.

Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point. - Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.

doğru
sound

Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say. - İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.

The story may sound strange, but it is true. - Hikaye garip gelebilir , ama doğru.

doğru
faithful
DOĞRU
straightforward
DOĞRU
straight forward
DOĞRU
forthright

I admire his forthrightness. - Onun doğruluğuna hayranım.

doğru
proper

Tom doesn't know how to pronounce my name properly. - Tom ismimi doğru dürüst nasıl telaffuz edeceğini bilmiyor.

If you understand, then do it properly. - Eğer anlıyorsan, öyleyse onu doğru dürüst yap.

doğru
becoming
doğru
on the level
doğru
upstanding
doğru
upright
doğru
upfront
doğru
aboveboard
doğru
precise

More precisely, it is the question of the meaning of life. - Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.

doğru
fitting
doğru
base

The validation methodology was based also on Bowling's reports. - Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.

Tom walked down into the basement. - Tom bodruma doğru yürüdü.

doğru
mathematical
doğru
above board
doğru
accurate to
doğru
truer
doğru
direct

Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives. - Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.

Direct flights between New York and Tokyo commenced recently. - New York ve Tokyo arasında doğrudan uçuşlar son zamanlarda başlamıştır.

doğru
(Konuşma Dili) a correct answer (in a test)
doğru
truthful

I think Tom is truthful. - Tom'un doğru olduğunu düşünüyorum.

Will you answer all my questions truthfully? - Bütün sorularımı doğru şekilde cevaplar mısın?

doğru
thro

The submarine had to break through a thin sheet of ice to surface. - Denizaltı yüzeye doğru ince bir buz tabakasını yarıp geçmek zorunda kaldı.

In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future. - Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.

doğru
cheese
doğru
straight line

In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future. - Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.

doğru
correct, accurate
doğru
honest, good (person)
doğru
guileless
doğru
the thing
doğru
according to Cocker
doğru
exactly

That's not exactly true. - O tam olarak doğru değil.

That wasn't exactly true. - O tam olarak doğru değildi.

doğru
orthodox
doğru
ortho
doğru
That's true

Tom thinks that's true. - Tom onun doğru olduğunu düşünüyor.

I don't think that that's true. - Onun doğru olduğunu sanmıyorum.

doğru
toward, in the direction of
doğru
the right

Tell me the right time, please. - Bana doğru saati söyle, lütfen.

Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives. - Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.

doğru
honest injun
doğru
proper, suitable
doğru
up to

Mike walked up to the boy. - Mike çocuğa doğru yanaştı.

He came straight up to me. - O, dosdoğru bana doğru geldi.

doğru
righteous

I never said that he was righteous. - Onun doğru olduğunu hiç söylemedim.

doğru
quite so!
doğru
straight, direct; true; right; correct, accurate, exact, precise; proper, suitable; fair; honest, faithful, straightforward, aboveboard; line; truth, right; towards, toward; (zaman) around, about; straight; rightly, correctly, truly
doğru
(Matematik) line
doğru
aright
doğru
truly, correctly
doğru
according to Hoyle
doğru
toward, near the time of
doğru
square

Tom threw a pillow at Mary and the pillow hit her squarely in the face. - Tom Mary'ye bir yastık attı ve yastık doğrudan onun yüzüne çarptı.

doğru
the truth

She speaks the truth. - Onun konuşması doğrudur.

To tell the truth, I am not your father. - Doğruyu söylemek gerekirse, ben senin baban değilim.

doğru
spot on
doğru
straight, directly
doğru
sincere

He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him. - O genellikle doğru sözlü ve içten ve bu sebeple onunla tanışanların güvenini kazanır.

doğru
attic
doğru
beam
doğru
toward

He went to the beach, and looked far across the sea toward the horizon. - O plaja gitti, ve denizin üzerinden ufka doğru baktı.

He tossed the ball towards the wall. - Topu duvara doğru çekti.

doğru
sooth
doğru
eact
doğru
moral

The arc of the moral universe is long, but it bends toward justice. - Ahlaki evrenin yayı uzun, ancak adalete doğru eğilir.

Never let your sense of morals prevent you from doing what is right. - Ahlak anlayışının seni doğru olanı yapmaktan alıkoymasına asla izin verme.

doğru
upto
doğru
{i} hear! hear!
doğru
forwards

Why is it easier to park the car backwards than forwards? - Arabayı geriye doğru park etmek neden ileriye doğru park etmekten daha kolaydır?

His handwriting slants forwards, whereas hers slants backwards. - Onunki geriye doğru eğimli iken onun el yazısı ileri doğru eğimlidir.

doğru
towards

It finally stopped raining towards evening. - Nihayet akşama doğru yağmur durdu.

The road curves gently towards the west. - Yol batıya doğru hafifçe kıvrılır.

doğru
ward,wards
doğru
to
doğru
straight as a die
doğru
quite so
Türkçe - Türkçe
Bir doğru boyunca olan, müstakim
müstakim
Doğru
sevap
Doğru
rast
Doğru
korekt
Doğru
(Osmanlı Dönemi) MEHAVE
doğru
Gerçek, yalan olmayan
doğru
Akla, mantığa uygun
doğru
Bir ucundan öbür ucuna kadar yönü değişmeyen, eğri ve çarpık karşıtı
doğru
Akla, mantığa, gerçeğe veya kurala uygun: "Bunları sana şimdiden söylemek daha doğrudur."- A. Gündüz
doğru
Gerçek, hakikat: "Söyleyin doğrusunu, siz insanoğlunun ahlaklı olabileceğine inanmıyorsunuz."- N. Ataç. İki nokta arasındaki en kısa çizgi
doğru
Yanlışsız, eksiksiz
doğru
Gerçek, hakikat
doğru
Karşı yönünce
doğru
Yasa, yöntem ve ahlaka bağlı, dürüst, namuslu
doğru
Gerçeğe veya kurala uygun
doğru
İki nokta arasındaki en kısa çizgi
doğru
Hiçbir yöne sapmadan, dosdoğru, doğruca
doğru
Karşı yönünce: "Yüzü sapsarı bir kadın iskeleye doğru yürüdü."- S. F. Abasıyanık
doğru
Yakın, yakınlarında: "Şafağa doğru otomobil sesi duyuldu."- F. R. Atay
doğru
Yakın, yakınlarında
doğrulu