dikmek

listen to the pronunciation of dikmek
Türkçe - İngilizce
erect
plant

I have to plant trees in the garden. - Bahçeye ağaç dikmek zorundayım.

sew

There's not enough light in this room for sewing. - Odada dikiş dikmek için yeterli ışık yok.

It took me several hours to sew it. - Bunu dikmek birkaç saatimi aldı.

stitch
cock
set
sew up
sow
prick
stand
sew on

Do you have a needle to sew on these buttons? - Bu düğmeleri dikmek için bir iğnen var mı?

stick up
mend
fix eye
drain
drink off
cockbill
station
engrafting
set up
to plant (a seedling, tree)
raise
perk
to build, construct, put up
to set down (a ball) for play
prick up
bed
stitch up
seam together
(göz) rivet
to shoot or throw (something) directly up
perk up
needle

Do you have a needle to sew on these buttons? - Bu düğmeleri dikmek için bir iğnen var mı?

(yara) suture
ingraft
upend
set out
fix
to station (a guard)
lay down
construct
seam
to sew, to stitch; to plant; to set up, to erect, to raise; (gözlerini) to stare; (kulak) to prick up, to cock; to drink off, to drain, to down
(nöbetçi) post
seam up
tailor
rest on
engraft
fix (eye)
to set up, erect
put stitches in
bed out
rear
(bakış) rest
crop
to toss down (a drink) in one swig
(bitki) plant
to sew
post
{f} implant
dibble
fix eye on
dikiş dikmek
sew

The lonely patient derives pleasure from sewing. - Yalnız hasta dikiş dikmekten zevk alıyor.

There's not enough light in this room for sewing. - Odada dikiş dikmek için yeterli ışık yok.

dik
perpendicular

Dancing is a perpendicular expression of a horizontal desire. - Dans, yatay arzunun dikey bir ifadesidir.

dik
upright

An empty bag can't stand upright. - Boş torba dik duramaz.

She stood bolt upright. - O civatayı dik durdurdu.

dik
steep

We climbed the steep slope. - Dik bir yamaca tırmandık.

The path zigzagged up the steep slope. - Yol dik yamaca doğru zikzak çiziyordu.

dikme
sewing

The lonely patient derives pleasure from sewing. - Yalnız hasta dikiş dikmekten zevk alıyor.

There's not enough light in this room for sewing. - Odada dikiş dikmek için yeterli ışık yok.

gözünü dikmek
gaze
dik
{s} vertical

He drew some vertical lines on the paper. - Kağıt üzerinde bazı dikey çizgiler çizdi.

The X-axis is the horizontal axis and the Y-axis is the vertical axis. - X ekseni yatay eksendir ve Y ekseni dikey eksendir.

dikmek (bakış)
rest
dikmek (bitki)
prick
dikmek (direk)
plant
dikmek (gözlerini)
stare
dikmek (kulak)
prick up
dikmek (nöbetçi)
post
dikmek göz
fix
dikmek (dikiş vb)
stitch
dikmek (iplikle)
stitch
dikiş dikmek
to sew
dik
erect

An immense monument was erected in honor of the eminent philosopher. - Büyük filozofun şerefine muazzam bir anıt dikildi.

They erected a statue in memory of Gandhi. - Onlar Gandhi'nin anısına bir heykel diktiler.

gözlerini dikmek
stare
gözünü dikmek
stare
bayrak dikmek
plant a flag
dik
(Biyokimya) longitudinal
dik
perpendicular to
dik
fixed

Everyone's eyes were fixed upon her. - Herkesin gözleri ona dikildi.

He fixed his eyes on me. - Gözlerini bana dikti.

dikme
only child
dikme
lace
dikme
shock strut
dikme
seedling
dikme
board
dikme
(İnşaat) bay
dikme
truck
dikme
stile
dikme
(Anatomi) suturation
dikme
pole
topu dikmek
(Konuşma Dili) bite the dust
yorgan dikmek
(Tekstil) quilt
dik
abrupt
dik
scarped
dik
{f} potting
dik
stick up
dik
{f} transplanted

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

dik
{f} pot

Tom gave Mary a potted plant. - Tom Mary'ye saksıya dikilmiş bir bitki verdi.

Watch out! There's a pothole in the road. - Dikkat et! Yolda çukur var.

dik
sew

Would you sew a button on my shirt? - Gömleğime bir düğme diker misin?

My mother gave me her sewing machine. - Annem bana dikiş makinesini verdi.

dik
{f} sewing

There is a sewing machine and an ironing board in the room where Tom used to sleep. - Tom'un eskiden uyuduğu odada bir dikiş makinesi ve bir ütü masası var.

I bought a new sewing machine. - Ben, yeni bir dikiş makinesi satın aldım.

dik
{f} stitching
dik
endwise
dik
{f} sewn

How beautiful my sewn drapes are. - Dikili perdelerim ne kadar güzel.

dik
{f} sewed

She sewed a button on her coat. - O, ceketine bir düğme dikti.

Tom sewed the button back on his shirt. - Tom düğmeyi gömleğine geri dikti.

dik
transplant

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

dik
endways
dik
{f} transplanting
dik
{f} suture
dik
sew on

Do you have a needle to sew on these buttons? - Bu düğmeleri dikmek için bir iğnen var mı?

Can you sew on these buttons for me? - Sen bu düğmeleri benim için dikebilir misin?

dik
{f} stitch

The doctor gave him four stitches. - Doktor ona dört dikiş attı.

I think Tom needs stitches. - Sanırım Tom'un dikişlere ihtiyacı var.

dik
implant
dik
{f} suturing
dikme
{i} potting
dikme
perpendicular
dikme
implantation
dik
intent

Tom listened intently. - Tom dikkatle dinledi.

Tom is listening intently. - Tom dikkatle dinliyor.

dik
{s} up
bitki dikmek
to planting
dik
{s} arduous
dik
steeper

The higher we climbed, the steeper became the mountain. - Ne kadar yükseğe tırmanırsak dağlar o kadar dik olur.

dik
{f} plant

About a dozen trees had soon been planted. - Yaklaşık bir düzine ağaç kısa sürede dikilmişti.

The gardener planted a rose tree in the middle of the garden. - Bahçıvan bahçenin ortasına bir gül ağacı dikti.

gözünü bir yere dikmek
have (sb) sights set on
gözünü bir şeye dikmek
have (sb) sights set on
anıt dikmek
to erect a monument
ağaç dikmek
to plant a tree
bayrak dikmek
to plant a flag
başka yere dikmek
transplant
başını dikmek
perk
başını dikmek
perk up
bina dikmek
erect a building
bina dikmek
(İnşaat) raise a building
bir noktaya dikmek
rivet
birbirine dikmek
seam up
birbirine dikmek
seam together
birlikte dikmek
interplant
boynuz dikmek
to cuckold
cevapı dikmek/dayamak/yapıştırmak
colloq . to be ready with an answer
dik
precipitous
dik
sheer
dik
straight, upright, erect (in standing)
dik
(açı) right
dik
rapid
dik
(Geometri) right
dik
stiff

Tom's a stiff-necked old man. - Tom dik kafalı yaşlı bir adam.

dik
sharp, biting (remark)
dik
bluff
dik
upstanding
dik
straight

Sami looked Layla straight in the eye. - Sami, Leyla'ya dik dik baktı.

I've heard that sitting up straight is bad for your back. - Dik oturmanın sırtın için zararlı olduğunu duydum.

dik
uprightly
dik
bold

This morning at the station, her attention was caught by a poster with bold letters. - Bu sabah istasyonda, kalın harfli bir afiş onun dikkatini çekti.

dik
perpendicular, vertical; straight, upright, erect; steep, rapid, precepitous; intent, fixed, penetrating; right
dik
fixed, penetrating, intent (look)
dik
(saç) rough
dik
jagged
dik
stand up
dik
square

Some important geometric shapes are the triangle, the square, the rectangle, the circle, the parallelogram and the trapezium. - Bazı önemli geometrik şekiller üçgen, kare, dikdörtgen, daire, paralelkenar ve ikizkenar yamuktur.

The boxes are rectangular, not square. - Kutular dikdörtgendir, kare değil.

dik
horny
dik
darn
dik
standup
dik
plumb
dik
endlong
dik
darning
dikme
planting; erection; perpendicular; seedling; only child; pole, post; derrick
dikme
plant

I have to plant trees in the garden. - Bahçeye ağaç dikmek zorundayım.

In order to make us and everyone else remember this day, I ask everyone to plant a tree with us. - Bize ve başka herkese bu günü hatırlatmak için, bizimle birlikte herkese bir ağaç dikmesini rica ediyorum.

dikme
planting
dikme
erection
dikme
(yapı) bay
dikme
erecting
dikme
pillar
dikme
fixing
dikme
sewing; stitching
düğme dikmek
buttonhole
elbise dikmek
sew dress
fidan dikmek
dibble
fide dikmek
plant seedling
fide dikmek
plant out
fitilli dikmek
quill
fıçıya dikmek
(bitki) tub
göz dikmek
to long to possess, to covet
göz dikmek
soar
gözcü dikmek
picket
gözlerini dikmek
stare at
gözlerini dikmek
rivet one's eyes on
gözlerini dikmek
fixate
gözünü dikmek
fix
gözünü dikmek
gaze at
gözünü dikmek
fasten
gözünü dikmek
gaze upon
gözünü dikmek
gaze on
gözünü dikmek
to stare, to fix one's eyes on
gözünü dikmek
pore over
içine yün doldurup dikmek
quilt
iğneardı dikiş dikmek
backstitch
kafaya dikmek
slosh down
kafaya dikmek
swig
kafaya dikmek
quaff
kafaya dikmek
quaff off
kesik yeri dikmek
sew something up
kulaklarını dikmek
to prick up one's ears
kulaklarını dikmek
prick up
kulaklarını dikmek
prick up one's ears
kulaklarını dikmek
(for an animal) to prick up its ears
kuyruku dikmek
(Konuşma Dili) to run away; to take to one's heels, skedaddle
nalları dikmek
cash in
nalları dikmek
kick off
nalları dikmek
to peg out, to pop off, to croak, to kick the bucket
nalları dikmek
slang to die, kick the bucket, croak, give up the ghost
nöbetçi dikmek
picket
ocağına incir dikmek
to ruin sb's family, to destroy the family of
pamuk doldurup dikmek
quilt
saksıdan çıkarıp dikmek
plant out
saksıya dikmek
pot
toprağa dikmek
prick out
toprağa dikmek
prick in
Türkçe - Türkçe
Kurmak, inşa etmek
Yetiştirmek için bir bitkiyi toprağa yerleştirmek
Biçilmiş veya yırtılmış kumaş, deri, yara vb.ni iğneye geçirilmiş iplikle tutturmak
Bardak, kadeh, testi gibi kapların içindeki bir çırpıda, bir solukta içmek: "Doldurmasıyla kadehini dikmesi, gözünü kırpmadan tek yudumda devirmesi bir oluyor."- A. İlhan
Top vb.ni oyun alanında belirli bir yere koymak
Yapı kurmak, inşa etmek
Bir cismi dik olarak durdurmak
Yetiştirmek için bir bitkiyi toprağa yerleştirmek: "Boş toprağa bir koru dikseniz otuz yılda gölge verir."- F. R. Atay
bir çırpıda, bir solukta içmek
Top, taş gibi şeyleri dikine havaya atmak
Beklemek için birini bir şeyin başına getirmek
(Osmanlı Dönemi) HİYASET
(Osmanlı Dönemi) HARZ
(Osmanlı Dönemi) HUS
(Osmanlı Dönemi) HIYASA
Dikme
(Osmanlı Dönemi) KETB
Dikme
amut
DÎK
(Osmanlı Dönemi) Darlık, sıkıntı. Gam. Kalbe sıkıntı veren
DİK
(Osmanlı Dönemi) Horoz
dik
Sert, kalın, tok
dik
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan
dik
Birbirine dikey olan doğrulardan oluşmuş
dik
Ters, aksi
dik
Horoz
dik
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan: "Sağlam yapılı, dik duruşlu bir gençti o yıllarda."- N. Cumalı
dik
Sert
dik
Yatık durmayan, sert
dik
Eğimi dike yakın olan: "Dik bir dereye indiler."- Ö. Seyfettin
dik
Buğday tanesine keşkekliğe çeviren su değirmeni
dik
Derin duvar
dik
Sert (bakış)
dik
Kaba, yersiz (davranış): "Kaba denilecek kadar ani ve dik bir davranışla halasını bıraktı ve kalktı."- H. E. Adıvar
dik
Sert, kalın, tok (ses): "Sesi dik ve küstahtı, söylediklerini aşağı salonda bekleşen komşular işittiler."- A. İlhan
dik
Ters, aksi (söz)
dik
Kaba, yersiz
dik
Eğimi dike yakın olan
dikme
Ağaç, direk
dikme
Yük kaldırmakta kullanılan bir direkli maçuna
dikme
Bir evde aileyi sürdürecek olan tek çocuk: "Bir ocakta bir dikme."- Atasözü
dikme
Yeni dikilmiş fidan
dikme
Düşey taşıyıcı direk
dikme
Meyve fidanı
dikme
Bir evde aileyi sürdürecek olan tek çocuk
dikme
Fidan, yeni dikilmiş fidan
dikme
Dikmek işi
dikme
Dikey olan doğru veya düzlem, amut
dikme
Ahşap yapılarda pencere ve kapı yanlarına dikilen direklerden her biri
dikmek