He sat next to the stream.
- O, dereye yakın oturdu.
The stream is not very swift.
- Dere çok hızlı değil.
We also failed to find gold in the brook.
- Biz de derede altın bulamadık.
In my village, there is a small, narrow footbridge over a brook.
- Benim köyümde, bir dere üzerinde küçük, dar bir yaya köprüsü vardır.
The creek's to our right.
- Dere bizim sağımıza doğru.
He did not dare to jump over the creek.
- Dere üzerinden atlamaya cesaret edemedi.
It must be terribly difficult, running her household on her own after divorcing.
- Boşandıktan sonra evinde tek başına koşuşturmak son derece zor olmalı.
Tom runs extremely well.
- Tom son derece iyi koşuyor.
There is no fish in the burn.
- Derede hiç balık yok.
Thirty-two degrees Fahrenheit! I'm burning up! Poor Mr. Snowman.
- Otuz iki derece Fahrenheit! Yanıyorum! Zavallı Bay Snowman.
Than herde he a voyce sey, ‘Sir Galahad, I se there envyrowne aboute the so many angels that my power may nat deare the!’.