Bu büyük bir anlaşma değil. Onun hakkında endişelenme.
- It's not a big deal. Don't worry about it.
Belki de bir anlaşma yapabiliriz.
- Maybe we can make a deal.
Tom'la uğraşmak zordur.
- Tom is hard to deal with.
Şu an bu sorunla uğraşmak istemiyorum.
- I don't want to deal with this problem now.
Kartları dağıtmak için Tom'un sırası.
- It's Tom's turn to deal the cards.
Kartları dağıtmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to deal the cards?
O, çocuklarının para ile alışveriş etmelerine yardım ederek çok zaman harcar.
- She spends a lot of time helping her children learn to deal with money.
Ben iyi bir alışveriş yaptım.
- I was dealt a good hand.
Ahmet is not going to deal with this situation/problem - Ahmet bu durumla/sorunla ilgilenmeyecek.
Tom'un o tür bir sorunla ilgilenmek için yeterli deneyimi yoktu.
- Tom didn't have enough experience in dealing with that kind of problem.
Tom'la ilgilenmek ara sıra zor olabilir.
- Tom can be difficult to deal with at times.
İş yapmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to deal?
Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.
- The soul of commerce is upright dealing.
Oldu (tamam, anlaştık) hadi hemen işe koyulalım - Deal, let's get down to work.
O araba satıcısı bu kullanılmış Toyota'nın iyi durumda olduğunu söylediğinde bana yanlış bilgi vermiş.
- That car dealer gave me a bum steer when he told me this used Toyota was in good condition.
Onlar anlaşmanın aptalca olduğunu söyledi.
- They said the deal was foolish.
Tom'a kesinlikle haksız muamele gördü.
- Tom definitely got a raw deal.
Tom ilaçları dağıtıyor.
- Tom is dealing drugs.
Kartları dağıtmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to deal the cards?
Tom bir sanat tüccarı.
- Tom is an art dealer.
Tüccar onun cehaletinden faydalandı ve resmi çok ucuz aldı.
- The dealer took advantage of her ignorance and bought the picture very cheap.
Mobilya konusunda çok iyi anlaşmalarımız var.
- We have great deals on furniture.
Tom babasının ölümüyle çok iyi ilgilenmiyor.
- Tom isn't dealing with his father's death very well.
Tom bir mahkum edilmiş zehir taciri.
- Tom is a convicted drug dealer.
Yapacak çok işim var.
- I have a great deal to do.
Kısa bir süre içinde tekrar gelmek zorunda kalacaksın: o işle ilgilenen adam az önce dışarı çıktı.
- You'll have to come back in a while: the man dealing with that business has just gone out.
Tom'la uğraşmak zordur.
- Tom is hard to deal with.
Böyle bir sorun ile uğraşmak zordur.
- Such a problem is hard to deal with.
Sana bir miktar alabilirim.
- I can get you a deal.
Proje büyük miktarda para gerektiriyor.
- The project requires a great deal of money.
Durum ile başa çıkmak için gerçekten zordu.
- The situation was really difficult to deal with.
Polis isyanla başa çıkmak için hemen harekete geçti.
- The police took immediate action to deal with the riot.
Elbise çok pahalı. Pazarlığı biraz cazip hale getiremez misin?
- The dress is too expensive. Can't you sweeten the deal a little?
O bir hayli sabır gösterdi.
- He displayed a great deal of patience.
Sana söyleyecek bir hayli şeyim var.
- I have a great deal to tell you.
Tamam, bir anlaşmamız var.
- OK, we've got a deal.
Onlar ne ticareti yapıyorlar?
- What do they deal in?
O, mobilya ticareti yapar.
- He deals in furniture.
Tom bir araba bayiliğine sahiptir.
- Tom owns a car dealership.
Bu araba bayiliğinin çok ince kar marjları var.
- This car dealership has very thin profit margins.
Polis Tom'un bir uyuşturucu satıcısı olduğundan şüphelendi.
- The police suspected that Tom was a drug dealer.
Mahkûm uyuşturucu satıcısı ölüm cezasını ömür boyu hapis cezasına düşürtmek için yetkililere boyun eğmeye istekliydi.
- The convicted drug dealer was willing to comply with the authorities to have his death sentence reduced to a life sentence.
Böyle bir sorun ile uğraşmak zordur.
- Such a problem is hard to deal with.
Onun patronu ile uğraşmak zordur.
- Her boss is hard to deal with.
Onlar altın ve gümüş ticareti yapmak istiyordu.
- They wanted to deal in gold and silver.
Onunla ilgilenmek zorunda kalacaksın.
- You're going to have to deal with that.
Bu pis bir iş, onunla ilgilenmek istemiyorum.
- This is a dirty job, I don't want to deal with it.
Durumun üstesinden gelmek gittikçe zorlaşıyordu.
- The situation was getting difficult to deal with.
Bunu kendim halletmek zorundayım.
- I have to deal with this myself.
Halletmek zorunda olduğum işlerim vardı.
- I had things I had to deal with.
Böyle bir sorun ile uğraşmak zordur.
- Such a problem is hard to deal with.
Kanser hastaları sıklıkla bulantı nöbetlerini azaltmakla uğraşmak zorundadır.
- Cancer patients often have to deal with debilitating bouts of nausea.
In a move which will deal a serious blow to small towns across the United states.
Sana söyleyecek bir hayli şeyim var.
- I have a great deal to tell you.
Bunun hakkında bir hayli düşündüm.
- I've thought about this a great deal.
Yapacak pek çok işim var.
- I have a great deal of work to do.
Tüccar onun cehaletinden faydalandı ve resmi çok ucuz aldı.
- The dealer took advantage of her ignorance and bought the picture very cheap.
Tom bir sanat tüccarı.
- Tom is an art dealer.
Tom kartları kesti ve dağıtmaya başladı.
- Tom cut the cards and started dealing.
Tom hakkında çok şey öğrendim.
- I've learned a great deal about Tom.
Onun konuşması onun çok şey bildiğine beni inandırdı.
- His talk led me to believe that he knows a great deal.
Profesyonellerle uğraşmayı seviyorum.
- I love dealing with professionals.
Bu tür bir problemle uğraşmaya alışkınım.
- I'm used to dealing with this kind of problem.
Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.
- The soul of commerce is upright dealing.
Tom'un uyuşturucu ticareti yaptığını biliyor muydun?
- Did you know Tom was dealing drugs?
O, oldukça çok kazanır.
- He earns a great deal.
Yapacak çok işim var.
- I have a great deal to do.
Bu sorunla ilgili yeni bir yaklaşıma acil bir ihtiyaç vardır.
- There is an urgent need for a new approach to dealing with this problem.
Kiminle uğraştığımızı zannediyorsun?
- Who do you think we're dealing with?
O sorunla uğraşıyoruz.
- We're dealing with that problem.
Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.
- Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others.
Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.
- This company has many business dealings abroad.
Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.
- Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others.
İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.
- I keep a daily record of my business dealings.
İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.
- I keep a daily record of my business dealings.
Sen hiç böyle bir sorunla uğraştın mı?
- Have you ever dealt with a problem like this?
O, bizim onunla nasıl uğraştığımızdır.
- That's how we dealt with it.
Bir anlaşma yapmak ister misin?
- Do you want to make a deal?
Tom'la bir anlaşma yaptım.
- I made a deal with Tom.
Tom'a adil bir anlaşma önerdim.
- I offered Tom a fair deal.
Tom eski bir krupiyedir.
- Tom is a former casino dealer.
Away, proud woman! said the Lady; who ever knew so well as thou to deal the deepest wounds under the pretence of kindness and courtesy?.
The cards were shuffled and dealt by the croupier.
He made a deal with the devil.
There is a deal of obscurity concerning the identity of the species thus multitudinously baptized.
She deals in gold.
In Deheubarth that now South-wales is hight, / What time king Ryence raign'd, and dealed right .
Wel said syr Uwayne go on your waye, and lete me dele.
The whole crowd waited for him to deal a real humdinger.
A plain deal table.
You also have to look at the kind of mortgage deals available to you and whether you will be able to trade up to the kind of property you are looking for.
We gave three deals of grain in tribute to the king.
The fighting is over; now we deal out the spoils of victory.
I believe it's your deal.
What's the deal?.
This club takes a dim view of members who deal drugs.
Science, it cannot be too often repeated, deals with tangible phenomena.
Mr. Brownlow contrived to state his case; observing that, in the surprise of the moment, he had run after the boy because he saw him running away; and expressing his hope that, if the magistrate should believe him, although not actually the thief, to be connected with thieves; he would deal as leniently with him as justice would allow.
We need to finalise the deal with Henderson by midnight.
I can't deal with this.
The deal with four tines is called a pitchfork.
Sometimes the process of digging uncovered a deal breaker.
He deals fairly with his employees.
The teacher knew how to deal with these lazy students.
Thankfully he dealt with such issue before, so he had all the necessary experience.
Let us deal with the case of China.
I can deal with this crew of workers.
This book deals with incest.
They had a good deal less than we had.
They had a great deal less than we had.
He can run a mile in 15 minutes? Big deal! Some people can do it in four.
It's no big deal if you don't finish.
he's a master of the business deal.
Barely looking up from his smooth hands and the cards they held, the gambler said, “You're not a good enough cardplayer Pd have to double deal you..
George Michael is the real deal—a real blue-eyed soul artist whom you can wholeheartedly get behind, knowing that you'll never be duped or deceived by his lust for commercial success.
Steven Matthews, described the lease last week as a sweetheart deal that gives too much away for what the city gets in return..
Jeff said, I'm sorry I banged into you in the dark. Don't make a big deal out of it..
... that may not seem like a big deal when it just is ' you know, numbers on a sheet of ...
... So how do we deal with it? Well, mathematically there are ' there are three ways that you ...