He can't cope with difficult situations.
- Zor durumlarla başa çıkamıyor.
It's difficult to learn a foreign language.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
At the beginning it'll be tough, but everything's tough at the beginning.
- O, başlangıçta zor olacak, fakat her şey başlangıçta zordur.
Tom knew it was going to be tough to convince Mary to go to the hospital.
- Tom Mary'yi hastaneye gitmesi için ikna etmenin zor olacağını biliyordu.
It's hard to learn a foreign language.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
The old man was hard of hearing.
- Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
She went through a long and arduous vocational course.
- O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.
I have to tighten these bolts.
- Bu civatayı sıkmak zorundayım.
Tom found himself in a tight spot.
- Tom, kendini zor bir durumda buldu.
The force of the wind made it difficult to walk.
- Rüzgarın gücü yürümeyi zorlaştırdı.
In the end, the Germans were forced to withdraw.
- Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.
I barely passed the exam.
- Ben zar zor sınavı geçtim.
Tom always speaks in such a low voice that I can barely understand what he says.
- Tom her zaman öyle kısık sesle konuşur ki ne söylediğini ben zar zor anlayabiliyorum.
It doesn't have to be that complicated.
- Bu o kadar karmaşık olmak zorunda değil.
In this city finding a taxi is complicated.
- Bu şehirde bir taksi bulmak zordur.
In any case, she'll have to be severely punished.
- Her halükarda, ağır biçimde cezalandırılmak zorunda kalacak.
Such a thing is considered theft and it has to be punished severely.
- Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.
I think you're trying too hard.
- Bence fazla zorluyorsun.
I had a hard time trying to get this report finished on time.
- Bu raporu zamanında bitirtmeye çalışırken zor bir zaman geçirdim.
It's awkward for me to go to them without an invitation.
- Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.
Tom could hardly breathe after the race.
- Tom yarıştan sonra zor nefes alabiliyordu.
I could hardly make out what she said.
- Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
It might be a pain in the neck to do this, but we have to do it.
- Bunu yapmak can sıkıcı olabilir fakat onu yapmak zorundayız.
If the door doesn't fit, you might have to shave off a bit of the wood until it closes properly.
- Kapı uymuyorsa, düzgün şekilde kapanana kadar ahşabı biraz rendelemek zorunda kalabilirsin.
Tom must conserve his strength.
- Tom gücünü korumak zorundadır.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
There's a deep strain of anti-intellectualism in American history.
- Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.
Tom's patience is being strained.
- Tom'un sabrı zorlanıyor.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
She helped me in a very sticky situation.
- Çok zor bir durumda bana yardım etti.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
Tom has the toughest job here.
- Tom burada en zorlu işe sahip.
One of the toughest things in the world to do is forgive.
- Dünyada yapacak en zor şeylerden biri affetmektir.
Tom had a rough time last year.
- Tom geçen yıl zor günler geçirdi.
I've had a rough day.
- Zor bir gün geçirdim.
Hard work is the main element of success.
- Zor iş başarının ana unsurudur.
I didn't know I was going to have to introduce the main speaker.
- Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.
The teacher found it difficult to get his meaning across to the students.
- Öğretmen ne demek istediğini öğrencilere anlatmayı zor buldu.
If you don't know the meaning of the word, you have to look it up in the dictionary.
- Sözcüğün anlamını bilmiyorsan sözlüğe bakmak zorundasın.
I passed the examination with difficulty.
- Ben sınavı zorlukla geçtim.
I escaped from the sinking boat with difficulty.
- Batan tekneden zorlukla kaçtım.
Tom would be a formidable opponent.
- Tom zorlu bir rakip olacaktır.
Why do you always have to be so cruel?
- Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?
He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times.
- O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.
Why do children have to carry such a heavy bag?
- Çocuklar neden bu kadar ağır bir çanta taşımak zorundalar?
The box was so heavy that Tom had to help Mary carry it home.
- Kutu o kadar ağırdı ki Tom Mary'nin onu eve götürmesine yardım etmek zorunda kaldı.
It is imperative for you to act at once.
- Derhal hareket etmen zorunludur.
It's imperative to go out.
- Dışarı çıkmak zorunlu.