zorluklar

listen to the pronunciation of zorluklar
Türkisch - Englisch
challenges

Tom loves challenges. - Tom zorlukları sever.

What are the biggest challenges? - En büyük zorluklar nelerdir?

rigors
in difficulties
difficulties

I have seen various difficulties. - Ben çeşitli zorluklar gördüm.

The great difficulties stand in the way of its achievement. - Büyük zorluklar onun başarı yolunda duruyor.

zorluk
hardship

You have to endure a lot of hardships in life. - Hayatta birçok zorluklara katlanmak zorundasın.

Many great men went through hardship during their youth. - Birçok büyük insan gençliklerinde zorluklardan geçmişlerdir.

zor
difficult

It was too difficult for me. - Bu benim için çok zordu.

It is difficult to translate a poem into another language. - Bir şiiri başka bir dile çevirmek zordur.

zor
troublesome
zor
tough

Tom knew it was going to be tough to convince Mary to go to the hospital. - Tom Mary'yi hastaneye gitmesi için ikna etmenin zor olacağını biliyordu.

At the beginning it'll be tough, but everything's tough at the beginning. - O, başlangıçta zor olacak, fakat her şey başlangıçta zordur.

zorluk
difficulty

I passed the examination with difficulty. - Ben sınavı zorlukla geçtim.

This kind of music is something that older people have difficulty understanding. - Bu tür müzik, daha yaşlı insanların anlamakta zorluk çektiği bir şeydir.

zor
hard

It's hard to learn a foreign language. - Yabancı dil öğrenmek zordur.

English is pretty hard, isn't it? - İngilizce çok zor, değil mi?

zorluklar atlatmak
go through the wringer
zor
{s} arduous

She went through a long and arduous vocational course. - O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.

zorluk
adversity

Tom's courage in dealing with adversity is an inspiration to those around him. - Tom'un zorlukla mücadeledeki cesareti, çevresindeki kişilere bir ilhamdır.

zor
crucial
zor
uneasy; causing difficulty
zorluk
{i} fix
zor
knotty
zor
tight

I have to tighten my belt. - Ben kemerimi sıkmak zorundayım.

I have to tighten these bolts. - Bu civatayı sıkmak zorundayım.

zor
{i} force

The president was forced to return to Washington. - Başkan Washington'a dönmek zorunda kaldı.

The force of the wind made it difficult to walk. - Rüzgarın gücü yürümeyi zorlaştırdı.

zorluk
complexity
zorluk
complication
zor
prickly
zor
barely

Tom always speaks in such a low voice that I can barely understand what he says. - Tom her zaman öyle kısık sesle konuşur ki ne söylediğini ben zar zor anlayabiliyorum.

He barely passed the examination. - O sınavı zorla geçti.

zor
complicated

Finding love in the Internet age is complicated. - İnternet çağında aşk bulmak zordur.

It doesn't have to be that complicated. - Bu o kadar karmaşık olmak zorunda değil.

zor
uneasy
zor
problematic
zor
(Kanun) virtue
zor
stringent
zor
severe

Such a thing is considered theft and it has to be punished severely. - Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.

In any case, she'll have to be severely punished. - Her halükarda, ağır biçimde cezalandırılmak zorunda kalacak.

zor
trying

I had a hard time trying to persuade him to cancel the trip. - Onun yolculuğu iptal etmesini ikna etmeye çalışarak zor bir zaman geçirdim.

I had a hard time trying to get this report finished on time. - Bu raporu zamanında bitirtmeye çalışırken zor bir zaman geçirdim.

zor
awkward

It's awkward for me to go to them without an invitation. - Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.

zor
hardly

The fog was so dense, we could hardly see anything. - Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.

Tom could hardly breathe after the race. - Tom yarıştan sonra zor nefes alabiliyordu.

zor
{i} might

If the door doesn't fit, you might have to shave off a bit of the wood until it closes properly. - Kapı uymuyorsa, düzgün şekilde kapanana kadar ahşabı biraz rendelemek zorunda kalabilirsin.

Try as you might, but you cannot force a belief onto someone else, much less your own self. - Ne kadar uğraşırsan uğraş, bırak başkasını, kendini bile bir şeye zorla inandıramazsın.

zor
strength

Tom must conserve his strength. - Tom gücünü korumak zorundadır.

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

zorluk
knot
zorluk
drawback
zorluk
labor
zorluk
centrically
zorluk
hard
zorluk
bother
zorluk
trouble

Having studied Japanese, Jenny had no trouble in Japan. - Jenny Japonca çalıştığından Japonya'da zorluk çekmedi.

Tom had trouble making friends. - Tom arkadaş edinmede zorluk çekiyordu.

zorluk
uneasiness
zor
thorny
zor
compulsion
zor
strain

There's a deep strain of anti-intellectualism in American history. - Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.

Tom's patience is being strained. - Tom'un sabrı zorlanıyor.

zor
dys-
zor
straitened
zor
trick

It's hard to teach an old dog new tricks. - Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretmek zor.

That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve. - Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.

zor
constraint
zor
sticky

She helped me in a very sticky situation. - Çok zor bir durumda bana yardım etti.

zor
uphill

After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again. - Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.

zor
ticklish
zor
subtle
zorluk
{i} inconvenience
zorluk
austerity
zorluk
difficultness
zorluk
rigour
zorluk
necessity
zor
tricky

Operation of this computer is tricky. - Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.

That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve. - Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.

zor
a tough
zor
toughest

One of the toughest things in the world to do is forgive. - Dünyada yapacak en zor şeylerden biri affetmektir.

Sami Bakir is one of the toughest prosecutors in New York state. - Sami Bekir, New York eyaletindeki en zorlu savcılardan biridir.

zor
tougher
başlangıçta yaşanan zorluklar
teething troubles
zor
difficult, hard
zor
compulsion, constraint, obligation, necessity: Bunu yapmak zorunda değilim. I'm not obliged to do this. Ne zorun vardı bunu yapmaya? What made you feel obliged to do this?
zor
rough

I've had a rough day. - Zor bir gün geçirdim.

She had a rough childhood. - Zor bir çocukluğu vardı.

zor
main

Hard work is the main element of success. - Zor iş başarının ana unsurudur.

It is hard to maintain one's reputation. - Birinin ününü sürdürmek zordur.

zor
mean

I reported to him by means of an SMS that he had to stop his work as soon as possible. - En kısa sürede işi durdurmak zorunda olduğunu bir SMS aracılığıyla bildirdim.

This has got to mean something. - Bu manidar olmak zorunda.

zor
stiff
zor
pressure, coercion (exerted upon a person's mind): Onları ancak zor kullanarak hizaya getirebilirsin. The only way you can get them to fall into line is to pressure them
zor
difficult, hard, troublesome, tough, stiff; difficulty; obligation, compulsion, constraint; force, strength; barely, hardly
zor
with difficulty

I found your house with difficulty. - Evinizi zorla buldum.

They answered my questions with difficulty. - Sorularımı zorlukla yanıtladılar.

zor
trickish
zor
trouble, difficulty, worry, problem: Hiçbir zoru yok. He's got nothing troubling him
zor
physical violence or the threat of physical violence, force: Zoru görünce direnmekten vazgeçti. When threatened with force he stopped holding out. Beni zor kullanmaya mecbur etme! Don't make me use force!
zor
hairy
zor
formidable

Tom would be a formidable opponent. - Tom zorlu bir rakip olacaktır.

zor
barely, just. Z
zor
baffling
zor
cruel

Why do you always have to be so cruel? - Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?

zor
inconvenient

He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times. - O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.

zor
exacting
zor
bodily ailment or disorder: Zekâvet'in aklından zoru var galiba. It looks like Zekâvet's touched in the head. Hilmi'nin midesinden zoru var. Hilmi's got a stomach complaint
zor
dys
zor
bated
zor
heavy

Why do children have to carry such a heavy bag? - Çocuklar neden bu kadar ağır bir çanta taşımak zorundalar?

Because of the heavy fog, we could barely see the road in front of us. - Yoğun sisten dolayı önümüzdeki yolu zar zor görebildik.

zor
imperative

It's imperative to go out. - Dışarı çıkmak zorunlu.

It is imperative for you to act at once. - Derhal hareket etmen zorunludur.

zor
{f} slog
zorluk
rough
zorluk
arduousness
zorluk
entanglement
zorluk
difficulty, hardship, arduousness, hassle
zorluk
toughness
zorluk
strain
zorluk
rigour [Brit.]
zorluk
hassle
zorluk
hobble
zorluk
gruelling
zorluk
gaff
zorluk
hardness
zorluk
tightness
zorluk
grueling
zorluk
stumbling block
zorluk
rigor
zorluk
job

Tom had difficulty convincing Mary to quit her job. - Tom, Mary'yi işinden ayrılmaya ikna etmekte zorluk yaşadı.

Tom had difficulty convincing Mary that she should quit her job. - Tom işini bırakması gerektiği konusunda Mary'yi ikna etmekte zorluk yaşadı.

zorluk
asperity
Türkisch - Türkisch
(Osmanlı Dönemi) TELATİL
Zor
teng
Zorluk
(Osmanlı Dönemi) NÜKR
Zorluk
(Osmanlı Dönemi) ŞERZ
zor
Yüküm, mecburiyet: "Artık kızının evinde kalışının zordan olduğunu biliyordu."- N. Cumalı
zor
Güçlükle, zorla: "El ele vermiş polisler kaldırımlardan taşan halk kütlesini zor zapt ediyorlardı."- H. Taner
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan: "Sabır güzel, faydalı; fakat zor şeydir."- B. Felek
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık
zor
Güçlükle, zorla
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık: "Onun için hiçbir zorum, sıkıntım yokmuş gibi, ara sıra denize taşlarımı atmakta devam ederek hızlı hızlı yürüdüm."- R. N. Güntekin
zor
Yapamazsın!
zor
Yüküm, mecburiyet
zor
Baskı: "Hocaların zoru ile çıkarılmış olan bu kanun yürümedi."- M. Ş. Esendal
zor
Baskı
zorluk
Sıkıntı veya güçlükle yapılma durumu, zor olma, güçlük: "Seyfi, zorluk karşısında kalırsa, birini yakalayıp silah atmadan buraya dönecek."- S. Kocagöz
zorluk
Sıkıntı veya güçlükle yapılma durumu, zor olma, güçlük
zorluklar
Favoriten