zorlama

listen to the pronunciation of zorlama
Türkisch - Englisch
force

Tom didn't force me to do anything. - Tom beni herhangi bir şey yapmaya zorlamadı.

Don't force the child to eat. - Çocuğu yemesi için zorlama.

strain

Take care not to strain your eyes. - Gözlerini zorlamamaya dikkat et.

Contrived
compulsion
coercion
urge

Tom felt an urge to kill Mary. - Tom Mary'yi öldürmek için bir zorlama hissetti.

(Muzik) drive
obligate
exacting
(Tıp) rupture
arm-twisting
(Fizik) coercitive
compulsory
obliging
(deyim) far-fetched
forced: zorlama yürüyüş forced march
impellent
constraint
push

Tom likes to push the limits. - Tom sınırları zorlamayı sever.

They continued to push south. - Onlar güneyi zorlamaya devam etti.

compulsion, constraint, coercion; rupture; forced, compulsory
violence
pressuring (someone) insistently
coaction
forcing; constraint; coercion; compelling, compulsion
trying to force (something) open
screw
arm twisting
pressure

I don't want to pressure you. - Seni zorlamak istemiyorum.

enforcement
duress
infliction
{i} stress
restraint
{i} forcing
insistency
{i} constraining
zorlamak
force

I don't want to force you to go. - Gitmen için seni zorlamak istemiyorum.

Linda claimed she was pregnant to force Dan into marriage. - Linda, Dan'ı evliliğe zorlamak için hamile olduğunu iddia etti.

zorla
hardly

I could hardly make out what she said. - Söylediği şeyi zorla anlayabildim.

Tom was so out of breath that he could hardly speak. - Tom o kadar nefessiz kaldı ki zorla nefes alabiliyordu.

zorlamak
compel
zorlama (talimat)
(Askeri) enforcement
zorlama baskı
coercion
zorlama gerilimi
proof stress
zorlama satış
(Ticaret) high-pressure selling
zorlama testi
stress test
zorlama yok
(Bilgisayar) no forces
zorlamak
{f} enforce
zorlamak
impose
zorlamak
{f} constrain
zorlamak
inflict
zorla
ill

Illness forced him to give up school. - Hastalık onu okuldan vazgeçmesi için zorladı.

A sudden illness forced her to cancel her appointment. - Ani bir hastalık onu randevusunu iptal etmeye zorladı.

zorla
(Bilgisayar) push

They continued to push south. - Onlar güneyi zorlamaya devam etti.

Tom likes to push the limits. - Tom sınırları zorlamayı sever.

zorlamak
urge
zorlamak
coerce
zorlamak
{f} worry
zorlamak
{f} drive
kilit zorlama
effraction
zorla
forcefully
zorla
just
zorla
obtrusively
zorla
by main force
zorla
scarce
zorla
dominantly
zorla
against one's will
zorla
{f} force

Bad weather forced us to call off the picnic. - Kötü hava pikniği iptal etmemiz için bizi zorladı.

In the end, the Germans were forced to withdraw. - Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.

zorlamak
come down
zorlamak
force to be
zorlamak
push somebody for
zorlamak
put
zorlamak
press into
zorlamak
(deyim) twist someone's arm
zorlamak
force to

I had to force Tom to take it. - Onu alması için Tom'u zorlamak zorunda kaldım.

zorlamak
stretch
zorlamak
push smb for
zorlamak
do violence to
zorlamak
compel to
zorlamak
cow somebody into
zorlamak
obtrude
zorlamak
crack
zorlamak
compel to be
zorlamak
oblige
zorlamak
wrest
zorlamak
sweat
zorlamak
railroad into doing
zorlamak
be urgent with somebody
zorlamak
make
zorlamak
subdue
zorlamak
bring pressure to bear on
zorlamak
pluck
zorlamak
strain
zorlamak
muscle in
zorlamak
stampede
zorlamak
clamour down
zorlamak
demand
zorla
muscle in
zorla
constrain
zorla
forcibly

The rioters were forcibly removed from the plaza. - Göstericiler zorla plazadan çıkarıldılar.

zorla
inflict
zorla
compulsorily
zorla
{f} obliging
zorla
{f} constrained
zorla
{f} forced

Public pressure forced the army to act. - Kamuoyu baskısı orduyu hareket etmesi için zorladı.

The army forced him to resign. - Ordu onu istifa etmeye zorladı.

zorla
compel to
zorla
by brute force
zorla
{f} obligate
zorla
force to

You can't force Tom to do that. - Tom'u bunu yapması için zorlayamazsın.

I'm not going to force Tom to do that. - Onu yapması için Tom'u zorlamayacağım.

zorla
{f} compelling
zorla
by force

Snorri Sturluson's stories tells, among other things, how Christianity was spread in Norway by force. - Snorri Sturluson'un hikayeleri diğer şeylerin arasında Hristiyanlığın Norveç'te nasıl zorla yayıldığını anlatır.

The dentist pulled out my decayed tooth by force. - Dişçi çürük dişimi zorla çekti.

zorla
compel

I was compelled to do this against my will. - Zorla bunu yapmak için zorlandım.

Black people were compelled to work in cotton fields. - Siyah insanlar pamuk tarlalarında çalışmak için zorlandılar.

zorla
force to be
zorla
compel to be
zorla
forcible
zorla
{f} forcing

Nobody's forcing you to do that. - Onu yapman için hiç kimse seni zorlamıyor.

Nobody is forcing you to do this. - Hiç kimse bunu yapman için zorlamıyor.

zorla
{f} obliged

Kate was obliged to read the book. - Kate kitap okumaya zorlandı.

zorla
uneasily

Tom shifted uneasily. - Tom zorla değiştirdi.

zorla
bulldoze
zorlamak
obligate
zorlamak
impel
zorlamak
{f} push

I didn't want to push my luck. - Şansımı zorlamak istemedim.

You don't want to push yourself too hard. - Kendini çok zorlamak istemiyorsun.

zorlamak
tax
zorlamak
browbeat
zorlamak
tie down
zorlamak
pressurize
zorlamak
rape
zorlamak
dare
zorlamak
steamroller
zorla
impel
zorla
forced on
zorlamak
to force

Linda made false claims of pregnancy to force Dan to marry her. - Linda Dan'ı onunla evlenmeye zorlamak için asılsız gebelik iddialarında bulundu.

Linda claimed she was pregnant to force Dan into marriage. - Linda, Dan'ı evliliğe zorlamak için hamile olduğunu iddia etti.

zorlamak
{f} impress
zorlamak
{f} exact
şansını zorlama
push one's chance
fazla zorlama
overstrain
toplumsal zorlama
social constraint
zorla
perforce
zorla
constrainedly
zorla
at the point of the bayonet
zorla
under compulsion
zorla
by violence
zorla
only just
zorla
hard

Life is getting hard these days. - Hayat bu günlerde zorlaşıyor.

Tom is having a hard time deciding what to wear to the party. - Tom partide ne giyeceğine karar vermede zorlanıyor.

zorla
1. by force, by main force. 2. by exerting pressure
zorla
coerce

Tom claimed that the contract was invalid because he'd been coerced into signing it. - Tom onu imzalamaya zorlanıldığı için sözleşmenin geçersiz olduğunu iddia etti.

We haven't been coerced in any way. - Hiçbir şekilde zorlanmadık.

zorla
constraining
zorla
pressgang
zorla
compelto
zorla
forceful
zorla
compelled

The examination compelled me to study hard. - Sınav beni sıkı çalışmaya zorladı.

Black people were compelled to work in cotton fields. - Siyah insanlar pamuk tarlalarında çalışmak için zorlandılar.

zorla
forceto
zorlamak
press gang smb. into doing smth
zorlamak
to try to force (something) open, try to break (something) open: Kapıyı zorlama! Don't try to force the door open!
zorlamak
lean upon
zorlamak
edge on
zorlamak
cozen
zorlamak
railroad
zorlamak
to force, constrain, coerce, or compel (someone) (to do something)
zorlamak
bully
zorlamak
to strain, put a strain upon (something)
zorlamak
push smb. for
zorlamak
cow smb. into
zorlamak
clamor down
zorlamak
to strain, exert (oneself) to the utmost
zorlamak
to force; to coerce, to compel, to oblige; to strain
zorlamak
press

I don't want to pressure you. - Seni zorlamak istemiyorum.

zorlamak
to put pressure on, put (someone) under pressure, pressure (someone) insistently, press (someone) insistently
zorlamak
drag in
zorlamak
outrage
zorlamak
pressure

I don't want to pressure you. - Seni zorlamak istemiyorum.

zorlamak
bludgeon
zorlamak
twist smb.'s arm
zorlamak
highpressure
zorlamak
be urgent with smb
Türkisch - Türkisch
Zorlanmak işi, zecir
Özellikle oynaklarda ara keseciklerinin fıtığı olarak beliren, bir organın zorlanmış olmasıyla ortaya çıkan aksaklık veya bozukluk
Zorlanarak sağlanan, cebrî: "Melodram ile vodvilin temelde eş yapıda, zorlama türler olduğunu yazar durmadan."- N. Cumalı
Zorlanmak işi, zecir: "İlk gençliğimin en büyük sıkıntısı bu şiir zorlamasıdır."- F. R. Atay. Özellikle oynaklarda ara keseciklerinin fıtığı olarak beliren, bir organın zorlanmış olmasıyla ortaya çıkan aksaklık veya bozukluk
Zorlanarak sağlanan, cebrî
(Osmanlı Dönemi) TECAVÜZ
(Hukuk) İCBAR ETME
(Osmanlı Dönemi) cebr
Zorla
(Osmanlı Dönemi) MÜKREHEN
Zorla
metazori
Zorlamak
mecbur etmek
Zorlamak
(Osmanlı Dönemi) UBUR
Zorlamak
yırtmak
Zorlamak
sıkıştırmak
Zorlamak
(Hukuk) ZECİR
Zorlamak
cebretmek
Zorlamalar
(Osmanlı Dönemi) İLCAAT
zorla
Zor kullanarak, zecren; metazori
zorla
Zor kullanarak, zecren, metazori: "Ona da bu hakikati zorla kabul ettirecekti."- Ö. Seyfettin. İstemeyerek, isteksiz olarak, zoraki: "Adama beş lira verdik, zorla başımızdan savdık."- B. Felek
zorla
İstemeyerek, isteksiz olarak, zoraki
zorlamak
Birine bir şey yaptırmak amacıyla güç kullanmak, boyun eğdirmeye çalışmak, zor kullanmak, mecbur etmek: "Bir realite hissi ile değil, bir tarih hissi ile kendimizi zorluyorduk."- F. R. Atay
zorlamak
Açılması, kırılması, sökülmesi gereken şeyler için güç kullanmak
zorlamak
Üstelemek, ısrar etmek
zorlamak
Birine bir şey yaptırmak amacıyla güç kullanmak, boyun eğdirmeye çalışmak, zor kullanmak, mecbur etmek
zorlamak
Açılması, kırılması, sökülmesi gereken şeyler için güç kullanmak. Üstelemek, ısrar etmek: "Bütün köylü zorladı da, bu sefer izin alabildi."- Ö. Seyfettin
zorlama
Favoriten