zorlaştı

listen to the pronunciation of zorlaştı
Türkisch - Englisch
difficult
hard to manage, uncooperative, troublesome; eg. said of a person, a horse, etc
{a} hard, troublesome, crabbed, cross
{s} hard, troublesome, causing difficulty
Something that is difficult is not easy to do, understand, or deal with. The lack of childcare provisions made it difficult for single mothers to get jobs It was a very difficult decision to make We're living in difficult times = hard easy
hard, not easy, requiring much effort
not easy; requiring great physical or mental effort to accomplish or comprehend or endure; "a difficult task"; "nesting places on the cliffs are difficult of access"; "difficult times"; "a difficult child"; "found himself in a difficult situation"; "why is it so hard for you to keep a secret?"
trudny [TROOD-nee] Booth died blind and still by faith he trod, Eyes still dazzled by the ways of God --Vachel Lindsay, General William Booth Enters into Heaven Date of entry: 8 June 2000
requiring much effort and trouble; "the mountain climb was long, steep, and difficult"
adj sukar 2 adj sulit 3 adj susah
This problem is difficult: I don't know the answer (Cf Trivial)
requiring much effort and trouble; "the mountain climb was long, steep, and difficult
The third heading in action comments' numeric evaluations
To render difficult; to impede; to perplex
Hard to do or to make; beset with difficulty; attended with labor, trouble, or pains; not easy; arduous
DDR USA's equivalent of trick Also on Dancing Stage EuroMIX
Someone who is difficult behaves in an unreasonable and unhelpful way. I had a feeling you were going to be difficult about this. = awkward
Hard to manage or to please; not easily wrought upon; austere; stubborn; as, a difficult person
zor
difficult

It's difficult to learn a foreign language. - Yabancı dil öğrenmek zordur.

It is difficult to translate a poem into another language. - Bir şiiri başka bir dile çevirmek zordur.

zor
troublesome
zor
tough

At the beginning it'll be tough, but everything's tough at the beginning. - O, başlangıçta zor olacak, fakat her şey başlangıçta zordur.

Tom knew it was going to be tough to convince Mary that she was too old to drive. - Tom Mary'nin araba süremeyecek kadar yaşlı olduğuna ikna etmenin zor olacağını biliyordu.

zor
hard

It's hard to learn a foreign language. - Yabancı dil öğrenmek zordur.

English is pretty hard, isn't it? - İngilizce çok zor, değil mi?

zor
{s} arduous

She went through a long and arduous vocational course. - O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.

zor
crucial
zor
uneasy; causing difficulty
zor
knotty
zor
tight

You have to tighten those screws. - Sen o vidaları sıkmak zorundasın.

Tom found himself in a tight spot. - Tom, kendini zor bir durumda buldu.

zor
{i} force

The force of the wind made it difficult to walk. - Rüzgarın gücü yürümeyi zorlaştırdı.

In the end, the Germans were forced to withdraw. - Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.

zor
prickly
zor
barely

I barely passed the exam. - Ben zar zor sınavı geçtim.

Tom always speaks in such a low voice that I can barely understand what he says. - Tom her zaman öyle kısık sesle konuşur ki ne söylediğini ben zar zor anlayabiliyorum.

zor
complicated

It doesn't have to be that complicated. - Bu o kadar karmaşık olmak zorunda değil.

In this city finding a taxi is complicated. - Bu şehirde bir taksi bulmak zordur.

zor
uneasy
zor
problematic
zor
(Kanun) virtue
zor
stringent
zor
severe

Tom's foot had to be amputated after it had become infected with gangrene following a severe frostbite. - Şiddetli bir donmanın ardından kangrenle enfekte olduktan sonra Tom'un ayağı kesilmek zorunda kaldı.

Such a thing is considered theft and it has to be punished severely. - Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.

zor
trying

It was hard to figure out what Tom was trying to say. - Tom'un ne söylemeye çalıştığını anlamak zordu.

I had a hard time trying to get this report finished on time. - Bu raporu zamanında bitirtmeye çalışırken zor bir zaman geçirdim.

zor
awkward

It's awkward for me to go to them without an invitation. - Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.

zor
hardly

I could hardly keep from laughing. - Gülmemek için kendimi zor tuttum.

The fog was so dense, we could hardly see anything. - Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.

zor
{i} might

It might be a pain in the neck to do this, but we have to do it. - Bunu yapmak can sıkıcı olabilir fakat onu yapmak zorundayız.

If the door doesn't fit, you might have to shave off a bit of the wood until it closes properly. - Kapı uymuyorsa, düzgün şekilde kapanana kadar ahşabı biraz rendelemek zorunda kalabilirsin.

zor
strength

Tom must conserve his strength. - Tom gücünü korumak zorundadır.

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

zor
thorny
zor
compulsion
zor
strain

Tom's patience is being strained. - Tom'un sabrı zorlanıyor.

He strained his eyes by reading too much. - Çok okumaktan gözlerini zorlamıştı.

zor
dys-
zor
straitened
zor
trick

Operation of this computer is tricky. - Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.

That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve. - Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.

zor
constraint
zor
sticky

She helped me in a very sticky situation. - Çok zor bir durumda bana yardım etti.

zor
uphill

After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again. - Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.

zor
ticklish
zor
subtle
zor
tricky

Operation of this computer is tricky. - Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.

That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve. - Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.

zor
a tough
zor
toughest

Sami Bakir is one of the toughest prosecutors in New York state. - Sami Bekir, New York eyaletindeki en zorlu savcılardan biridir.

He looked the toughest of all the challengers. - Bütün rakiplerin en zorlusu görünüyordu.

zor
tougher
zor
difficult, hard
zor
compulsion, constraint, obligation, necessity: Bunu yapmak zorunda değilim. I'm not obliged to do this. Ne zorun vardı bunu yapmaya? What made you feel obliged to do this?
zor
rough

Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently. - Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.

You'll have a rough time. - Zor bir zaman geçireceksin.

zor
main

It is hard to maintain one's reputation. - Birinin ününü sürdürmek zordur.

Hard work is the main element of success. - Zor iş başarının ana unsurudur.

zor
mean

The teacher found it difficult to get his meaning across to the students. - Öğretmen ne demek istediğini öğrencilere anlatmayı zor buldu.

This has got to mean something. - Bu manidar olmak zorunda.

zor
stiff
zor
pressure, coercion (exerted upon a person's mind): Onları ancak zor kullanarak hizaya getirebilirsin. The only way you can get them to fall into line is to pressure them
zor
difficult, hard, troublesome, tough, stiff; difficulty; obligation, compulsion, constraint; force, strength; barely, hardly
zor
with difficulty

We climbed up the mountain, but with difficulty. - Biz dağa tırmandık ama zorlukla.

They answered my questions with difficulty. - Sorularımı zorlukla yanıtladılar.

zor
trickish
zor
trouble, difficulty, worry, problem: Hiçbir zoru yok. He's got nothing troubling him
zor
physical violence or the threat of physical violence, force: Zoru görünce direnmekten vazgeçti. When threatened with force he stopped holding out. Beni zor kullanmaya mecbur etme! Don't make me use force!
zor
hairy
zor
formidable

Tom would be a formidable opponent. - Tom zorlu bir rakip olacaktır.

zor
barely, just. Z
zor
baffling
zor
cruel

Why do you always have to be so cruel? - Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?

zor
inconvenient

He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times. - O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.

zor
exacting
zor
bodily ailment or disorder: Zekâvet'in aklından zoru var galiba. It looks like Zekâvet's touched in the head. Hilmi'nin midesinden zoru var. Hilmi's got a stomach complaint
zor
dys
zor
bated
zor
heavy

I had to take a taxi because the heavy rain caused all the trains to stop. - Yoğun yağış bütün trenlerin durmasına sebep olduğu için bir taksiye binmek zorunda kaldım.

I'm going to have a heavy day. - Zor bir gün geçireceğim.

zor
imperative

It is imperative for you to finish by Sunday. - Pazar gününe kadar bitirmen zorunlu.

It's imperative to go out. - Dışarı çıkmak zorunlu.

zor
{f} slog
Türkisch - Türkisch

Definition von zorlaştı im Türkisch Türkisch wörterbuch

Zor
teng
zor
Yüküm, mecburiyet: "Artık kızının evinde kalışının zordan olduğunu biliyordu."- N. Cumalı
zor
Güçlükle, zorla: "El ele vermiş polisler kaldırımlardan taşan halk kütlesini zor zapt ediyorlardı."- H. Taner
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan: "Sabır güzel, faydalı; fakat zor şeydir."- B. Felek
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık
zor
Güçlükle, zorla
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık: "Onun için hiçbir zorum, sıkıntım yokmuş gibi, ara sıra denize taşlarımı atmakta devam ederek hızlı hızlı yürüdüm."- R. N. Güntekin
zor
Yapamazsın!
zor
Yüküm, mecburiyet
zor
Baskı: "Hocaların zoru ile çıkarılmış olan bu kanun yürümedi."- M. Ş. Esendal
zor
Baskı
zorlaştı
Favoriten