It isn't hard to overcome your weaknesses.
- Zayıflıklarının üstesinden gelmek zor değil.
What are their weaknesses?
- Onların zayıflıkları nedir?
Tom never admits that he's wrong, because he thinks that's a sign of weakness.
- Tom asla hatalı olduğunu kabul etmez, çünkü onun bir zayıflık işareti olduğunu düşünür.
Tom says he doesn't know how Mary stays so thin.
- Tom Mary'nin nasıl zayıf kaldığını bilmediğini söylüyor.
She was painfully thin.
- O, acı verecek şekilde zayıftı.
John took advantage of Bill's weakness.
- John Bill'in zayıflığından istifade etti.
Lack of food had left him weak and exhausted.
- Gıda yetersizliği onu zayıf ve bitkin düşürdü.
There's a slim chance I won't be able to make it to the meeting.
- Bunu toplantıya kadar yapamayacağıma dair zayıf bir ihtimal var.
He was tall, slim and strong.
- O uzun, zayıf ve güçlüydü.
John is as lean as a wolf.
- John bir kurt gibi zayıftır.
Tom is lean and tall.
- Tom zayıf ve uzun boylu.
Why are men strong even if they're slender?
- Erkekler zayıf olsalar bile neden güçlüdür?
Who would have thought that she could be so thin and small?
- Kim onun o kadar zayıf ve küçük olabileceğini düşünürdü?
They said he had a weak form of smallpox.
- Onun çiçek hastalığının zayıf evresini geçirdiğini söylediler.
Your accent's good, but your pronunciation's a little bit off.
- Senin aksanın iyi ama telaffuzun biraz zayıf.
You've got a poor memory!
- Zayıf bir hafızan var.
Poor sight is a handicap to an athlete.
- Zayıf görme bir atlet için bir engeldir.
The chance of rain is low.
- Yağmurun yağma ihtimali zayıf.
It doesn't work so well because the battery is low.
- Bu, pil zayıf olduğu için çok iyi çalışmıyor.
The sound became fainter and fainter, till at last it disappeared.
- Ses sonunda kayboluncaya kadar gittikçe zayıfladı.
The noise grew fainter, till it was heard no more.
- Ses gittikçe zayıfladı, artık duyulmayıncaya kadar.
I don't want to hear your feeble excuses.
- Zayıf bahanelerinizi duymak istemiyorum.
The girl's voice became weaker and weaker.
- Kızın sesi gittikçe zayıfladı.
As Sadako grew weaker, she thought more about death.
- Sadako zayıflarken, ölüm hakkında daha çok düşündü.
She has spent hours at the gym trying to lose weight.
- Zayıflamaya çalışarak jimnastik salonunda saatler harcadı.