She promised her father to be in time for lunch.
- O, öğle yemeğinde zamanında olmak için babasına söz verdi.
I think we'll get there in time if we don't get caught in a traffic jam.
- Bir trafik sıkışıklığı yakalanmazsak, sanırım zamanında orada olacağız.
Tom pays his debts promptly.
- Tom borçlarını zamanında öder.
The airplane took off on time.
- Uçak zamanında kalktı.
If you want to be on time, you should be there by 11 o'clock.
- Zamanında olmak istiyorsan, 11:00'e kadar orada olmalısın.
I am sure your promotion was timely and well deserved.
- Terfinin zamanında ve haklı olduğundan eminim.
A timely snow promises a good harvest.
- Zamanında kar iyi bir hasat vaat ediyor.
When was the last time you went on a date?
- En son ne zaman biriyle çıktın?
I once dated a girl just like Mary.
- Bir zamanlar tam Mary gibi bir kızla çıkıyordum.
Imagine that you had a time machine.
- Bir zaman makinen olduğunu hayal et.
What are the measures of time?
- Zamanın ölçüsü nedir?
Which endings does this verb have in the present tense?
- Bu fiil geniş zamanda hangi takıları alır?
I am always tense before I get on an airplane.
- Uçağa binmeden önce her zaman gergin olurum.
Please drop in at my house when you have a moment.
- Lütfen zamanın olduğunda evime uğra.
I'll talk to him at the earliest possible moment.
- Mümkün olan en kısa zamanda onunla konuşacağım.
It took me more than two hours to translate a few pages of English.
- Birkaç sayfa ingilizceyi çevirmek iki saatten daha fazla zamanımı aldı.
George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours.
- George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.
He always sings while having a shower.
- O her zaman duşta şarkı söyler.
He always sings while having a shower.
- O her zaman duş alırken şarkı söyler.
I want to ask them when their wedding day is.
- Ben onlara düğün günlerinin ne zaman olduğunu sormak istiyorum.
I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times.
- Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.
When does the rainy season in Japan begin?
- Japonya'da yağmur sezonu ne zaman başlar?
When does the rainy season in Japan begin?
- Japonya'da yağışlı sezon ne zaman başlar?
When do you usually go to bed?
- Genellikle ne zaman yatarsın?
When will you return?
- Ne zaman geri döneceksin?
There was a time when kings and queens reigned over the world.
- Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.
Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world.
- Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.
He occasionally visited me.
- O, zaman zaman beni ziyaret etti.
He reads detective stories on occasion.
- O, zaman zaman dedektif hikayeleri okur.
It's been quite ages since we last met.
- Son karşılaştığımızdan beri oldukça uzun zaman oldu.
Tom always makes it a rule never to ask a woman her age.
- Tom her zaman bir kadına yaşını asla sormamayı bir kural olarak benimser.
The goal of the center should be to train young people from other countries within a specific time period.
- Merkezin hedefi, diğer ülkelerden gelen gençleri belli bir zaman aralığında eğitmek olmalıdır.
The students' lunch period is from twelve to one.
- Öğrencilerin öğlen yemeği zamanı saat on ikiden saat bire kadardır.
You can move about in all directions of Space, but you cannot move about in Time.
- Neredeyse Uzayın tüm yönlerinde hareket edebilirsin ancak zaman içinde hareket edemezsin.
Mariner 10 was the first space probe to visit Mercury. It was also the first probe to visit two planets - Venus and Mercury.
- Mariner 10, Merkür'ü ziyaret eden ilk uzay sondasıydı. Aynı zamanda, iki gezegeni -Venüs ve Merkür- ziyaret eden ilk sondaydı.
There were no radios in those times.
- O zamanlar hiç radyo yoktu.
I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times.
- Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.
Everytime I look at him, he smiles.
- Ona ne zaman baksam gülümser.
In my opinion, Twitter is a waste of time.
- Bence Twitter bir zaman kaybıdır.
It's a waste of time to stay longer.
- Daha uzun kalmak zaman kaybıdır.
Bill wanted to get to the office in good time to clean his desk.
- Tom masasını temizlemek için tam zamanında ofise gitmek istedi.
The taxi arrived in good time.
- Taksi tam zamanında geldi.
Ten years is a long time.
- On yıl uzun bir zamandır.
If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky.
- İskoçyalı ve en az on iki yıllık değilse, o zaman viski değildir.
Şu sıralar BT sertifikasyonlarına çalışmaya çok vakit harcıyorum.
- Bu aralar IT sertifikasyonlarına çalışmak için epey zaman harcıyorum.
Nasıl vakit buluyor bilmiyorum.
- Buna nasıl zaman ayırıyor bilmiyorum.