yoksulluk

listen to the pronunciation of yoksulluk
Türkisch - Englisch
{i} poverty

He had no choice but to give up school because of poverty. - Yoksulluktan dolayı okulu bırakmaktan başka seçimi yoktu.

Many diseases result from poverty. - Çoğu hastalık yoksulluktan sonuçlanır.

destitution
beggarliness
necessity
(deyim) be down and out
impecuniosity
necessitousness
low life
destituteness
impoverishment
(Argo) pennilessness
privation; indigence
penury
poverty, destitution, impoverishment sefalet, fakirlik
neediness
poorness
misery
pauperism
need
bareness
hardship
calamity
poverty, destitution, impoverishment
want
meanness
indigence
{i} privation
beggary
yoksul
poor

He held out a helping hand to the poor. - O, yoksullara yardım eli uzattı.

Poor as he is, he is generous. - O yoksul olduğu gibi cömerttir.

yoksulluk nafakası
Alimony
yoksulluk içinde
in poverty
yoksulluk tuzağı
(Ticaret) poverty trap
yoksulluk sınırı
Level of poverty
yoksulluk hali
state of destitution
yoksulluk hattı
(Ticaret) poverty line
yoksulluk korkusu
(Pisikoloji, Ruhbilim) peniaphobia
yoksulluk kuruntusu
(Pisikoloji, Ruhbilim) delusion of poverty
yoksulluk yardımı
dole
yoksulluk çekmek
live in poverty
yoksulluk çemberi
(Ticaret) circle of poverty
yoksulluk-refah eğrisi
(Ticaret) poverty-welfare curve
yoksul
indigent
kentsel yoksulluk
(Ticaret) urban poverty
kentsel yoksulluk
urban poor
yoksul
down and out
yoksul
poorer

The poor are getting poorer. - Yoksul daha da yoksullaşıyor.

Is the poorest country in the European Union poorer than the poorest state in the United States? - Avrupa Birliği'nin en yoksul ülkesi, Amerika Birleşik Devletlerindeki en yoksul eyaletten daha mı yoksuldur?

yoksul
distressed
yoksul
deprived

Poverty deprived the boy of education. - Yoksulluk, oğlanı eğitimden mahrum etti.

yoksul
pauper

Paupers have no relatives. - Yoksulların akrabası olmaz.

yoksul
have-not
yoksul
poverty-stricken

War, disease, and famine continue to ravage the poverty-stricken country, despite the decades-long international effort to ameliorate the situation. - Durumu iyileştirmek için on yıllardır devam eden uluslararası çabalara rağmen, savaş, hastalık ve kıtlık yoksulluk çeken ülkeyi yok etmeye devam ediyor.

yoksul
impoverished
yoksul
penurious
yoksul
destitute

Sami's arrest left his family destitute. - Sami'nin tutuklanması ailesini yoksul bıraktı.

yoksul
destitute of
felaket veya yoksulluk içinde
under the harrow
yoksul
in need

The poor man was in need. - Yoksul adam ihtiyaç içindeydi.

yoksul
poverty struck
yoksul
poverty stricken
yoksul
poor, destitute, impoverished
yoksul
poor, needy, destitute " fakir; poor person" fakir
yoksul
hand-to-mouth
yoksul
poor person
yoksul
needy

They've helped the needy. - Onlar yoksullara yardım etti.

Tom does seem awfully needy. - Tom çok yoksul görünüyor.

yoksul
hand to mouth
yoksul
poverty

Poverty drove him to steal. - Yoksulluk onu çalmaya zorladı.

Many diseases result from poverty. - Çoğu hastalık yoksulluktan sonuçlanır.

Türkisch - Türkisch
Yoksul olma durumu, sefillik, sefalet, fakirlik
Verimsizlik, yetersizlik
Yoksul olma durumu, sefillik, sefalet, fakirlik: "Yoksuldu biliyorum, ama boyuna da yoksulluk sözü edilmez ya!"- O. V. Kanık
sefillik
rümh
fakr
yoksuzluk
fakirlik
yoksulluk belgesi
Devletin sağladığı nakdi ve ayni yardımlardan yararlanmak üzere mahalle muhtarları tarafından düzenlenen ve muhtaç olanlara verilen belge
Yoksul
parasız
Yoksul
beş parasız
Yoksul
yoksuz
yoksul
Geçinmekte çok sıkıntı çeken (kimse), fakir
yoksul
İstenilen nitelikte ve özellikte olmayan, yetersiz
yoksul
Geçinmekte çok sıkıntı çeken (kimse), fakir: "Onu ... zavallı, yoksul çevresinde bırakıp gidebileceğini hiç düşünmüyordu."- H. E. Adıvar. İstenilen nitelikte ve özellikte olmayan, yetersiz: "Yazılarını okudum, sözlerini dinledim, bilgice onu biraz yoksul buldum."- M. Ş. Esendal
yoksulluk
Favoriten