yoğunlaştırma

listen to the pronunciation of yoğunlaştırma
Türkisch - Englisch
condensation
thickening
concentration
(Bilgisayar) packing
consolidation
(Bilgisayar) concentrate
inspissation
{i} intensification
yoğun
intense

Tom is a very intense person. - Tom çok yoğun bir kişi.

Far from stopping, the storm became much more intense. - Fırtınanın durması söyle dursun, çok daha fazla yoğunlaştı.

yoğunlaştırmak
{f} condense
yoğun
dense

The fog was so dense, we could hardly see anything. - Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.

Earth is the densest planet of the Solar System. - Dünya güneş sisteminin en yoğun gezegenidir.

yoğun
intensive

The hospital restricts the number of visitors who can enter the intensive care unit. - Hastane yoğun bakım ünitesine girebilen ziyaretçi sayısını kısıtlıyor.

Intensive communication between teacher and student is the key to effective teaching. - Öğretmen ve öğrenci arasındaki yoğun iletişim etkili öğretim için anahtardır.

yoğunlaştırmak
intensify
yoğunlaştırma ekranı
intensifying screen
yoğunlaştırma yordamı
condensing routine
yoğun
{s} hectic

After a hectic few days at work, Tom is looking forward to a change of pace. - İşte yoğun geçen birkaç günden sonra, Tom bir değişikliği iple çekiyor.

The daily life can be busy, hectic and sometimes overwhelming. - Günlük yaşam, yoğun, telaşlı ve bazen ezici olabilir.

yoğunlaştırmak
compact
yoğun
thick

We walked through thick bushes. - Biz yoğun çalılıkların arasından yürüdük.

The flight was cancelled because of the thick fog. - Yoğun sis nedeniyle uçuş iptal edildi.

yoğun
rush hour

There was a chain-reaction crash during rush hour. - Yoğun trafikteki zincirleme bir kazaydı.

I was caught in the rush hour. - Trafiğin en yoğun olduğu zamanda yakalandım.

yoğun
extensive

Extensive rainfall is expected throughout the region. - Bölgede yoğun sağanak bekleniyor.

She was burned so extensively that her children no longer recognized her. - O kadar yoğun yandı ki çocukları onu artık tanımadı.

yoğun
{s} busy

Tom has had a busy week. - Tom yoğun bir hafta geçirdi.

I've had a very busy morning. - Çok yoğun bir sabah geçirdim.

yoğun
{s} rich
yoğunlaştırmak
{f} thicken
yoğun
concentrated

I concentrated all my energies on the problem. - Tüm enerjimi sorun üzerinde yoğunlaştırdım.

Taro concentrated on memorizing English words. - Taro, İngilizce kelimeleri ezberlemek üzerinde yoğunlaştı.

yoğun
dense, thick; concentrated; intense, intensive, crash
yoğun
compact
yoğun
crash

There was a chain-reaction crash during rush hour. - Yoğun trafikteki zincirleme bir kazaydı.

yoğun
heavy

He took a detour to avoid the heavy traffic. - Yoğun trafikten kaçınmak için tali yoldan gitti.

We took a back road to avoid the heavy traffic. - Biz yoğun trafikten kaçınmak için, bir arka yoldan gittik.

yoğun
intensively

I've started exercising more intensively for a shorter amount of time. - Ben kısa bir süre için daha yoğun egzersiz yapmaya başladım.

Yumi is studying English intensively. - Yumi yoğun biçimde İngilizce çalışıyor.

yoğun
mass
yoğun
profound
yoğun
(Tıp) condense

A cloud is condensed steam. - Bir bulut, yoğunlaşmış subuharıdır.

yoğun
condensed

A cloud is condensed steam. - Bir bulut, yoğunlaşmış subuharıdır.

yoğun
packing
yoğunlaştırmak
pack
yoğunlaştırmak
(Denizbilim) compress
yoğun
condensate
yoğun
deep

We never experience our lives more intensely than in great love and deep sorrow. - Yaşamlarımızı büyük sevgiden ve derin kederden daha yoğun bir şekilde yaşamayız.

yoğun
hard

We were late for school because it was raining hard. - Yoğun yağmur yağdığı için okula geç kaldık.

John, you're working too hard. Sit down and take it easy for a while. - John, çok yoğun bir şekilde çalışıyorsun. Otur ve bir süre kendini yorma.

yoğunlaştırmak
{f} concentrate
yoğunlaştırmak
inspissate
yoğun
pea soupy
yoğun
dense; thick
yoğun
concentrated, intense, intensive
yoğun
gross
yoğun
turbid
yoğun
stiff
yoğun
crashing
yoğun
rushhour
yoğun
keen
yoğunlaştırmak
to make (something) intense, intensify; to increase, step up
yoğunlaştırmak
to make (something) dense, densen; to make (something) thick, thicken
yoğunlaştırmak
to condense, to thicken, to concentrate; to intensify
Türkisch - Türkisch
Yoğunlaştırmak işi
(Hukuk) TEKSİF
Yoğun
ağır
Yoğun
derin
Yoğun
kesif
Yoğun
sıkı
Yoğun
(Osmanlı Dönemi) UKD
Yoğun
(Osmanlı Dönemi) ACÜR
yoğun
Etkisi güçlü olan, ağır koku vb
yoğun
Etkisi güçlü olan, ağır
yoğun
Kaba, kalın, iri
yoğun
Şişman, iri, tombul
yoğun
Artmış, çoğalmış bir durumda olan
yoğun
Kaba, kalın, iri (elek, iğne). Şişman, iri, tombul: "İtibarlı masalarda, sigaralarını içen, iri kalçalı, beyaz sarışın birtakım yoğun kadınlar..."- A. İlhan
yoğun
Hacmine oranla, ağırlığı çok olan, kesif
yoğun
tmış, çoğalmış bir durumda olan
yoğun
Koyu, ağır, kalın
yoğun
Dolu, sıkı, çok
yoğunlaştırmak
Yoğun duruma getirmek, teksif etmek