yoğunlaşma

listen to the pronunciation of yoğunlaşma
Türkisch - Englisch
condensation
thickening
polarity
{i} concentration
concentrate

I want to concentrate on that. - Onun üzerinde yoğunlaşmak istiyorum.

I'm trying to concentrate. - Yoğunlaşmaya çalışıyorum.

(Havacılık) curing
{i} condensing
(Nükleer Bilimler) densification
(Nükleer Bilimler) densify
yoğun
intense

Far from stopping, the storm became much more intense. - Fırtınanın durması söyle dursun, çok daha fazla yoğunlaştı.

Tom became fairly fluent in French after about three years of intense study. - Yaklaşık üç yıl süren yoğun çalışmadan sonra Tom Fransızcada çok akıcı oldu.

yoğun
dense

The mist was so dense that I could not see even an inch ahead. - Sis o kadar yoğundu ki bir inç önümü bile göremiyordum.

Our plane couldn't land on account of the dense fog. - Uçağımız yoğun sis nedeniyle inemedi.

yoğun
intensive

Tom is still in intensive care. - Tom hâlâ yoğun bakımda.

We need to work more intensively and effectively. - Daha yoğun ve etkili çalışmamız gerekiyor.

yoğunlaşmak
concentrate

I have to concentrate on my work. - İşim üzerine yoğunlaşmak zorundayım.

I want to concentrate on boxing. - Boks üzerine yoğunlaşmak istiyorum.

yoğunlaşma bulutu
condensation cloud
yoğunlaşma izi: bazı şartlar altında uçuş halindeki bir füze veya diğer araç ger
(Askeri) condensation trail
yoğunlaşma katsayısı
condensation coefficient
yoğunlaşma noktası
dew point
yoğunlaşma çekirdeği
condensation nucleus
yoğunlaşmak
{f} condense
yoğun
{s} hectic

We have a hectic week ahead of us. - Önümüzde yoğun bir hafta var.

Mary has a hectic schedule. - Mary'nin yoğun bir programı var.

yoğun
thick

The flight was cancelled because of the thick fog. - Yoğun sis nedeniyle uçuş iptal edildi.

We walked through thick bushes. - Biz yoğun çalılıkların arasından yürüdük.

yoğun
rush hour

It's almost rush hour. - Neredeyse yoğun saatler.

She started early in order to avoid the rush hour. - Yoğunluğa takılmamak için erken başladı.

yoğun
extensive

Extensive rainfall is expected throughout the region. - Bölgede yoğun sağanak bekleniyor.

She was burned so extensively that her children no longer recognized her. - O kadar yoğun yandı ki çocukları onu artık tanımadı.

yoğun
{s} busy

Tom has had a busy week. - Tom yoğun bir hafta geçirdi.

I have rather a busy afternoon in front of me. - Önümde oldukça yoğun bir öğleden sonram var.

yoğun
{s} rich
yoğunlaşmak
intensify
yoğunlaşmak
(Denizbilim) condence
yoğunlaşmak
concentrate on

I want to concentrate on that. - Onun üzerinde yoğunlaşmak istiyorum.

I want to concentrate on boxing. - Boks üzerine yoğunlaşmak istiyorum.

yoğun
concentrated

Tom concentrated on his work. - Tom işine yoğunlaştı.

Taro concentrated on memorizing English words. - Taro, İngilizce kelimeleri ezberlemek üzerinde yoğunlaştı.

yoğun
dense, thick; concentrated; intense, intensive, crash
yoğun
compact
yoğun
crash

There was a chain-reaction crash during rush hour. - Yoğun trafikteki zincirleme bir kazaydı.

yoğun
heavy

We took a back road to avoid the heavy traffic. - Biz yoğun trafikten kaçınmak için, bir arka yoldan gittik.

We stayed home for Christmas, so as to avoid heavy traffic. - Biz yoğun trafikten kaçınmak amacıyla, Noel için evde kaldık.

yoğun
intensively

Yumi is studying English intensively. - Yumi yoğun biçimde İngilizce çalışıyor.

We need to work more intensively and effectively. - Daha yoğun ve etkili çalışmamız gerekiyor.

yoğun
mass
yoğun
profound
yoğun
(Tıp) condense

A cloud is condensed steam. - Bir bulut, yoğunlaşmış subuharıdır.

yoğun
condensed

A cloud is condensed steam. - Bir bulut, yoğunlaşmış subuharıdır.

yoğun
packing
yoğunlaşmak
become intense
yoğunlaşmak
centre
yoğunlaşmak
(Denizbilim) condensed
yoğun
condensate
yoğun
deep

We never experience our lives more intensely than in great love and deep sorrow. - Yaşamlarımızı büyük sevgiden ve derin kederden daha yoğun bir şekilde yaşamayız.

yoğun
hard

We were late for school because it was raining hard. - Yoğun yağmur yağdığı için okula geç kaldık.

The fog was so dense, we could hardly see anything. - Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.

biyo yoğunlaşma faktörü
(Jeoloji) bioconcentration factor
yoğun
pea soupy
yoğun
dense; thick
yoğun
concentrated, intense, intensive
yoğun
gross
yoğun
turbid
yoğun
stiff
yoğun
crashing
yoğun
rushhour
yoğun
keen
yoğunlaşmak
to become dense, to condense, to thicken; to become intense, to intensify
yoğunlaşmak
centre [Brit.]
yoğunlaşmak
to become dense, densen; to become thick, thicken
yoğunlaşmak
to become intense, intensify; to increase, step up
yoğunlaşmak
thicken
yoğunlaşmak
zoom
yoğunlaşmak
center
yoğunlaşmak
zero in on
yoğunlaşmak
precipitate
Türkisch - Türkisch
Buharın sıvı veya katı duruma geçmesi
Yoğunlaşmak işi
Birden çok molekülün genellikle su yitirerek bir tek moleküle dönüşmesi olayı
Yoğun
ağır
Yoğun
derin
Yoğun
kesif
Yoğun
sıkı
Yoğun
(Osmanlı Dönemi) UKD
Yoğun
(Osmanlı Dönemi) ACÜR
Yoğunlaşmak
tekasüf etmek
yoğun
Etkisi güçlü olan, ağır koku vb
yoğun
Etkisi güçlü olan, ağır
yoğun
Kaba, kalın, iri
yoğun
Şişman, iri, tombul
yoğun
Artmış, çoğalmış bir durumda olan
yoğun
Kaba, kalın, iri (elek, iğne). Şişman, iri, tombul: "İtibarlı masalarda, sigaralarını içen, iri kalçalı, beyaz sarışın birtakım yoğun kadınlar..."- A. İlhan
yoğun
Hacmine oranla, ağırlığı çok olan, kesif
yoğun
tmış, çoğalmış bir durumda olan
yoğun
Koyu, ağır, kalın
yoğun
Dolu, sıkı, çok
yoğunlaşmak
Yoğun duruma gelmek, tekâsüf etmek: "Atlar benekli bir yıldız alacasında, şehit cesetlerinden yoğunlaşmış bir kokuyu, kalın bir sis gibi dağıta dağıta ilerliyorlardı."- A. İlhan
yoğunlaşmak
Yoğun duruma gelmek, tekâsüf etmek
yoğunlaşma
Favoriten