There was food enough for us all.
- Hepimiz için yeterli yiyecek vardı.
This story is short enough to read in one lesson.
- Bu hikaye bir derste okumak için yeterince kısa.
Tom didn't know he didn't have enough time to do what had to be done.
- Tom yapılması gerekenleri yapmak için yeterli zamanı olmadığını bilmiyordu.
Tom didn't have enough time to do everything that needed to be done.
- Tom'un yapılması gereken her şeyi yapacak kadar yeterli zamanı yoktu.
Haven't we had enough of that nonsense already?
- Bu saçmalığa yeterince katlanmadık mı?
Yet Japan is still not sufficiently understood by other countries, and the Japanese, likewise, find foreigners difficult to understand.
- Ancak Japonya hâlâ diğer ülkeler tarafından yeterince anlaşılamamıştır, ve Japonlar, aynı şekilde, yabancıları anlamayı zor bulmuştur.
My explanation was not sufficient.
- Açıklamam yeterli değildi.