Please tell me your location.
- Lütfen bana bulunduğunuz yeri bildirin.
Every year I find myself at a different location.
- Her yıl kendimi farklı bir yerde buluyorum.
In Germany today, anti-violence rallies took place in several cities, including one near Hamburg where three Turks were killed in an arson attack on Monday.
- Bugün Almanya'da, Pazartesi günü kundaklamada üç Türk'ün öldürüldüğü Hamburg'un yakınında bir yer de dahil birçok şehirde şiddet karşıtı mitingler gerçekleşti.
They set the time and place of the wedding.
- Onlar düğünün zamanını ve yerini belirlediler.
I felt the floor shake.
- Yerin sallandığını hissettim.
The police found some blood on the floor.
- Polisler yerde biraz kan buldular.
This park used to be a hunting ground for a noble family.
- Bu park asil bir aile için bir avlanma yeriydi.
I tripped over a stone and fell to the ground.
- Bir taşa takıldım ve yere düştüm.
Tom got the key from its secret hiding spot and opened the door.
- Tom gizli saklama yerinden anahtarı aldı ve kapıyı açtı.
The police arrested the burglar on the spot.
- Polisler hırsızı olay yerinde tutukladı.
Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance.
- Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.
Tom couldn't see the lake from where he was standing.
- Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.
Stand where you are or I'll kill you.
- Olduğun yerde kal yoksa öldürürüm.
I eat dinner at quarter past seven.
- Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.
Where there's smoke there's fire.
- Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Stratford-on-Avon, where Shakespeare was born, is visited by many tourists every year.
- Shakespeare'in doğduğu yer, Stratford-on-Avon, her yıl bir sürü turist tarafından ziyaret edilir.
This security system allows us to trace employees movements anywhere they go.
- Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.
The police looked everywhere and could find no trace of Tom.
- Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili hiçbir iz bulamadı.
Try to fulfill your duty.
- Görevini yerine getirmeye çalış.
You must fulfill your duty.
- Görevini yerine getirmelisin.
A party is a good place to make friends with other people.
- Parti başka insanlarla arkadaş olmak için elverişli bir yerdir.
The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates.
- Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.
I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
- Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
His speech was to the point.
- Onun konuşması tam yerindeydi.
I assume that at some point Tom will just give up.
- Sanırım Tom bir yerde vazgeçecektir.
The natives are scared of this place.
- Yerliler buradan korkuyorlar.
She's out there somewhere alone and scared.
- O orada bir yerde yalnız ve korkmuş.
Markku joined the local football club.
- Markku yerel futbol kulübüne katıldı.
Open-air markets sell food grown on local farms.
- Açık hava pazarları yerel çiftliklerde yetiştirilen gıdaları satar.
Dan lied about his whereabouts.
- Dan bulunduğu yer hakkında yalan söyledi.
I don't know his whereabouts.
- Onun bulunduğu yeri bilmiyorum.
The investigators gathered evidence from the crash site.
- Araştırmacılar kaza yerinden delil topladılar.
Dan sent the machines to a site where they would be dismantled.
- Dan makineleri sökülecekleri bir yere gönderdi.
There was room for one person in the car.
- Arabada bir kişilik yer vardı.
Is there any room to spare in your car?
- Arabanızda ayıracak yer var mı?
In the beginning God created the heaven and the earth.
- Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
The earth is where we all live.
- Dünya hepimizin yaşadığı yerdir.
Tom showed up early so he could get a good seat.
- İyi bir yer alabilmek için Tom erken geldi.
Tom got into the driver's seat and drove off.
- Tom sürücünün yerine oturdu ve uzaklaştı.
Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it?
- Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?
If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation.
- Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.
Is her house anywhere near the station?
- Onun evi istasyona yakın bir yerde mi?
The office where my father works is near the station.
- Babamın çalıştığı yer istasyonun yakınındadır.
Georgia is his native state.
- Gürcistan onun yerli devletidir.
George III has been unfairly maligned by historians.
- George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.
Tom was angry at Mary because she parked in his space.
- Tom Mary'ye onun yerine park ettiği için kızgındı.
Tom backed his car out of the parking space.
- Tom arabasını park yerinden çıkardı.
Tom walked over to where Mary was standing.
- Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.
Tom couldn't see the lake from where he was standing.
- Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.
This area was first settled by the Dutch more than two hundred years ago.
- Bu araziye ilk olarak iki yüzyıldan uzun bir süre önce Hollandalılar tarafından yerleşildi.
Tom doesn't like people who smoke in no smoking areas.
- Tom, sigara içilmesi yasak yerlerde sigara içen insanlardan hoşlanmaz.
In the post office, mail is classified according to the place where it is to go.
- Postanede, posta gideceği yere göre sınıflandırılır.
The post office is located in the center of the town.
- Postane, şehrin merkezinde yer almaktadır.
All the players were in position.
- Bütün oyuncular yerlerindeydi.
Were I in your position, I would do it at once.
- Yerinde olsam, onu derhal yaparım.
If you can't come, send someone in your stead.
- Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.
The president did not come, but sent the vice-president in his stead.
- Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.
It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time.
- Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.
'Still, yer got nice looks,' said Ella.
'Make yer way down to the station,' he said.
Yer a lotta nosey parkers.