yerler

listen to the pronunciation of yerler
Türkisch - Englisch
locations

Elite soldiers might be trained in secret locations. - Seçkin askerler gizli yerlerde eğitilebilir.

He was obsessed with the idea of travelling to exotic locations. - O egzotik yerlere seyahat etme fikrine saplantılıydı.

A feature that regulates voic
plural of location
4-4
A feature that regulates voice quality by limiting bandwidth availability over shared links For example, Cisco CallManager uses locations in conjunction with a single, primary Cisco CallManager in a centralized (non-distributed) call processing system that includes multiple remote devices, such as phones or gateways Under this scheme, locations are created with a geographical correspondence, such as a branch office A maximum bandwidth to be used by inter-location voice calls is then specified for the location and devices within that location are designated as belonging to that location See also distributed call processing, CAC and regions
yer
location

Every year I find myself at a different location. - Her yıl kendimi farklı bir yerde buluyorum.

She asked about the location of the house. - O, evin yerini sordu.

yer
place

In Germany today, anti-violence rallies took place in several cities, including one near Hamburg where three Turks were killed in an arson attack on Monday. - Bugün Almanya'da, Pazartesi günü kundaklamada üç Türk'ün öldürüldüğü Hamburg'un yakınında bir yer de dahil birçok şehirde şiddet karşıtı mitingler gerçekleşti.

They set the time and place of the wedding. - Onlar düğünün zamanını ve yerini belirlediler.

yer
floor

I spilled egg on the floor. - Yumurtayı yere döktüm.

The police found some blood on the floor. - Polisler yerde biraz kan buldular.

yer
{i} ground

I tripped over a stone and fell to the ground. - Bir taşa takıldım ve yere düştüm.

In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth. - Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.

yer
spot

What's your favorite vacation spot? - Favori tatil yerin nedir?

You're parked in my spot. - Benim yerime park ettin.

yer
{i} terrain

Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance. - Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.

yer
{i} stand

Stand where you are or I'll kill you. - Olduğun yerde kal yoksa öldürürüm.

I can see the tower from where I stand. - Durduğum yerden kuleyi görebiliyorum.

yer
(Bilgisayar) to
yer
{i} quarter

I eat dinner at quarter past seven. - Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.

yer
{i} where

Stratford-on-Avon, where Shakespeare was born, is visited by many tourists every year. - Shakespeare'in doğduğu yer, Stratford-on-Avon, her yıl bir sürü turist tarafından ziyaret edilir.

Where there's smoke there's fire. - Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.

en sık aranan yerler
(Bilgisayar) favorite places
kent dışındaki yerler
the country
sık aranan yerler
(Bilgisayar) favorite places
tarihi yerler
historic sites

We visited the historic sites of the country. - Ülkenin tarihi yerlerini ziyaret ettik.

turistik yerler
sights
yer
(Bilgisayar) topo
yer
residence
yer
(Askeri) catchall
yer
housing
yer
trace

The police looked everywhere and could find no trace of Tom. - Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili hiçbir iz bulamadı.

The police looked everywhere and couldn't find any trace of Tom. - Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili herhangi bir iz bulamadı.

yer
(Havacılık) spool
yer
duty

Come what may, we must do our duty. - Ne olursa olsun vazifemizi yerine getirmeliyiz.

Try to fulfill your duty. - Görevini yerine getirmeye çalış.

yer
party

The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates. - Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.

We need to rent a room for our party. - Bizim parti için bir yer kiralamalıyız.

yer
bin

I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one. - Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.

yer
facility
yer
swatch
yer
venture
yer
point

His speech was to the point. - Onun konuşması tam yerindeydi.

Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point. - Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.

yer
feature
yer
(Bilgisayar) in
yer
terrane
yer
yard
yer
employment
yer
scar

She's out there somewhere alone and scared. - O orada bir yerde yalnız ve korkmuş.

The natives are scared of this place. - Yerliler buradan korkuyorlar.

yer
mark

Tom met Mary in a local flea market. - Tom yerel bit pazarında Mary'yle buluştu.

Markku joined the local football club. - Markku yerel futbol kulübüne katıldı.

yer
subterranean
yer
{i} whereabouts

We couldn't find out her whereabouts. - Onun bulunduğu yeri bulamadık.

Dan lied about his whereabouts. - Dan bulunduğu yer hakkında yalan söyledi.

yer
site

The investigators gathered evidence from the crash site. - Araştırmacılar kaza yerinden delil topladılar.

Dan sent the machines to a site where they would be dismantled. - Dan makineleri sökülecekleri bir yere gönderdi.

yer
locality
yer
situs
yer
room

She made room for an old lady. - O yaşlı bir bayana yer açtı.

There was room for one person in the car. - Arabada bir kişilik yer vardı.

yer
earth

Water covers about 70% of the earth. - Su, yeryüzünün yaklaşık %70'ini kaplamaktadır.

The earth is where we all live. - Dünya hepimizin yaşadığı yerdir.

yer
seat

I was ushered to my seat. - Beni yerime götürdüler.

The paint on the seat on which you are sitting is still wet. - Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.

yer
situation

Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it? - Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?

If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation. - Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.

yer
abode
yer
the land
yer
{i} slot
yer
placing
yer
place of
Yer
(Tıp) locum
ayıp yerler
privates, private parts
derinlik ölçümü yapılan yerler
soundings
görülmeye değer yerler
lion
istilacılara yakılarak bırakılan yerler
scorched earth
kazı yapılan yerler
(maden) workings
mahrem yerler
private parts, privates
vahşi yerler
wilds
yer
station

There is a large parking lot in front of the station. - İstasyonun önünde büyük bir park yeri vardır.

He took the video to a local TV station. - Bir yerel televizyon kanalı için video çekti.

yer
geo

George III has been unfairly maligned by historians. - George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.

Georgia is his native state. - Gürcistan onun yerli devletidir.

yer
(a) seat; (a) room: Matine için iki yer ayırttım. I've reserved two seats for the matinée. Lokantada dört kişilik bir yer buldum. I found a table for four in the restaurant. Bu otelde boş yer yok. This hotel has no vacant rooms
yer
place; spot; position; location: Kandilli fevkalade güzel bir yer. Kandilli is an extraordinarily beautiful place. Senin yerin burası. This is your place./This is where you're to be. Eğlence yeri değil burası; ciddi bir işyeri. This isn't a place you come to in order to amuse yourself; it's a place where business is transacted in a serious way. Yerimde olsaydın ne yapardın? If you'd been in my shoes what would you have done? Feramuz Paşa'nın tarihteki yeri pek önemli sayılamaz. Feramuz Pasha's place in history cannot be reckoned an important one. Bu evin yeri hoşuma gidiyor. I like this house's location. Ağrının yerini daha iyi tarif edemez misiniz? Can't you describe more clearly where the pain is?
yer
mark (left by something): yara yeri scar left by a wound
yer
the earth, the ground: Yere düştü. He fell to the ground. Bütün parası yerde gömülü. All of his money is buried in the ground
yer
premises
yer
floor: Bebek yerde emekliyor. The baby's crawling on the floor. Yerler halı kaplıydı. The floors were covered with rugs
yer
place; location, spot, point; ground; floor; seat; space, room; situation, employment, duty; mark, scar, trace; earth
yer
platform
yer
locale
yer
space

I had to leave out this problem for lack of space. - Yer yokluğu yüzünden bu sorunu atlamak zorunda kaldım.

Tom backed his car out of the parking space. - Tom arabasını park yerinden çıkardı.

yer
standing

Tom walked over to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.

Tom couldn't see the lake from where he was standing. - Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.

yer
area

I live in a remote area. - Uzak bir yerde yaşıyorum.

This area was first settled by the Dutch more than two hundred years ago. - Bu araziye ilk olarak iki yüzyıldan uzun bir süre önce Hollandalılar tarafından yerleşildi.

yer
mother earth
yer
terrain, region, area
yer
space, room: Otobüsün arka tarafında yer yok. There's no room in the back of the bus
yer
(Askeri) geolocation code file; standard specified geographic location file
yer
importance, place of importance: Bu maddenin sanayideki yeri yadsınamaz. It can't be denied that this material is of importance for industry
yer
post

Instead of coming directly home, I took the long way and stopped by the post office. - Doğrudan eve gelme yerine uzun bir yol yürüdüm ve postanenin yanında durdum.

The post office is located in the center of the town. - Postane, şehrin merkezinde yer almaktadır.

yer
glebe
yer
terraneous
yer
the earth, the planet earth
yer
position

All the players were in position. - Bütün oyuncular yerlerindeydi.

With deep and reverent awe I replaced the candelabrum in its former position. - Derin ve saygılı huşuyla şamdanı önceki yerine koydum.

yer
stead

The president did not come, but sent the vice-president in his stead. - Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.

If you can't come, send someone in your stead. - Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.

yer
locus
yer
ubiety; pew
yer
place, position (of employment)
yer
footing
yer
passage or part (of something written or spoken): Söylevimin bu yeri alkışlanmaya değer, değil mi? This part of my speech merits applause, doesn't it?
yer
piece of land, piece of property: Kalamış'ta bir yer aldık. We bought a piece of property in Kalamış
yer
lampoon

It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time. - Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.

yer
billet
yer
whither
yer
{i} ubiety
yer
whence
yiyecek sunan yerler
eatery
önemli yerler neleri
What are the main points of interest
Englisch - Englisch

Definition von yerler im Englisch Englisch wörterbuch

yer
you

'Still, yer got nice looks,' said Ella.

yer
yeah; yes
yer
your

'Make yer way down to the station,' he said.

yer
you're

Yer a lotta nosey parkers.

yer
Yer is used in written English to represent the word `you' when it is pronounced informally. I bloody told yer it would sell. your or you
yer
Ere; before
yer
pron. (Informal) your
yer
{e} ere; before (Archaic)
yer
Yer is used in written English to represent the word `your' when it is pronounced informally. Mister, can we 'elp to carry yer stuff in?
Türkisch - Türkisch

Definition von yerler im Türkisch Türkisch wörterbuch

Yer
nokta
Yer
(Hukuk) MAHAL
Yer
(Osmanlı Dönemi) RİMM
Yer
(Osmanlı Dönemi) MEVKİ'
Yer
(Osmanlı Dönemi) HAYYİZ
Yer
yan
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân: "İzinsiz bir yere gitmek ne haddime?"- M. Ş. Esendal
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban
yer
Yer yuvarı, yerküre, dünya
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle: "Anadolu'nun bazı yerlerinde eski bir kocakarı itikadı vardır."- R. N. Güntekin
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân
yer
Durum, konum
yer
Ülke, bölge
yer
Önem
yer
Durum, konum, vaziyet
yer
Durum, konum, vaziyet. Ülke, bölge
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban: "Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü yerde bir noktaya dikip öylece kalakalıyordu."- H. Taner
yer
Görev, makam
yer
Görev, makam: "Askerden gelirse bakalım bir yere yerleştirebilecek miyiz?"- M. Ş. Esendal. Önem
yer
Ekime elverişli toprak parçası, arazi
yer
İz
yer
Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
Otel, motel vb.nde kalınacak oda
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye: "Ön tarafta bir yer bulup oturunca kurnazlığına pek sevindi."- H. Taner
yer
Bir olayın geçtiği veya geçeceği bölüm, alan, mahal
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan. İz. Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
(Osmanlı Dönemi) mekân
yerler
Favoriten