Tom drove Mary all over the place.
- Tom Mary'yi her yere götürdü.
Tom looked all over, but he couldn't find the secret door.
- Tom her yere baktı ama gizli kapıyı bulamadı.
I prefer a quieter, even boring, location for our next meeting.
- Bir sonraki buluşmamız için daha sessiz, hatta sıkıcı bir yeri tercih ederim.
Please tell me your location.
- Lütfen bana bulunduğunuz yeri bildirin.
Put yourself in my place.
- Kendini benim yerime koy.
They set the time and place of the wedding.
- Onlar düğünün zamanını ve yerini belirlediler.
The police found some blood on the floor.
- Polisler yerde biraz kan buldular.
I felt the floor shake.
- Yerin sallandığını hissettim.
In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth.
- Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.
I tripped over a stone and fell to the ground.
- Bir taşa takıldım ve yere düştüm.
Tom has a tendency to misplace things.
- Tom'un şeyleri yanlış yere koymak gibi bir eğilimi var.
The eagle is about to land.
- Kartal yere inmek üzere.
We had to put down the dog.
- Köpeği yere koymak zorundaydık.
Tom parked in his usual spot.
- Tom her zamanki yerine parketti.
What's your favorite vacation spot?
- Favori tatil yerin nedir?
Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance.
- Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.
Stand where you are or I'll kill you.
- Olduğun yerde kal yoksa öldürürüm.
Tom walked over to where Mary was standing.
- Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.
He tried to make his wife happy, but in vain.
- Karısını mutlu etmeye çalıştı fakat boş yere.
I tried in vain to persuade him not to smoke any more.
- Ben onu bir daha sigara içmemesi için boş yere ikna etmeye çalıştım.
I eat dinner at quarter past seven.
- Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.
Stratford-on-Avon, where Shakespeare was born, is visited by many tourists every year.
- Shakespeare'in doğduğu yer, Stratford-on-Avon, her yıl bir sürü turist tarafından ziyaret edilir.
Nagasaki, where I was born, is a beautiful port city.
- Doğduğum yer olan Nagasaki, güzel bir liman kentidir.
The police looked everywhere and couldn't find any trace of Tom.
- Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili herhangi bir iz bulamadı.
The police looked everywhere and could find no trace of Tom.
- Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili hiçbir iz bulamadı.
Try to fulfill your duty.
- Görevini yerine getirmeye çalış.
I will do my duty to the best of my ability.
- Görevimi yapabildiğim en iyi şekilde yerine getireceğim.
We need to rent a room for our party.
- Bizim parti için bir yer kiralamalıyız.
I'm really glad you decided to come to our party instead of staying at home.
- Evde kalma yerine partimize gelmenize karar verdiğinize gerçekten memnun oldum.
I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
- Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point.
- Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.
I assume that at some point Tom will just give up.
- Sanırım Tom bir yerde vazgeçecektir.
The natives are scared of this place.
- Yerliler buradan korkuyorlar.
She's out there somewhere alone and scared.
- O orada bir yerde yalnız ve korkmuş.
Tom met Mary in a local flea market.
- Tom yerel bit pazarında Mary'yle buluştu.
On your marks, get set, go!
- Yerlerinize... Hazır... Başla!
We have no idea about his whereabouts.
- Onun bulunduğu yer hakkında hiç bir fikrimiz yok.
Dan lied about his whereabouts.
- Dan bulunduğu yer hakkında yalan söyledi.
The investigators gathered evidence from the crash site.
- Araştırmacılar kaza yerinden delil topladılar.
A visit to the city centre, listed as a UNESCO World Heritage Site, is a must.
- Bir UNESCO Dünya Mirası Yeri olarak listelenen şehir merkezine bir ziyaret bir zorunluluktur.
She made room for an old lady.
- O yaşlı bir bayana yer açtı.
You must make room for the television.
- Televizyon için yer açmalısın.
In the beginning God created the heaven and the earth.
- Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
The earth is where we all live.
- Dünya hepimizin yaşadığı yerdir.
Tom saved Mary a seat.
- Tom Mary'ye bir yer ayırdı.
Tom showed up early so he could get a good seat.
- İyi bir yer alabilmek için Tom erken geldi.
Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it?
- Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?
If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation.
- Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.
Could you put this bag somewhere else?
- Bu çantayı başka bir yere koyar mısın?
Tom can't afford to eat at that kind of restaurant so let's go somewhere else.
- Tom o tür bir restoranda yemek yemeği göze alamaz bu yüzden başka bir yere gidelim.
Take your business elsewhere.
- İşini başka yere götür.
Tom went shopping elsewhere.
- Tom başka yere alışverişe gitti.
Tom doesn't have to go anywhere.
- Tom herhangi bir yere gitmek zorunda değildir.
You can put it anywhere.
- Onu herhangi bir yere koyabilirsin.
We have to draw a line somewhere.
- Bir yere bir sınır koymalıyız.
I thought we were going to go somewhere.
- Bir yere gideceğimizi düşünmüştüm.
Tom shouldn't be unduly concerned.
- Tom boş yere endişeli olmamalı.
There is no need to be unnecessarily anxious about the outbreak.
- Salgından gereksiz yere endişelenmeye gerek yok.
Tom thinks that Mary is being unnecessarily cautious.
- Tom Mary'nin gereksiz yere ihtiyatlı olduğunu düşünüyor.
Why worry needlessly?
- Neden gereksiz yere endişe ediyorsun?
'Still, yer got nice looks,' said Ella.
'Make yer way down to the station,' he said.
Yer a lotta nosey parkers.