yer'

listen to the pronunciation of yer'
Türkisch - Türkisch

Definition von yer' im Türkisch Türkisch wörterbuch

yer elması
(Botanik, Bitkibilim) Birleşikgillerden, kök sapları yumru durumunda olan bir bitki (Helianthus tuberosus)
yer elması
(Botanik, Bitkibilim) Bu bitkinin besin olarak yararlanılan kök sapı
yer fıstığı
(Botanik, Bitkibilim) Yer fıstığı (Arachis hypogaea), baklagiller (Fabaceae) familyasındantohumlarında %45-60 oranında yağ, %20-30 oranında protein, %18 oranında karbonhidrat, vitaminler ve madensel maddeler içeren, özellikle yağ sanayi ve çerez yapımı başta olmak üzere, sapı kuru ot ve kabuğu da çeşitli şekillerde değerlendirilen değerli bir bitkidir
yer çekimi
Bkz. yerçekimi
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân: "İzinsiz bir yere gitmek ne haddime?"- M. Ş. Esendal
yer
Ülke, bölge
yer
Otel, motel vb.nde kalınacak oda
yer
Durum, konum, vaziyet. Ülke, bölge
yer
Görev, makam: "Askerden gelirse bakalım bir yere yerleştirebilecek miyiz?"- M. Ş. Esendal. Önem
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle
yer
Önem
yer altı dünyası
Yasal olmayan, kirli ve karanlık işlerin gerçekleştirildiği ortam
yer altı suları
Geçirimli kayaç ve katmanlardan sızarak, yer çekimininide etkisiyle yer altına inen ve orada akarak veya birikerek yeni bir düzen kuran sular
yer bilimi
Yer yuvarlağının yapısını, birleşimini, evrimini inceleyen bilim, jeoloji, arziyat
yer bilimsel
Yer bilimle ilgili, jeolojik
yer biçimleri
İç ve dış güçlerin etkisiyle oluşan dağ, yayla, ova, koyak, çukur gibi biçimlerin hepsi, engebe, yüzey şekilleri
yer cücesi
Kısa boylu, çok bilmiş, kurnaz kimse
yer değiştirme
Bir yerden başka bir yere gitme, tebdilimekân
yer değiştirme
Laboratuvarlarda gazları toplamakta gizlenen yöntem
yer domuzu
Afrika'da yaşayan, uzun kulaklı, uzun burunlu memeli
yer etmek
İz bırakmak
yer fesleğeni
Sütleğengillerden, otsu veya odunsu sürüngen gövdeli bitki (Mercurialis)
yer palamudu
Dalak otu, yer meşesi
yer sarsıntısı
Deprem
yer servisi
Yer çamı
yer sofrası
Yerde kurulan sofra
yer sıçanı
Köstebek
yer yatağı
Yere serilen yatak
yer yer
Birçok yerde
yer yurt
Oturulan, yaşanılan yer
yer yuvarı
bakınız: yer yuvarlağı
yer çekimi
Yer kütlesinin çekimi etkisiyle bir cismin, türlü bölümlerine uygulanan güçlerin bileşkesi, arz cazibesi
yer çöküntüsü
bakınız: çöküntü hendeği
yer örümceği
Toprak içinde ağla döşeli yuva yapan maygalomorthae alt takımından büyük örümcek (Mygale avicularia)
yer üstü
Yerin yüzeyi üstündeki bölümü
Englisch - Englisch

Definition von yer' im Englisch Englisch wörterbuch

yer
you

'Still, yer got nice looks,' said Ella.

yer
you're

Yer a lotta nosey parkers.

yer
yeah; yes
yer
your

'Make yer way down to the station,' he said.

yer
Yer is used in written English to represent the word `your' when it is pronounced informally. Mister, can we 'elp to carry yer stuff in?
Türkisch - Englisch

Definition von yer' im Türkisch Englisch wörterbuch

yer fıstığı
peanut

You never told me whether you're allergic to peanuts or not. - Yer fıstığına alerjin olup olmadığını bana asla söylemedin.

I thought you said you were sick of peanut butter. - Yer fıstığı ezmesinden usandığını söylediğini düşünüyordum.

yer
location

Please tell me your location. - Lütfen bana bulunduğunuz yeri bildirin.

I prefer a quieter, even boring, location for our next meeting. - Bir sonraki buluşmamız için daha sessiz, hatta sıkıcı bir yeri tercih ederim.

yer ayırtma
reservation

I ought to have made a hotel reservation earlier. - Otelde daha önce yer ayırtmalıydın.

yer değişmek
interchange
yer
place

You know many interesting places, don't you? - Çok enteresan yerler biliyorsun, değil mi?

They set the time and place of the wedding. - Onlar düğünün zamanını ve yerini belirlediler.

yer
floor

The police found some blood on the floor. - Polisler yerde biraz kan buldular.

I spilled egg on the floor. - Yumurtayı yere döktüm.

yer
ground

I tripped over a stone and fell to the ground. - Bir taşa takıldım ve yere düştüm.

In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth. - Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.

her yer
everywhere

A function that is differentiable everywhere is continuous. - Ayırdedilebilir bir işlev her yerde süreklidir.

These are on sale everywhere. - Bunlar her yerde satılıyor.

yer
spot

Tom parked in his usual spot. - Tom her zamanki yerine parketti.

What's your favorite vacation spot? - Favori tatil yerin nedir?

yer ayırtma
booking
yer ayırmak
book
yer gösterici
usher
yer
(Bilgisayar) to
yer
terrain

Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance. - Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.

yer almak
appear in
yer almak
1. to be located in, be situated in (a place): Fethi ön sırada yer alıyor. Fethi's in the front row. 2. (for someone) to be involved in, have a part in (a job, a project). 3. to be in, appear in
yer almak
to take part

They want to take part in the Olympic Games. - Olimpiyat Oyunları'nda yer almak istiyorlar.

Our company wants to take part in that research project. - Şirketimiz o araştırma projesinde yer almak istiyor.

yer almak
be in

I don't want to be involved in this affair. - Ben bu işin içinde yer almak istemiyorum.

yer ayırtmak
to book
yer vermek
allow for
yeni yer
(Bilgisayar) new location
yer
feature
yer
(Bilgisayar) in
yer
(Bilgisayar) topo
yer
residence
yer
point

I assume that at some point Tom will just give up. - Sanırım Tom bir yerde vazgeçecektir.

Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point. - Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.

yer
subterranean
yer
terrane
yer
(Askeri) catchall
yer
mark

On your marks, get set, go! - Yerlerinize... Hazır... Başla!

Open-air markets sell food grown on local farms. - Açık hava pazarları yerel çiftliklerde yetiştirilen gıdaları satar.

yer
venture
yer
scar

The natives are scared of this place. - Yerliler buradan korkuyorlar.

She's out there somewhere alone and scared. - O orada bir yerde yalnız ve korkmuş.

yer
swatch
yer
yard
yer
facility
yer
bin

I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one. - Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.

yer
housing
yer
trace

The police looked everywhere and couldn't find any trace of Tom. - Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili herhangi bir iz bulamadı.

This security system allows us to trace employees movements anywhere they go. - Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.

yer
(Havacılık) spool
yer
duty

Try to fulfill your duty. - Görevini yerine getirmeye çalış.

You must fulfill your duty. - Görevini yerine getirmelisin.

yer
employment
yer
party

I'm really glad you decided to come to our party instead of staying at home. - Evde kalma yerine partimize gelmenize karar verdiğinize gerçekten memnun oldum.

We need to rent a room for our party. - Bizim parti için bir yer kiralamalıyız.

yer almak
put in an appearance
yer almak
take part

Our company wants to take part in that research project. - Şirketimiz o araştırma projesinde yer almak istiyor.

The important thing is not to win the game, but to take part in it. - Önemli olan oyunda kazanmak değil, oyunun içinde yer almak.

yer almak
(for someone) have a part in
yer almak
fall within
yer almak
rank

According to the American journal International Living, Uruguay is ranked among the twenty safest countries in the world. - Amerikan dergisi Uluslararası Yaşam'a göre, Uruguay dünyada en güvenli yirmi ülke arasında yer almaktadır.

Cotton ranks among the world's most important crops. - Pamuk, dünyanın en önemli ürünleri arasında yer almaktadır.

yer almak
figure
yer almak
come in on
yer almak
(Kanun) enter
yer almak
fall into
yer almak
go in for
yer almak
be in the swim
yer almak
rank as
yer almak
precondition
yer almak
go on
yer almak
rank among
yer almak
be located in
yer almak
be situated in (a place)
yer etmek
strike
yer etmek
leave a mark
yer etmek
etch
yer etmek
make an impression
yer vermek
give (somebody) a seat
yer vermek
allow (something) happen
yer vermek
give a place
yer yer
from place to place
yer
site

The investigators gathered evidence from the crash site. - Araştırmacılar kaza yerinden delil topladılar.

This site is ideal for our house. - Bu yer bizim ev için idealdir.

yer alan
appearing in
yer alan
taking place

I can't keep track of all the changes taking place in the world of AIDS research. - AIDS araştırma dünyasında yer alan tüm değişiklikleri takip edemem.

yer alan
located in

Mexico is a country located in North America. - Meksika, Kuzey Amerika'da yer alan bir ülkedir.

Croatia is a country located in the southeastern part of Europe. - Hırvatistan, Avrupa'nın güneydoğu kesiminde yer alan bir ülkedir.

yer almak
Take place
yer alması
take place
yer alt
where lower
yer altı
underground

In Dutch folklore, kabouters are tiny people who live underground. - Hollanda halk biliminde kabouterler yer altında yaşayan minik insanlardır.

There is a shopping district underground. - Yer altında alışveriş bölgesi var.

yer altı kaynakları
groundwater resources
yer bilimi
(Jeoloji) Geology
yer bırakmak
place to leave
yer edinmek
To place
yer ekibi
Ground team
yer fıstığı
Groundnut, peanut
yer hizmetleri
Ground handling
yer hostesi
ground hostess
yer kabuğu
(Coğrafya) Earth's crust
yer kaplama
Flooring
yer minderi
place mat
yer pelidi
Location of Pelit
yer sarsıntısı
Eartquake
yer tutmak
to occupy a place
yer yuvarı
Rounds of place
yer yüzü
land surface
yer çekimsiz
where gravity
yer şekilleri
landforms
yemek yiyecek güzel bir yer tavsiye edebilir misiniz
Can you recommend a good place to eat
yer
quarter

I eat dinner at quarter past seven. - Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.

yer
stand

Tom couldn't see the lake from where he was standing. - Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.

Stand where you are or I'll kill you. - Olduğun yerde kal yoksa öldürürüm.

yer
locus
yer
importance, place of importance: Bu maddenin sanayideki yeri yadsınamaz. It can't be denied that this material is of importance for industry
yer
terraneous
yer
glebe
yer
place; spot; position; location: Kandilli fevkalade güzel bir yer. Kandilli is an extraordinarily beautiful place. Senin yerin burası. This is your place./This is where you're to be. Eğlence yeri değil burası; ciddi bir işyeri. This isn't a place you come to in order to amuse yourself; it's a place where business is transacted in a serious way. Yerimde olsaydın ne yapardın? If you'd been in my shoes what would you have done? Feramuz Paşa'nın tarihteki yeri pek önemli sayılamaz. Feramuz Pasha's place in history cannot be reckoned an important one. Bu evin yeri hoşuma gidiyor. I like this house's location. Ağrının yerini daha iyi tarif edemez misiniz? Can't you describe more clearly where the pain is?
yer
(Askeri) geolocation code file; standard specified geographic location file
yer
geo

Georgia is his native state. - Gürcistan onun yerli devletidir.

George III has been unfairly maligned by historians. - George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.

yer
space, room: Otobüsün arka tarafında yer yok. There's no room in the back of the bus
yer ayırtmak
book in advance
yer ayırtmak
bespeak a seat
yer ayırtmak
make a reservation
yer belirleme
location
yer belirleme
reckoning
yer belirteci gram
adverb of place
yer belirten
locative
yer belirtme hali
locative
yer bezi
ground cloth
yer bilimleri
earth sciences
yer cücesi short
in stature but very capable or cunning
yer dalgası
ground wave
yer değiştirme
supersession
yer değiştirmek
juggle
yer değiştirmek
change sides
yer değiştirmek
switch

You don't want to switch places with me? - Benimle yer değiştirmek istemiyor musun?

yer düzgün değil
The ground's too uneven
yer ekosu
ground clutter
yer elması
Jerusalem artichoke
yer elması
sweet potato
yer etmiş
rooted
yer fiziği
geophysics
yer göstermek
usher
yer hızı
ground speed
yer ismi
place name
yer kestane
(Tabiat Doğa) (bitki, Fam: maydanozgiller,sayvaniye) [syn.: yer kestane, abdülleziz, yer fındığı, yahudi kalpağı] earth nut
yer kontrollü yaklaşma
(Askeri) ground controlled approach
yer köpeği
ichneumon
yer lâhanası
kohlrabi

Her eyes were the colour of kohlrabi. - Onun gözleri yer lahanası rengiydi.

yer meşesi
germander
yer personeli
ground personnel
yer sabunu
floor soap
yer sarmaşığı
(Tabiat Doğa) (bitki, Fam: ballıbabagiller,şefeviye) ground ivy, hedgemaids, gill-over-the-ground
yer sarsıntısı
earthquake

Earthquake gives me heartquake. - Yer sarsıntısı bana kalp sarsıntısı veriyor.

yer tabakasındaki çatlak
throw
yer teleskopu
terrestrial telescope
yer çekimi
gravity

Gravity is a force of attraction that exists between any two masses, any two bodies, or any two particles. - Yer çekimi herhangi iki kütle, herhangi iki organ ya da herhangi iki parçacık arasında olan bir çekim kuvvetidir.

Gravity causes objects to have weight. - Nesnelerin ağırlığının sebebi yer çekimidir.

yer/araç lazerli yer bulma aracı
(Askeri) ground/vehicle laser locator designator
ancak yer yer iyi olan
spotty
müşterek taktik yer istasyonu (Kara Kuvvetleri); müşterek taktik yer istasyonu (
(Askeri) joint tactical ground station (Army); joint tactical ground station (Army and Navy); joint tactical ground system
ortak yer istasyonu; Kıta Amerikası yer istasyonu
(Askeri) common ground station; continental United States ground station