There's nothing to make such a fuss about.
- Hakkında böylesine bir yaygara yapacak bir şey yok.
She made a fuss about her benefits.
- Onun yararları hakkında yaygara yaptı.
They're all clamoring to get their money back.
- Onların hepsi paralarını geri almak için yaygara koparıyor.
Tom and Mary wanted to get married on the quiet to avoid all the hullabaloo.
- Tom ve Mary tüm yaygarayı önlemek için gizlice evlenmek istiyordu.