yapma

listen to the pronunciation of yapma
Türkisch - Englisch
making

He was guilty of making a mistake. - O, bir hata yapmaktan suçluydu.

Don't be afraid of making mistakes. - Hatalar yapmaktan korkmayın.

artificial

One of my hobbies is making artificial flowers. - Hobilerimden birisi yapay çiçekler yapmaktır.

implement
dummy
doing; making; building, erection; false, artificial, bogus; affected, mannered
artificial, imitation, false
exercise

She advised him to get exercise every day. - O ona her gün egzersiz yapmasını tavsiye etti.

She advised him to get more exercise. - O ona daha fazla egzersiz yapmasını tavsiye etti.

spurious
imitated
sham

It's a shame we only have one life to do so many things. - Bu kadar çok şey yapmak için yalnızca bir hayatımızın olması yazık.

Tom doesn't use rinse. He only uses shampoo. - Tom durulama yapmaz. O sadece şampuan kullanır.

cut it out!
accomplishment
execution
(kötü bir şey) perpetration
go on

Tom has to go on a diet. - Tom diyet yapmak zorunda.

The doctor instructed me to go on a diet. - Doktor diyet yapmam için talimat verdi.

stop it

Sami didn't do anything to stop it. - Sami onu durdurmak için hiçbir şey yapmadı.

drop it!
fulfilment
acquittal
fulfillment
construction
pursuance
postiche
affected, feigned, mock
fabrication
(Kanun) commission

The commission took no action. - Komisyon hiçbir eylem yapmadı.

A friend of mine commissioned a well-known artist to paint a portrait of his wife. - Arkadaşlarımdan biri iyi-tanınmış bir sanatçıyı onun karısının portresini yapması için görevlendirdi.

building

They spent six months building the house. - Onlar evi yapmak için altı ay harcadılar.

Since the mid-20th century, the number of hutongs in Beijing has dropped dramatically as they are demolished to make way for new roads and buildings. - 20. yüzyılın ortalarından beri Pekin'de su kuyusu sayısı önemli ölçüde düşmüş ve yeni yol ve binalar için bir yol yapmak için yıkılmışlardır.

processing
imitation
really?
constitution
execute
erection
foundation

He was awarded a scholarship to do research for the foundation. - O, vakıf adına araştırma yapmak için bir burs kazandı.

So ultimately, with Tatoeba we are only building the foundations… to make the Web a better place for language learning. - Yani sonuçta, Web'i dil öğrenmede daha iyi bir yer yapmak için biz Tatoeba ile sadece temelleri inşa ediyoruz.

pseudo
perpetration
achievement
transaction

Do you wish to make any other transaction? - Başka bir işlem yapmak ister misiniz?

Nowadays, cryptography is often used to make online communications and transactions more secure. - Günümüzde, kriptografi genellikle online iletişim ve işlemleri daha güvenli yapmak için kullanılır.

factitious
{i} performing

They assisted him in performing the operation. - Onlar onun operasyonu yapmasında yardım etti.

pinchbeck
ersatz
discharge
dont
makıng
{i} performance
false
fulfill

I ask you not to fulfill for me any of my requests. - İsteklerimden herhangi birini benim için yapmamanı istiyorum.

Having made an unwavering decision, he started to make plans to fulfill his dreams. - Değişmez bir karar verdikten sonra, o, hayallerini gerçekleştirmek için planlar yapmaya başladı.

bogus
{f} drop it
fake
cut it out
observance
{i} show

Tom prefers to take a shower in the morning while Mary prefers to take a bath just before going to bed. - Mary tam yatmadan önce banyo yapmayı tercih ederken Tom sabahleyin duş almayı tercih eder.

He never makes a show of his learning. - O öğrendikleriyle ilgili asla bir gösteri yapmaz.

acquittal#
made

Tom made it quite clear what he expected us to do. - Tom ne yapmamızı beklediğini oldukça netleştirdi.

She has made up her mind to go to America to study. - O, eğitim yapmak için Amerika'ya gitmeye karar verdi.

yapmak
make

Don't be afraid to make mistakes when speaking English. - İngilizce konuşurken hata yapmaktan korkmayın.

To make mistakes is not always wrong. - Hatalar yapmak her zaman yanlış değildir.

yapmak
do
yapmak
perform

Full body scanners perform a virtual strip search. - Tam vücut tarayıcıları sanal şerit arama yapmaktadır.

Tom had to perform 100 hours of community service. - Tom 100 saat toplum hizmeti yapmak zorundaydı.

yapmak
{f} execute
yapmak
{f} practice

He used every chance to practice English. - İngilizceyi pratik yapmak için her fırsatı kullandı.

After school, I go to an English school to practice English conversation. - Okuldan sonra, İngilizce konuşma pratiği yapmak için bir İngiliz okuluna gidiyorum.

yapmak
practise

I want to practise my English. - İngilizcemi pratik yapmak istiyorum.

He usually wants to practise his English on me. - O genellikle İngilizcesini benim üzerimde pratik yapmak istiyor

yapma!
do not!
yapma be
Christ no
yapma bebek
pretty but cold and soulless girl or woman, marble statue, ice princess
yapma seçim
(Botanik, Bitkibilim) artificial selection
yapma uydu
artificial satellite
yapma yöntemi
how

I handled the problem the only way I knew how. - Sorunu yapma yöntemini bildiğim tek yolla ele aldım.

That's how we did it. - Onu yapma yöntemimiz bu.

yapma çelik h-kolon
(İnşaat) built h-column
yapma çiçek
artificial flower
yapma özgürlüğü
faculty
yapma şekli
the way

Tom criticized Mary for the way she was doing that. - Tom, Mary'yi bunu yapma şeklinden dolayı eleştirdi.

I don't like the way you're acting. - Ben senin rol yapma şeklini beğenmiyorum.

yağcılık yapma
oil
yaramazlık yapma
keep out of mischief
yayın yapma
broadcasting
yalandan yapma
pretence
yalandan yapma
pretense
yalandan yapma
simulation
yanlış vuruş yapma
(bilardo) miscue
yasa dışı satış yapma
(Ticaret) bootlegging
yağcılık yapma
soft soap
yağlıboya resim yapma
oil painting
yağlıboya resim yapma
painting in oil
yapmak
{f} have

Sooner or later, every parent has to have a talk with their children about the birds and the bees. - Er ya da geç her anne-baba çocukları ile kuşlar ve arılar hakkında bir konuşma yapmak zorundadır.

I like to have a deep conversation with a more academic person from time to time. - Zaman zaman daha akademik biriyle detaylı bir konuşma yapmak istiyorum.

kayak yapma
skiing

I go skiing very often. - Ben çok sık kayak yapmaya giderim.

I often went skiing in the winter. - Kışın sık sık kayak yapmaya gittim.

yapmak
carry out

One of the most important things you have to do right now is to carry out the plan. - Şu anda yapmak zorunda olduğun en önemli şey planı uygulamaktır.

yap
do
yapmak
conduct

The astronaut had to conduct many experiments in the space shuttle. - Astronot uzay mekiğinde birçok deneyler yapmak zorunda kaldı.

yapmak
{f} accomplish

What would you like to accomplish with your piano lessons? - Piyano derslerinizle ne yapmak istiyorsunuz?

Tom was able to accomplish everything he'd set out to do. - Tom yapmak için başladığı her şeyi başarabildi.

yap
did

The girl did nothing but cry. - Kız ağlamaktan başka bir şey yapmıyor.

You didn't do a very good job, I said. - Çok iyi bir iş yapmadığını söyledim.

yap
does

She doesn't know who built those houses. - O bu evleri kimin yaptığını bilmiyor.

He doesn't know who built those houses. - O bu evleri kimin yaptığını bilmiyor.

yapmak
build

They spent six months building the house. - Onlar evi yapmak için altı ay harcadılar.

But that's not the whole picture. Tatoeba is not just an open, collaborative, multilingual dictionary of sentences. It's part of an ecosystem that we want to build. - Ama bütün resim bu değil. Tatoeba sadece açık, işbirlikçi, çok dilli cümleler sözlüğü değildir. O, yapmak istediğimiz bir ekosistemin parçasıdır.

kanun yapma
legislation
yapmak
put up

If we’re truly a nation of family values, we wouldn’t put up with the fact that many women can’t even get a paid day off to give birth. - Eğer gerçekten aile değerlerine önem veren bir milletsek, çoğu kadının doğum yapmak için ücretli izin bile alamadığı gerçeğine katlanmazdık.

aşı yapma
inoculation
yapmak
{f} prepare

I'm not prepared to do that. - Onu yapmak için hazır değilim.

I'm prepared to do that now. - Şimdi onu yapmak için hazırım.

yapmak
{f} establish

To be successful, you have to establish a good plan. - Başarılı olmak için iyi bir plan yapmak zorundasın.

This discovery opened up the floodgates to research and led to the establishment of the discipline as a legitimate field of inquiry. - Bu keşif araştırma yapmak için bent kapaklarını açtı ve soruşturmanın meşru alanı olarak disiplin kurulmasına neden oldu.

rezervasyon yapma
booking
yap
{f} doing

I'm doing this for you. - Bunu senin için yapıyorum.

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.

yapmak
{f} fulfill
satırbaşı yapma
indentation
yapmak
{f} land

Sami was forced to make an emergency landing. - Sami acil iniş yapmak zorunda kaldı.

yapmak
{f} get

Most people have great disinclinations to get out of bed early, even if they have to. - İnsanların çoğu bunu yapmak zorunda olsalar bile yataktan erken kalkma konusunda çok isteksizdirler.

Let's get out for a while to take a walk. - Yürüyüş yapmak için bir süre dışarı çıkalım.

banyo yapma
bathing
beste yapma
composition
blok yapma
(Spor) stuff
bobin yapma
(Tekstil) winding
cimrilik yapma
scrimping
derz yapma
(İnşaat) pointing
elle taslak yapma
free-hand drawing
elle çizim yapma
free-hand drawing
envanter yapma
(Ticaret) stock taking
fren yapma
(Otomotiv) braking
freze yapma
milling
grev yapma
(Kanun) strike
ihracat yapma
(Ticaret) exportation
imalat yapma
(Ticaret) manufacturing
imalat yapma
(Ticaret) processing
indirim yapma
(Ticaret) reduction
ithalat yapma
(Ticaret) importation
kanun yapma
(Kanun) law making
kanun yapma
lawmaking
kanun yapma
(Kanun) enactment
kenar yapma
edging
misilleme yapma
(Ticaret) retaliation
model yapma
modelling
piknik yapma
backpacking
planlama yapma
planning
pratik yapma
practicing
program yapma
(Bilgisayar) programming
satırbaşı yapma
paragraph
steps yapma
(Spor) walking
tahmin yapma
estimation
tahmin yapma
forecasting
test yapma
testing
yap
(Bilgisayar) do it

Did you do it by yourself? - Onu kendin mi yaptın?

We'll do it when we have time. - Zamanımız olduğunda onu yapacağız.

yapmak
design
yapmak
carry on
yapmak
forge

The last thing we want to do is to forget to pay our bills. - Yapmak istediğimiz son şey faturalarımızı ödemeyi unutmaktır.

Don't forget we have to do our homework. - Ödevimizi yapmak zorunda olduğumuzu unutma.

yapmak
(Latin) facere
yapmak
fabricate
yapmak
deliver
yapmak
bring out
yapmak
act

You didn't actually want to do that, did you? - Aslında onu yapmak istemiyordun, değil mi?

I haven't actually decided to build a house yet. - Henüz bir ev yapmak için aslında karar vermedim.

yapmak
ordain
yapmak
(Politika, Siyaset) apply a reduction
yapmak
cook

Making cookies takes time. - Kurabiye yapmak zaman alır.

I think we should ask Tom how much sugar we need to make cookies. - Bence Tom'a kurabiye yapmak için ne kadar şekere ihtiyacımız olduğunu sormalıyız.

yapmak
(Ticaret) administer
yapmak
mend
yapmak
commit

Tom is very committed to doing that. - Tom onu yapmak için çok kararlıdır.

yapmak
hold in
yapmak
cost

How much does it cost to make a T-shirt? - Bir gömlek yapmak kaça mal olur?

Apart from the cost, it will take long to build the bridge. - Köprü yapmak, maliyetin dışında, uzun sürecektir.

yapmak
cause

The last thing I want to do is cause you any problems. - Yapmak istediğim son şey size herhangi bir soruna neden olmak.

The last thing I want to do is cause you any more pain. - Yapmak istediğim son şey size daha fazla acıya neden olmamdır.

yapmak
meet

I'd like to hold a staff meeting first thing tomorrow afternoon, so could you reserve the conference room? - Yarın öğleden sonra ilk olarak personel toplantısı yapmak istiyorum, bu yüzden konferans salonunu ayırır mısın?

Tom wants to have a meeting with you. - Tom seninle bir miting yapmak ister.

yapmak
perpetrate
yapmak
construct
yapmak
(Politika, Siyaset) make a reduction
yapmak
turn

Whose turn is it to deal? - İş yapmak için kimin sırası?

Whose turn is it to make the coffee? - Kahve yapmak için kimin sırası?

yapmak
work

If you want to do good work, you should use the proper tools. - İyi bir iş yapmak istiyorsanız, uygun araçları kullanmalısınız.

You must consider what kind of work you want to do. - Ne tür bir iş yapmak istediğinizi düşünmelisiniz.

yapmak
work on
yapmak
do with

What do you have to do with the matter? - Konu ile ilgili ne yapmak zorundasın?

Tom didn't want anything to do with Mary. - Tom,Mary ile bir şey yapmak istemiyor.

yapmak
make up
yapmak
achieve

Tom appears to have achieved what he set out to do. - Tom yapmak için başladığı işi başarmış gibi görünüyor.

yapmak
brew
yapmak
(Ticaret) render
yapmak
conference

I'd like to hold a staff meeting first thing tomorrow afternoon, so could you reserve the conference room? - Yarın öğleden sonra ilk olarak personel toplantısı yapmak istiyorum, bu yüzden konferans salonunu ayırır mısın?

yapmak
draw

Some of the students like to draw pictures. - Öğrencilerden bazıları resim yapmaktan hoşlanırlar.

yapmak
repair

This house needs so many repairs, it would be easier to tear it down and build a new one. - Bu evin çok fazla onarıma ihtiyacı var, onu yıkmak ve yenisini yapmak daha kolay olacaktır.

You're going to have to pay for the repair. - Tamir için ödeme yapmak zorunda kalacaksın.

yapmak
(Havacılık) accoplish
yapmak
make of
yapmak
{f} weave
yapmak
{f} set

Tom appears to have achieved what he set out to do. - Tom yapmak için başladığı işi başarmış gibi görünüyor.

We had to do without a TV set. - Televizyon seti olmadan yapmak zorundaydık.

yap
made of

In ethnic Iranian foods, you can see many products which are made of milk. - Etnik İran gıdalarında, sütten yapılan birçok ürün görebilirsiniz.

I want a suit made of this material. - Bu kumaştan yapılmış bir takım elbise istiyorum.

yap
{f} making

He was guilty of making a mistake. - O, bir hata yapmaktan suçluydu.

Making such a judgement may lead to wrong ideas. - Öyle bir yargılama yapmak yanlış fikirlere yönlendirebilir.

yap
{f} performing

They assisted him in performing the operation. - Onlar onun operasyonu yapmasında yardım etti.

The coroner is performing an autopsy on Tom to find out why he died. - Adli tabip onun neden öldüğünü bulmak için Tom üzerinde bir otopsi yapıyor.

yap
hold in
yap
{f} done

It can be done in a day. - O, bir günde yapılabilir.

He cannot have done such a thing. - Öyle bir şey yapmış olamaz.

yap
made up

This stool is made up of leather and wood. - Bu tabure, deri ve tahtadan yapılmıştır.

She has made up her mind to go to America to study. - O, eğitim yapmak için Amerika'ya gitmeye karar verdi.

yap
{f} make of

What do you make of that? - Onunla ilgili ne yaparsın?

I'm not quite sure what to make of this. - Bununla ilgili ne yapacağımdan pek emin değilim.

yap
held in

Parliamentary elections will be held in Germany in 2017. - Parlamento seçimleri 2017'de Almanya'da yapılacak.

The conference is to be held in Tokyo the day after tomorrow. - Konferans öbür gün yapılacak.

yap
commit

The enemy committed a horrible manslaughter in the city. - Düşman, şehirde korkunç bir katliam yaptı.

Many atrocities were committed during the war. - Savaş boyunca birçok zulüm yapıldı.

yap
{f} made

She made coffee for all of us. - O hepimiz için kahve yaptı.

Beer bottles are made of glass. - Bira şişeleri camdan yapılır.

yap
make&
yap
make

I know you can make it. - Yapabileceğini biliyorum.

A good daughter will make a good wife. - İyi bir kız çocuğu, iyi bir eş yapacaktır.

yapmak
transact

Nowadays, cryptography is often used to make online communications and transactions more secure. - Günümüzde, kriptografi genellikle online iletişim ve işlemleri daha güvenli yapmak için kullanılır.

Do you wish to make any other transaction? - Başka bir işlem yapmak ister misiniz?

yapmak
fill
yapmak
discharge
yapmak
hold

I'd like to hold a staff meeting first thing tomorrow afternoon, so could you reserve the conference room? - Yarın öğleden sonra ilk olarak personel toplantısı yapmak istiyorum, bu yüzden konferans salonunu ayırır mısın?

yapmak
produce
yapmak
fulfil
yapmak
redeem
yapmak
put

I'm not here to put pressure on you. - Sana baskı yapmak için burada değilim.

It is easier to make plans than to put them into practice. - Planlar yapmak onları uygulamaya koymaktan daha kolaydır.

yapmak
found

When I tried to speak to her, I always found myself too shy to do more than stammer or say something stupid. - Onunla konuşmaya çalıştığımda, ben her zaman kekelemekten ya da aptalca bir şey yapmaktan daha fazlasını yapamayacak kadar kendimi çok utangaç buldum.

So ultimately, with Tatoeba we are only building the foundations… to make the Web a better place for language learning. - Yani sonuçta, Web'i dil öğrenmede daha iyi bir yer yapmak için biz Tatoeba ile sadece temelleri inşa ediyoruz.

yapmak
manage

How do you manage to find time to do that? - Bunu yapmak için zaman bulmayı nasıl başarıyorsunuz?

How do they manage to find time to do that? - Onu yapmak için zaman bulmayı nasıl başarıyorlar?

numara yapma
ploy
ayrım yapma
exception

Tom doesn't make exceptions for anyone. - Tom hiç kimse için ayrım yapmaz.

alıntı yapma
to quote
araştırma yapma
research
ayırımcılık yapma
to discriminate
açıklama yapma
explanation
doğrulukla yapma
accuracy to
eyer yapma veya satma işi
saddle making or selling business
hata yapma
making mistakes
haşiye yazma, çıkma yapma
PostScript writing, go to
kamp yapma
camping

My father suggested that we should go camping. - Babam kamp yapmaya gitmemizi önerdi.

Tom likes camping on the beach. - Tom sahilde kamp yapmayı sever.

kaynak yapma
Welding
kur yapma
courtship

Traditionally, men were expected to take the lead in courtship. - Geleneksel olarak erkeklerin kur yapmada öncülük etmesi bekleniyordu.

mastır yapma
to master
müzik yapma
making music
proje yapma
to project
resmini yapma
painting
rol yapma
role
toplantı yapma
to meeting
yap
committed

Many atrocities were committed during the war. - Savaş boyunca birçok zulüm yapıldı.

He committed an illegal act. - O, yasa dışı bir eylem yaptı.

yapmak
create

We'll also have to create a separate smoking section, won't we? - Biz ayrıca ayrı sigara içme bölümü yapmak zorunda kalacağız.

In other words, we create time, we are time-makers, and we create it in order to do whatever we want to. - Başka bir deyişle, biz zaman yaratırız, biz zaman yapıcılarıyız ve biz zamanı istediğimizi yapmak için yaratırız.

yapmak
conduct to
yapmak
go over
Kıllık yapma!
Don't be difficult!, Be a sport!
acil satıh yapma
(Askeri) emergency surface
akort yapma
preparation
Englisch - Englisch

Definition von yapma im Englisch Englisch wörterbuch

Yap
An atoll in the Caroline Islands of western Micronesia
yap
To bark; to yelp
yap
informal terms for the mouth
yap
A badly behaved child, a brat
yap
A bark; a yelp
yap
To talk, especially excessively
yap
{f} yelp, bark; talk noisily or foolishly; chatter
yap
The mouth, which produces speech
yap
An informal talk
yap
{i} yelp, bark; chatter, foolish talk; uncouth person; mouth (Slang)
yap
The high-pitched bark of a small dog
yap
Of a small dog, to bark
yap
If a small dog yaps, it makes short loud sounds in an excited way. The little dog yapped frantically. An island group and state of the Federated States of Micronesia in the western Caroline Islands of the western Pacific Ocean. Discovered by the Spanish in 1791, it became part of a Japanese mandate after 1920 and fell to U.S. forces in 1945. the sound a small dog makes when it yaps
yap
bark in a high-pitched tone; "the puppies yelped"
Türkisch - Türkisch
Doğadaki şeylere benzetilerek insan eliyle yapılmış, yapay, sun'î
Tezeğin kalıplanıp kurutularak yakacak haline getirilmesi
İçten olmayan, içten gelmeyerek yapılan, yapmacık
Yapmak işi
Doğadaki şeylere benzetilerek insan eliyle yapılmış, yapay, suni: "Eliyle bahçenin dökme taştan yapma mağaralarından birini göstererek..."- Y. K. Karaosmanoğlu. İçten olmayan, içten gelmeyerek yapılan, yapmacık: "Fakat fazla içliliği erkekliğe yakıştıramadığından kendini her zaman yapma bir sertliğin arkasına gizlerdi."- H. Taner
(Hukuk) İRAS ETME
yapma dil
Sun'î dil
yapma gübre
Sun'î gübre
yapma uydu
Herhangi bir gezegenin çevresindeki bir yörüngeye yer yüzünden fırlatarak yerleştirilmiş insan yapısı nesne, sunî peyk
yapma çiçek
Görünümü çiçeği andıran ve yumuşak maddelerle yapılan süs eşyası
yapmak
Onarmak, tamir etmek
yapmak
Bir şeyi başka bir şey durumuna getirmek: "Ayrıca terbiye edeceğim, onu yaman bir polis köpeği yapacağım."- R. H. Karay
Yapmak
akdetmek
Yapmak
(Osmanlı Dönemi) NEFŞ
Yapmak
(Hukuk) İKA ETMEK
Yapmak
(Osmanlı Dönemi) SUN'
Yapmak
çıkmak
Yapmak
(Osmanlı Dönemi) TARR
Yapmak
(Osmanlı Dönemi) SEFF
Yapmak
gitmek
Yapmak
icra etmek
yapmak
Gerçek niteliğini vermek
yapmak
Üretmek
yapmak
Gerçekleştirmek: "İlk ve orta öğrenimini Anadolu'da yapmıştır."- Y. Z. Ortaç
yapmak
Etkili olmak
yapmak
Edinmek, sahip olmak
yapmak
Bir işle uğraşmak, meşgul olmak
yapmak
Bir düşünceyi, bir davranışı, bir isteği işe dönüştürmek, gerçekleştirmek
yapmak
Zarara yol açmak
yapmak
Olmasına yol açmak
yapmak
Davranmak, hareket etmek
yapmak
Evlendirmek
yapmak
Birini herhangi bir duruma düşürmek
yapmak
Dışkı çıkarmak
yapmak
Bir kimseye bir meslek kazandırmak, yetiştirmek: "Onu da Üsküdar'daki ambar memuru yapmak suretiyle daireden uzaklaştırdı."- H. Taner
yapmak
Yol almak
yapmak
Bir harekete, işe başlamak veya bir hareketle, işle uğraşmak
yapmak
Ortaya koymak, gerçekleştirmek, oluşturmak, meydana getirmek: "Her görevi ayrım gözetmeden aynı titizlikle yapmak başarının sırrıdır."- Ç. Altan
yapmak
Tehdit yolyla birini herhangi bir duruma düşürmek
yapmak
Bir durum yaratmak: "Fırının harlı ateşi yanaklarını pembe pembe yapmıştı."- N. Araz
yapmak
Bir kimseye bir meslek kazandırmak; yetiştirmek
yapmak
Bir işle uğraşmak, meşgul olmak: "Yaratıcı hamleler yapmak isteyen bir millet için mutlaka bir şeye inanmak lazım."- O. S. Orhon
yapmak
Ortaya koymak, gerçekleştirmek, oluşturmak, meydana getirmek
yapmak
Salgılamak, çıkarmak
yapmak
Bir düşünceyi, bir davranışı, bir isteği işe dönüştürmek, gerçekleştirmek: "Elimi ağzına götürerek sus işareti yaptım."- R. H. Karay
yapmak
Olmak. İyilik veya kötülükte bulunmak
yapmak
Olmak
yapmak
Düzenli bir duruma getirmek
yapmak
Bir dileği, bir isteği yerine getirmek, uygulamak, ifa etmek: "Şu işi yapıver diye yalvarmıştı da enişte engel olmuştu."- S. M. Alus
yapmak
Gerçekleştirmek
yapmak
bir durum yaratmak
yapmak
Bir dileği, bir isteği yerine getirmek, uygulamak, ifa etmek
yerden yapma
Çok kısa boylu
yapma
Favoriten