yaşlanma

listen to the pronunciation of yaşlanma
Türkisch - Englisch
aging

Physical changes are directly related to aging. - Fiziksel değişiklikler doğrudan yaşlanmayla ilgilidir.

Japan is trying to cope with the aging of its population. - Japonya nüfusunun yaşlanmasına karşı koymaya çalışıyor.

ageing

Ageing is a disease that you must die of. - Yaşlanma ölmek zorunda olduğunuz bir hastalıktır.

Ageing isn't good, but the alternative is no better. - Yaşlanmak iyi değildir ama alternatifi daha iyi değildir.

anointment
growth
(Tıp) aging effect
yaş
age

At the age of six he had learned to use the typewriter and told the teacher that he did not need to learn to write by hand. - Altı yaşında o, daktiloyu kullanmayı öğrendi ve öğretmenine el ile yazmayı öğrenmesine gerek kalmadığını söyledi.

He has a son of your age. - Senin yaşında bir oğlu var.

yaş
wet

This grass is too wet to sit on. - Bu çim üstüne oturmak için çok yaş.

I wet the bed until I was ten years old. - Ben on yaşına kadar yatağı ıslatırdım.

yaşlanma nedeniyle miyopluk
presbyopia
yaşlanma sertleşmesi
age-hardening
yaşlanma sonucu çökme
senile decay
yapay yaşlanma
artificial ageing
yaş
humid
yaş
dank
yaş
sappy
yaş
year; winter
yaş
{i} year

My father is only fifteen years old. - Benim babam sadece on beş yaşında.

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

yaşlanmak
grow old

I want to grow old with my wife. - Karımla yaşlanmak istiyorum.

I like people who are not afraid to grow old. - Yaşlanmaktan korkmayan insanları seviyorum.

erken yaşlanma
(Tıp) photoaging
erken yaşlanma
(Pisikoloji, Ruhbilim) progeria
suni yaşlanma
(Mekanik) artificial aging
yaş
fresh

That fish lives in fresh water. - O balık tatlı suda yaşar.

Fish like carp and trout live in fresh water. - Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşamaktadır.

yaş
(Gıda) moisture
yaş
vintage
yaşlanmak
get on
yaşlanmak
got old
yaşlanmak
aging
yaşlanmak
got older
yaşlanmak
grown old
yaş
new

The older you get, the more difficult it becomes to learn a new language. - Ne kadar yaşlanırsan, yeni bir dili öğrenmek o kadar zor olur.

Older people are often afraid of trying new things. - Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.

yaş
young

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

He is five years younger than me. - O, benden beş yaş küçük.

Yaşlanmak
get older
yaş
in age
birincil yaşlanma
(Pisikoloji, Ruhbilim) primary aging
doğal yaşlanma
natural ag(e)ing
ikincil yaşlanma
(Pisikoloji, Ruhbilim) secondary aging
ilerleyen yaşlanma
progressive aging
kesintili yaşlanma
interrupted aging
yaş
damp; moist
yaş
slang bad, rough, tough
yaş
slang alcohol, liquor, booze
yaş
tears (in a person's eyes): bir damla yaş a tear
yaş
fresh (fruit) (as opposed to dried)
yaş
tear

She called out to him, with tears running down her cheeks. - Yanaklarından süzülen yaşlarla ona seslendi.

My mother looked at me with tears in her eyes. - Annem gözlerinde yaşlarla bana baktı.

yaş
clammy
yaş
time of life

The best time of life is when you are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.

The best time of life is when we are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.

yaş
unseasoned
yaşlanmak
to grow old, age
yaşlanmak
get old
yaşlanmak
be getting on in years
yaşlanmak
fatten
yaşlanmak
age

You can't run away from age. - Yaşlanmaktan kaçamazsın.

Ageing isn't good, but the alternative is no better. - Yaşlanmak iyi değildir ama alternatifi daha iyi değildir.

yaşlanmak
to tear
yaşlanmak
{k} get along in/on in/up
yerinde yaşlanma
(Pisikoloji, Ruhbilim) aging in place
Türkisch - Türkisch
Yaşlanmak işi
Yaş
(Osmanlı Dönemi) ÇAĞ
Yaş
meres
Yaşlanmak
ihtiyar olmak
Yaşlanmak
eskimek
Yaşlanmak
kartav
Yaşlanmak
farımak
yaş
Kendi suyunu, canlılığını yitirmemiş, kurumamış, kurutulmamış, taze
yaş
Nemli, ıslak
yaş
Kızımızı yetiştirdik bu yaşa getirdik."- M. Yesarî
yaş
Kötü, korkulu, zor
yaş
Ağlandığında gözlerden akan berrak sıvı, göz yaşı: "Ne olsa, önü sonu göz yaşı idi."- R. H. Karay
yaş
Doğuştan beri geçen ve yıl birimi ile ölçülen zaman, sin
yaş
Doğuştan beri geçen ve yıl birimi ile ölçülen zaman, sin (II): "Yaş otuz beş, yolun yarısı eder."- C. S. Tarancı
yaş
Bir kurum, bir kuruluş, düzen vb.nin kurulduğundan bu yana geçen zaman
yaş
Ağlandığında gözlerden akan berrak sıvı, göz yaşı
yaş
Bir gök cisminin oluşmaya başladığı günden bu güne kadar geçirdiği zaman süresi
yaş
Bir gök cisminin oluşmaya başladığı günden bugüne kadar geçirdiği zaman süresi
yaş
Hayatın çeşitli evrelerinden her biri, çağ
yaş
Nemli, ıslak: "Yaş ağaca balta vuran el onmaz."- Atasözü
yaş
Hayatın çeşitli evrelerinden her biri, çağ: "Genç yaşında
yaş
Bir kurum, bir kuruluş, düzen vb. nin kurulduğundan bu yana geçen zaman
yaşlanmak
Yaşı ilerlemek, ihtiyarlığa yaklaşmak
yaşlanmak
Yaşı ilerlemek, ihtiyarlığa yaklaşmak: "Allahın takdiri bilinmez, ama ben seni hayli yaşlanmış görüyorum."- T. Buğra