yaşlandırmak

listen to the pronunciation of yaşlandırmak
Türkisch - Englisch
to aging
to cause (someone, something) to grow old, age
age
to age
(İnşaat) aging
yaş
age

He has a son of your age. - Senin yaşında bir oğlu var.

Wisdom does not automatically come with age. - Bilim yaş ile otomatik olarak gelmez.

yaş
wet

I wet the bed until I was ten years old. - Ben on yaşına kadar yatağı ıslatırdım.

This grass is too wet to sit on. - Bu çim üstüne oturmak için çok yaş.

yaş
humid
yaş
dank
yaş
sappy
yaş
year; winter
yaş
{i} year

My father will soon be forty years old. - Babam yakında kırk yaşında olacak.

When Justin Bieber started his music career, he was fourteen years old. - Justin Bieber müzik kariyerine başladığında on dört yaşındaydı.

yaş
fresh

Fish such as carp and trout live in fresh water. - Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşar.

Fish like carp and trout live in fresh water. - Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşamaktadır.

yaş
(Gıda) moisture
yaş
vintage
yaşlandırma
aging
yaş
new

The older you get, the more difficult it becomes to learn a new language. - Ne kadar yaşlanırsan, yeni bir dili öğrenmek o kadar zor olur.

John lives in New York. - John New York'ta yaşar.

yaş
young

John is not as old as Bill; he is much younger. - John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

yaşlandırma
dating
yaş
in age
yaş
damp; moist
yaş
slang bad, rough, tough
yaş
slang alcohol, liquor, booze
yaş
tears (in a person's eyes): bir damla yaş a tear
yaş
fresh (fruit) (as opposed to dried)
yaş
tear

My mother looked at me with tears in her eyes. - Annem gözlerinde yaşlarla bana baktı.

Tears came to my eyes. - Gözlerimden yaşlar geldi.

yaş
clammy
yaş
time of life

The best time of life is when you are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.

The best time of life is when we are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.

yaş
unseasoned
yaşlandırma
ageing