Definition von yaşamak im Türkisch Englisch wörterbuch
- live
You must eat to live. You must not live to eat.
- Yaşamak için yemelisin.Yemek için yaşamamalısın.
Does Tom earn enough money to live in the city?
- Tom şehirde yaşamak için yeterli para kazanıyor mu?
- experience
That's why I like traveling, and would like to experience many different cultures.
- Bu nedenle seyahat etmeyi severim ve pek çok farklı kültürü yaşamak isterim.
You don't need to be an artist in order to experience beauty every day.
- Her gün güzelliği yaşamak için sanatçı olmana gerek yok.
- dwell
- affect
- exist
I'm sick of this hand-to-mouth existence.
- Kıt kanaat yaşamaktan usandım.
- to live; to exist; to inhabit, to dwell, to live; to experience, to live through; to lead a life of luxury, to lead a carefre life
- taste
- subsist
- Well done!/Good for you! Yaşadık! We're in clover!/We've got it made!
- to live in, inhabit
- to have, experience, or enjoy (a period of time, spell of weather): Savaş yıllarını yaşadılar. They experienced the war years. Güzel bir sonbahar yaşıyoruz. We're enjoying a beautiful fall
- Hurrah!/Hurray!/Bravo!
- to live well, enjoy life; to live in clover, have it made. Yaşa!
- inhabit
- Thanks a lot!/Thanks a million!
- to live on (a certain amount of money, food, etc.)
- live through
- shift
- come through
- abide
- know
Tom doesn't know where Mary wants to live.
- Tom, Mary'nin nerede yaşamak istediğini bilmiyor.
Tom didn't know where Mary wanted to live.
- Tom, Mary'nin nerede yaşamak istediğini bilmiyordu.
- yaşamak (hayat)
- live
- yalnız yaşamak
- to live alone, to lead a solitary life
- yan yana yaşamak
- coexist
- yaşamının son günlerini yaşamak
- end one's days
- ayrı yaşamak
- separate
- deneyim yaşamak
- experience
- daha uzun yaşamak
- outlive
- ot gibi yaşamak
- vegetate
I'd rather die now than vegetate for fifty more years.
- Elli yıl daha ot gibi yaşamaktansa şimdi ölmeyi tercih ederim.
- yaşa
- {f} live
Nobody lives in this house.
- Bu evde hiç kimse yaşamıyor.
Gerhard Schroeder is the first German chancellor not to have lived through World War II.
- Gerhard Schröder, II. Dünya Savaşı boyunca yaşamayan ilk şansölyedir.
- yaşama
- exist
I'm sick of this hand-to-mouth existence.
- Kıt kanaat yaşamaktan usandım.
If it wasn't for alcohol, none of us would exist.
- Eğer alkol olmasa, hiç birimiz yaşamayız.
- azalma yaşamak
- decrease
- beraber yaşamak
- cohabit
- birlikte yaşamak
- (Politika, Siyaset) co-exist
- elden ağıza yaşamak
- live from hand to mouth
- mutlu bir şekilde yaşamak
- tick
- yaşama
- survival
Fear is essential for survival.
- Korku yaşamak için gereklidir.
I wonder if keeping your head down and living safely is a survival instinct.
- Başını yere eğmenin ve güvenle yaşamanın bir hayatta kalma içgüdüsü olup olmadığını merak ediyorum.
- yaşama
- (Ticaret) subsistence
- yaşa
- {f} living
I think that our living together has influenced your habits.
- Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.
She is used to living alone.
- Yalnız yaşamaya alışkın.
- ayn yaşamak
- Live on one's own, live alone
- hayatının şokunu yaşamak
- to receive a serious emotional shock
- hayatının şokunu yaşamak
- one was suprized in the most extreme possible way
- herhangi bir kimse yaşamak
- To anyone living
- sorun yaşamak
- to have issues with, to have trouble with
I am having trouble with the car = araba ile sorun yaşıyorum.
- ahenk içinde yaşamak
- to live in harmony
- ahır gibi yerde yaşamak
- pig it
- ahır gibi yerde yaşamak
- pig
- aksilik yaşamak
- have a hitch
- ayrı yaşamak
- to separate
- aç biilaç yaşamak
- to beg one's bread
- aşk hayatı yaşamak
- shack up with
- basit ve ilkel yaşamak
- rough it
- basit yaşamak
- rusticate
- bekar yaşamak
- live a single life
- bekâr hayatı yaşamak
- bach it
- bekâr yaşamak
- to live a single life, to be unmarried
- bey gibi yaşamak
- to live the life of Riley, be comfortable, be well-off
- bey gibi yaşamak
- live the life of riley
- bir eli yağda bir eli balda yaşamak
- to live off the fat of the land
- birlikte yaşamak
- to shack up (with sb/together), to cohabit
- birlikte yaşamak
- shack up with
- birlikte yaşamak
- live together
Tom and Mary and their children all live together in a small house on the outskirts of Boston.
- Tom ve Mary ve çocukları hepsi Boston'un kenar mahallelerinde küçük bir evde birlikte yaşamaktadır.
Is it possible to live together and yet still be alone?
- Birlikte yaşamak ve hâlâ yalnız olmak mümkün mü?
- birlikte yaşamak
- cohabit
- bohem hayatı yaşamak
- live a bohemian lifestyle
- bolluk içerisinde yaşamak
- ride the gravy train
- bolluk içinde yaşamak
- luxuriate
- bolluk içinde yaşamak
- ride the gravy train
- bolluk içinde yaşamak
- go the pace
- bolluk içinde yaşamak
- live in opulence
- bölgede yaşamak
- range
- cinsellik yaşamak
- have a sexual intercourse
- daha uzun yaşamak
- outlast
- daha uzun yaşamak
- survive
- devrim yaşamak
- see a revolution
- dost hayatı yaşamak
- live in sin
- dost hayatı yaşamak
- (Konuşma Dili) bit on the side
- durgunluk yaşamak
- come to a standstill
- dürüstçe yaşamak
- be on the straight and narrow
- efendi gibi yaşamak
- to live like a gentleman
- efendi gibi yaşamak
- live like a gentleman
- elden ağıza yaşamak
- to live from hand to mouth
- evlenmeden beraber yaşamak
- cohabit
- felekten bir gece yaşamak
- go on a spree
- gayesiz yaşamak
- drift
- gecekondu mahallesinde yaşamak
- slum
- gözlerden uzak bir hayat yaşamak
- live an obscure life
- gül gibi geçinmek/yaşamak
- 1. to get along well together. 2. to be comfortably off
- hayal aleminde yaşamak
- (deyim) have one's head in the clouds
- hayatını yaşamak
- to live freely
- hayâl aleminde yaşamak
- live in an ivory tower
- hızlı yaşamak
- colloq . to lead a fast life, live riotously
- hızlı yaşamak
- be a fast liver
- hızlı yaşamak
- live a life of pleasure
- hızlı yaşamak
- live it up
- ikilem yaşamak
- seesaw
- ile birlikte yaşamak
- live with
Tom is hard to live with.
- Tom ile birlikte yaşamak zor.
Tom is easy to live with.
- Tom ile birlikte yaşamak kolay.
- insanca yaşamak
- (Hukuk) to live in dignity
- iyi yaşamak
- live well
To love life means to live well.
- Hayatı sevmek, iyi yaşamak anlamına gelir.
- kalemiyle yaşamak
- to live by one's pen, make a living by writing
- karavanda yaşamak
- caravan
- karı koca gibi yaşamak
- shack up with
- karı koca gibi yaşamak
- to cohabit
- kendi aleminde yaşamak
- to live in one's own world
- kendi dünyasında yaşamak
- to live in a world of one's own
- kont gibi yaşamak
- to live in luxury, be in clover
- kral gibi yaşamak
- live like a king
- krallar gibi yaşamak
- to live like fighting cocks
- köyde yaşamak
- rusticate
- köyde yaşamak
- live in a village
- lüks içinde yaşamak
- to luxuriate
- lüks yaşamak
- luxuriate
- mahrumiyet içinde yaşamak
- to lead a life of a privation, to rough it
- münzevi hayat yaşamak
- live in seclusion
- namusuyla yaşamak
- to live an upright life
- nikâhsız birlikte yaşamak
- live in sin
- nikâhsız olarak yaşamak
- to live in sin
- nikâhsız yaşamak
- to cohabit
- ot gibi yaşamak
- to vegetate
- ot gibi yaşamak
- live like a vegetable
- parasıyla yaşamak
- live off
- paşa gibi yaşamak
- to live in easy circumstances
- pislik içinde yaşamak
- pig
- pislik içinde yaşamak
- pig it
- pupa evresini yaşamak
- pupate
- rahat yaşamak
- live well
- rahatsız edilmeden yaşamak
- live unmolested
- refah içinde yaşamak
- be in clover
- refah içinde yaşamak
- live in clover
- sefahat içinde yaşamak
- wallow in vice
- sefalet içinde yaşamak
- rough it
- sorun yaşamak
- have problem
- sorun yaşamak
- have a trouble
- sürünerek yaşamak
- drag out a wretched existence
- sürünerek yaşamak
- drag out a miserable existence
- tehlike yaşamak
- be exposed to a danger
- tehlike yaşamak
- face a danger
- toplu olarak yaşamak
- hive
- uzun ve mutlu yaşamak
- have one's innings
- uzun ve mutlu yaşamak
- have one's inning
- varlık içinde yaşamak
- to live a life of luxury
- varlık içinde yaşamak
- to live in easy circumstances
- yaşa
- huzza
- yaşa
- Hurray!, Hooray!
- yaşa
- cheers
- yaşa
- long live
Long live the Soviet Union!
- Çok yaşa Sovyetler Birliği!
Long live the brotherhood of all peoples.
- Yaşasın tüm halkların kardeşliği.
- yaşa
- viva
- yaşa
- whoopee
- yaşa
- hurray
Hurray! I have found it!
- Yaşasın! Ben onu buldum!
- yaşa
- hooray
- yaşa
- hurrah
- yaşa
- know
Do you know where Miss Hudson lives?
- Bayan Hudson'un nerede yaşadığını biliyor musunuz?
Tom knows a man who lives in Boston.
- Tom Bostonda yaşayan bir adam tanıyor.
- yaşa
- inhabit
What animals inhabit those islands?
- Şu adalarda hangi hayvanlar yaşar?
The region has never been inhabited by people.
- Bölgede insanlar hiç yaşamadı.
- yaşa
- subsist
- yaşama
- living; survival
- yaşama
- living
I think that our living together has influenced your habits.
- Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.
She is used to living alone.
- Yalnız yaşamaya alışkın.
- zevk içinde yaşamak
- wallow in pleasure
- zevk ve sefa içinde yaşamak
- regale
- zorluk yaşamak
- have a difficulty
- çiftlikte yaşamak
- ranch
- çingene gibi yaşamak
- gipsy
- çingene gibi yaşamak
- gypsy