He is, so to speak, a walking dictionary.
- Tabiri caizse, o yürüyen bir sözlüktür.
Tom likes to observe the people walking by.
- Tom yürüyen insanları gözlemlemeyi sever.
When riding the escalator, please hold the handrail and stand inside the yellow line.
- Yürüyen merdivene binerken lütfen tırabzanı tut ve sarı çizginin içinde dur.
My shoelace got caught in the escalator.
- Benim ayakkabı bağcığım yürüyen merdivene takıldı.
I'm too tired to walk.
- Yürüyemeyecek kadar çok yorgunum.
She likes to walk alone.
- O tek başına yürümeyi sever.
Walking from the station to the house takes only five minutes.
- İstasyondan yürüyerek eve gitmek sadece beş dakika.
I watched John and Mary walking hand in hand.
- John ve Mary'nin el ele yürüyüşünü izledim.
In order to swim, you have to learn to tread water first.
- Yüzme öğrenmek için öncelikle suda yürümeyi öğrenmelisin.
Do not walk outside this area.
- Bu alanın dışında yürümeyin.